drifter çevirisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
drifter çevirisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2024 Cumartesi

Aaa Drifter bloga mı dönmüş? Hayatta inanmam!


Geçenlerde elime bir kitap geçti ve içindeki bir bölümün içinden çıkamadım günlerdir. Yani çıkmak istemedim, hani bazen okuduğunuz birşey sizi kitler ya öyle…

sürekli bu okuduğum şeyi idraka işlemek için bi tuhaf bakıyorum etrafa,  ne bileyim taşlara, bitkilere, çöpe…—evet çöpe ne olmuş?  ve insanlara tabi… etrafta en çok onlardan var malum. 


The Deluge’dan bahsedeceğim. 

Günün tablosu ‘The Deluge’ yani ‘Tufan etüdü’

Leonardo Da Vinci’nin 1517- 18 arasında yaptığı söyleniyor. 

Yukarıdaki tablo!


Az önce bahsettiğim kitapta okuduğum şeyi biraz idrak ettiysem bu tablo bir motion-picture .

Eni konu idrak ettiysem bu tablo bildiğin sinemanın ilk örneği. 


Eh tabi tarihte biri sinema icad edilmeden sinema filmi çekecek olsa bu olsa olsa Leonardo olurdu. 

Da Vinci tabiki. 

Bu beni şaşırtmazdı.

Beni şaşırtan Leonardo Da Vinci’nin bu tabloya bir senaryo yazmış olması. 


İşte bu senaryonun ingilizce çevirisine elimdeki bu kitap sayesinde ulaştım. 

Bahsi geçen kitap Sergei Eisinstein (Potempkin Zırhlısı derdemez ışık yanar) Film Sense. Ve içinde dolaştığım bölüm ise “word and image”

İşte şimdi kelimelerin görüntüye dönüşeceği ve bu dönüşümden bir ses çıkacağı ana gelmiş bulunuyoruz. 

Aşağıda paylaşacağım tekst bizzat Leonardo Da Vinci’nin kaleminden çıkmış. 


Let the dark, gloomy air be seen beaten by the rush of opposing winds wreathed in perpetual rain mingled with hail, and bearing hither and thither a vast network of the torn branches of trees mixed together with an infinite number of leaves. All around let there be seen ancient trees uprooted and torn in pieces by the fury of the winds. You should show how fragments of mountains , which have been already stripped bare by the rushing torrents , fall headlong into these very torrents and choke up the valleys, until the pent-up rivers rise in flood and cover the wide plains and their inhabitants.


Again there might be seen huddled together on the tops of many of the mountains many different sorts of animals, terrified and subdued at last to state of tameness, in company with menand women who had fled there with their children. And the fields which were covered with water had their waves covered over in great part woth tables, bedsteads,boats and various other kinds of rafts, improvised through necessity and fear of death, Upon which were men and women with their children, massed together and uttering various crows and lamentations, dismayed by the fury of the winds which were causing the waters to roll over and over in mighty hurrocane, bearing with them the bodies of the drowned; And there was no object that floated on the water but was covered with various different animals who had made truce and stood huddled together in terror, among them woves, foxes, snakes and creatures of every kind, figitives from death. And all the waves that beat against their sides were striking them with repeated blows from the various bodies of the drowned, and the blows were killing those in whom life remained. Some groups of men you might have seen with weapons in their hands defeding the tiny footholds that remained to them from the llions and wolves and beasts of prey whoch sought safety there. Ah what dreadful tumults one heard resounding through the gloomy air, smitten by the fury of the thunder and the lightning it flashed forth, which sped through it, beating ruin, striking down whatever withstood its course! Ah, how many might you have seen stopping their ears with their hands in order to shut out the loud uproar caused through the darkened air by the fury of the winds mingled together with the rain, the thunder of the heavens and the raging of the thunderbolts! Others were not content to shut their eyes but placing their hands over them, one above the other, would cover them more tightlyin order not to see the pitiless slaughter made of the human race by the wrath of God. Ah me, how many lamentations! How many in their terror flung themselves down from the rocks! You might have seen huge branches of the giant oaks laden with men borne along through the air by the fury of the impetuous winds.


How many boats were capsized and lying, some whole , others broken in pieces, on the top of men struggling to escape with acts and gestures of despair which foretold an awful death. Others with frenzied acts were taking their own lives, in despair of ever being able to endure such anguish; Some of these were flinging themselves down from the lofty rocks, Others strangled themselves with their own hands; Some seized hold of their own children, And with mighty violence slew them at one blow; Some turned their arms against themselves to wound and slay; others falling upon their knees were commending themselves to God. Alas! How many mothers were bewailing their drowned sons, holding them upon their knees, lifting up open arms to heaven, and with divers cries and shrieks declaiming against the anger of the gods! Others with hands clenched and fingers locked together gnawed and devoured them with bites that ran blood, crouching down so that their breasts touched their knees in their intense and intolerable agony. Heards of animals , such as horses , oxen , goats , sheep, were to be seen already hemmed in by the waters and left isolated upon the high peaks of the mountains, all huddling together, and those in the middle climbing to the top and threading on the others, and waging fierce battles with each other, and many of them dying from want of food. And the birds had already begun to settle upon men and other animals, no longer finding any land left unsubmerged which was not covered with living creatures. Already had hunger, the minister of death, taken away their life from the greater number of animals, when the dead bodies already becoming lighter began to rise from out the bottom of the deep waters, and emerged to the surface among the contending waves; and there lay beating one against another, and as balls puffed up with wind rebound back from the spot where they strike, these fell back and lay upon the other dead bodies. And above these horrors the athmosphere was seen covered with murky clouds that were rent by the jagged course of the ragging thunderbolts of heaven, which flashed light hither and thither amid the obscurity of the darkness…



Tekstin drifter çevirisi; 

Oradan oraya savrulan parçalanmış ağaç dallarıyla ve sayısız yaprakla karışmış karanlık ve kasvetli havanın devasa bir ağ gibi,  biteviye yağan yağmura eklenen doluyla birlikte esen zıt rüzgarların hızına yenik düştüğü;

etrafında, rüzgarın şiddetiyle köklerinden sökülmüş ve parçalanmış kadim ağaçlar görülsün.

Dağlardan kopmuş kaya parçalarının, hızla akan sellerin içine yuