24 Aralık 2019 Salı

ROMANTİK MARATON #7 GREASE

Bu maratonun kaplumbağası olsam da finish çizgisini gördüm ya... bu da birşeydir!

Geldik Romantik maratonumuzun son drifter's pick filmine... Yani Grease'e. Öncelikle kabul edelim Grease bir kız filmidir. Hiç bir erkeğin bu filmden bir kız kadar zevk alabileceğine inanmıyorum.

Grease'i seçmemin sebebi ilk aşk hikayem olduğu içindir. (Uuuuuuuu!!!!)

evet arkadaşlar büyük itiraf ediyorum; Danny Zuko ilk aşkımdır. Uzunca bir süre onu arayıp durdum. bütün lise yıllarımda, belki üniversitenin de bir bolümünde; düne kadar dermişim :))  şaka şaka sulandırıyorum. Ama onun yüzünden uzunca bir süre, 'ben kimselere aşık olamayacağım herhalde' diye düşündüğüm doğrudur.

Maria'ya sordum bir kaç gün önce. Hatırlıyor musun Grease' ilk seyrettiğin zamanı diye?
'tarih, gün, saat verebilirim' dedi.
'sen de mi?' dedim.

bu bana şunu düşündürttü:
Bizim kuşak kadınları için Grease filmden öte kendisiyle ilgili bir anı galiba.

onun için ben size kendi anımı anlatacağım;

12 veya 13 yaşlarında olmalıyım, haftasonu için amcamlardayım. sıkıntıdan patlıyorum. (Çocukken hiç sevmezdim kendi evimden başka yerde kalmayı, arkadaşlarımın evinde kalayım diye hiç yalvardığımı hatırlamıyorum. Annem zorla itelerdi, tek çocugum zaten, antisosyal olmayayım diye zaar.) kuzenim benden bir kaç yaş küçük. Pek ilgimi çekmiyor odası, oyuncakları filan. Zaten ben hazırlıktayım, ingilizce öğreniyorum ki, onunla ortak hiç bir mevzum olamaz peh!!! (nasıl zalimce tepeden baktıysam artık ukte yaptı demek ki o zamanlar ; büyüyünce gitti Amerikalı bi adamla evlendi, şimdi orada yaşıyor :D)

Neyse, kaderin cilvesi televizyon açık, film başladı.   
 
ilk görüşte aşk mıydı hatırlamıyorum. Hangi sahnesinde aşka düşmüştüm bilmiyorum. Tek bildiğim film bittiğinde başka hiç bir şey düşünemiyordum. Film beni hipnotize etmişti. Rüyada gibiydim ve uyanmak istemiyordum.  Ağlayasım vardı gibi, bir daha ne zaman görebileceğim meçhul, ne yaşamıştım ben?...

sürekli seyrettiğim sahneleri düşünüyordum, 'you're the one that i want'i söylediklerinde kendimden geçtiğim için sadece 'u u u' kısmını aklımda tutabilmiştim ama son parçayı unutmamak için surekli  Çen çen çegini çençibab thats the way it şubeee kısmını içimden tekrarlayıp duruyordum. uyduraraktan tabi. uydurukça da olsa şarkının nakarat melodisini ezberlemiştim. Böylece babama sorabildim.

Çen çen şarkısını biliyor musun?

Çünkü babam kahramanım. Annemle evlenmeden önce ankarada djlik yapmış, batı müziği hastası bi
tip; bilebilir yani.
yine de umudum az.

Dönem, laura brinigan donemi. madonna, sandra, samantha fox ...bu!

'Çen çen' diyorum.
'bilmiyorum öylee bir şarkı, kim söylüyor?' diyor.

- filmde duydum çok güzel şarkı hadi baba, sen mutlaka biliyorsundur!!!!
melodiyi mırıldanıyorum, kelimeleri düşünmeden papağan gibi, kulağımda kalan sesleri tekrar ediyorum.
- hem dans da ediyorlar, bak! ellerini böyle böyle yapıyorlar... (elllerimle buggie woggie figurleri yapmaya çalışıyorum; o zaman onun bugi wugi dansi oldugunu bilmiyorum tabi.)
babam gülmeye başlıyor. Komiğim çünkü.
"Hadi hadi, git odanı topla; annen sabah söyleniyordu" diyor.
kös kös odama gidiyorum.
moralim sıfır.
Günlüğüme filan yazıcam, sahneleri vs. hatırlayabildiğim kadarını...
isimleri hatırlamaya çalışıyorum; Danny, Sandy, frençi tamam, rizzo'yu ve sevgilisini hatırlayamıyorum bir türlü. oysa o karaktere bayılmıştım,

kıyafetlerine,sesine filan...

işte tam  bunları düşüne-yazarken; salondan bir gümbürtüyle frankie valli'nin o funk introsu yükseliyor. Daaaaaaaaa darada darada darada darada da......sonra o funk gitar rifi giriyor.

O anı, hissettiğm heyecanı, sevinci asla unutamam.
Şu an bile tüylerim diken diken diyebilirim.

Babam, alaaddinin cini gibi!

salona koşuyorum, annem de mutfaktan fırlamış, ne oluyor diye.
Şok geçiriyorum resmen.

AKAI marka Analog Makara teybi var babamın, kutusundan çok nadir çıkarttığı.  Koleksiyonunun bir parçası çünkü. Ben çok daha küçükken 3-4 yaşlarındayken sık sık sesimi kaydettiği, şarkı söyletip ‘kuzunun biri su içiyormuş pırıl pırıl dereden’ gibi şiir filan okuttuğu; kendilerince yarım yamalak turkçemle dalga geçip eğlendikleri bir antika alet bana göre.  Eve Yeni muzik seti gelip anfiye baglandığında gözden düşmüş; büfenin üst rafında duran, eski günleri yadetmeye yarayan bir koleksiyon parçası.  Muzik sever bir misafir geldiğinde, babam illa o quadrofonik vivaldi dört mevsim makarasını çıkarır, misafiri 4 hoparlorün tam ortasına oturtur; zavallı misafirin her hoparloörden  ayrı bir enstruman sesi duymak suretiyle muazzam bir deneyim yasayıp keyiften dört köşe olmasını beklerdi. Ne yazık ki çok az insan onu anlayabilirdi.
  
Işte bu mucize alet o gün bana Grease soundtrackini çalıyordu ve ben o gün 12 veya 13 yaşımda ex kafası yaşıyor; frankie valli'yle kopuyordum. (o gün onun frankie valli oldugunu bilmiyordum tabi John Travolta söylüyor bütün parçaları sanıyordum.)

o gün o soundtrack'i bizimkilerin sabrını taşırana kadar dinledim sanırım. Muhtemelen bir süre sonra odama gönderilmişimdir.

Yani benim ilk aşkım Grease'dir. Dolayısıyla romantizm benim icin müziktir. Aşk müzikle yapılır, müzik aşkla filan... biri olmadan diğeri olamaz.

teenager’lığım üstünde bilinç altı bilinç üstü , her türlü etkiyi yapmıştır. Sevgili dediğin dans edip, duet yapabilen, araba tamir edebilen,  serseri ama iyi kapli olacak. Bu kriterlere uymadığı için çok çıkma teklifi reddetmişliğim vardır.

müzik zevkim üstünde keza. O soundtracki yüzlerce defa dinlemişimdir, her bir parçayı ezbere bilirim.  Lise kankam Begüm'le evde filmi sahne sahne oynamışlığımız vardır; Summer Lovin duetini
söyleyip bilimum kasetlere çekmişizdir. Kavga çıkmasın diye bir bölümünde o Danny kısımlarını
söylemiştir diğer bölümünde ben.)

Grease'i bir kez daha izleyip o günleri yad etmek gerçekten güzel oldu.  Ama bugün başka bir gözle bakıyorum tabi.
 
Hatırladığıdan daha az masum bir film.  Sandy ve diğerleri arasındaki sosyal sınıf farkı şimdi dikkatimi çekiyor.  Problem Sandy'nin sarışınlığı değil,  diğerlerine göre daha Amerikan amerikan bir aileden gelmesi. Zuko, knickie, rizzo, frenchie, dans yarışmasındaki latino afet, hepsi aslında göçmen ailelerin çocukları. T-birds ve Pink Lady's gruplaşması bir komplex kalkanı.
  
bir diğer önemli detay filmin 1975 de çekilmiş, 1958 yılının gençliğini resmeden bir film olması. Kızların aklı dansta, partide; oğlanların aklı cinsellikte haliyle. Bu anlamda epey gerçekçi ve epey açık saçık bir film.  Bu seyrettiğimde şöyle bir replik yakaladım çok güldüm.


yani demek istediğim oldukça direkt ama masum bir açık saçıklığı var filmin.  
Bugün baktığımda oyunculuk anlamında Rizzo'yu canlandıran Stockard Channing ve Frenchie'yi canlandıran Didi Conn'u hala çok başarılı buluyorum.

 O zaman opening credits videosundaki binlerce kez dinlemiş olmama rağmen, hala bayıla bayıla dinlediğim  'Grease is the word' parçasıyla maratona noktayı koyalım.



4 yorum:

mabelard dedi ki...

İki film arasında bir öncelik tercihi yapacak olursam benim için "Saturday Nıght Fever" bir tık önde. İzmir'de öğrenci ev arkadaşlarımla paylaştığımız evde bir pikabımız vardı. Markası Dual. Plaklarımız vardı. Bıkmadan dinlerdik. Bee Gees "How Deep İs Your Love" Cumartesi Gecesi Ateşi"nden mütevellit favorimdi. Karşımızda Doktorlar Sitesi vardı. Bee Gees dinlerdik. Ege tıpta okuyan kız öğrencilerle karşılıklı bakışırdık balkondan balkona :) Fuar alanının içinde "roof" isimli bir mekan vardı. Hala durur mu bilmem ama orada müzik dinler, dans eder, partiler düzenlerdik.

Birgün üstelik kış günü yurda giriş saatini kaçıran kızları evimizde sabaha kadar misafir etmiştik. Sabaha kadar eşli pişti oynamıştık :) Kızlardan birinin sevgilisinin adı Tufandı. Tufi derdi kısaca. Çocuk bildiğiniz hödük. Kızları Karşıyakadan bindirmiş dolmuşa. Yurda almazlarsa ne olacak hesap bile etmemiş. Bu sebeble yönetici bunlar eve kız arkadaşlarını getiriyor diyerek evden attırmak istemişti. Ne günlerdi yaw. Bir filmle nerelere gittim.

Dans ve müzik ruh için bir tür roket yakıtı gibi. Evet, Sevgili dediğiniz dans etmeyi bilecek, şarkıya düet yapacak, araba tamirinden anlayacak, ütü yapmayı bilecek, yeri geldiğinde acılı menemen yapacak, serseri ruhlu, iyi kalpli olacak ama bence yetmez, şiir de okuyacak :)

drifter dedi ki...

Eşli pişti çok romantikmiş :)))
Karşıyaka'dan bornova'ya mı? Eh yani tufi, hakikaten hödükmüş doktor çıkacak kıza yapılacak şey mi?
Be Gees candır.
How deep is your love gerçekten all time favourites listemdedir. Barbara streisand'la andy gibb plağı'nı kimselere vermem. En sevdiğim Bee gees parçası "shadow dancing". Ben de çok başka bir yeri var.

Görüyorum ve arttırıyorum; müze gezmekten ve ne tür olursa olsun film seyretmekten sıkılmayacak!
Madem ısmarlıyoruz:D

mabelard dedi ki...

Evet, Bornovo'ya. Yazlık sinemalar vardı Bornova'da. Akşam 21.00'de minderini kapan gelirdi. Her akşam başka bir film izlediğimiz günlerin büyüsünü tarif etmek güç.

Müze ve filmi de ekleyince şartlar biraz daha ağırlaştı ama belli olmaz bakarsınız yılbaşı gecesi elinde bir çift müze kartıyla Rotterdam Fotoğraf Müzesine görmek iseyen Danny Zuko beyaz bir atın üstünde karşınıza çıkıvermiş :)

Güzel kalın sevgili Drifter.

drifter dedi ki...

şöyle bir gözumun önüne geldi de..
beyaz at, deri ceket, upuzuuun bir alın, joleli saçlar, elinde müze kartı...
bilemedim şimdi. :]]]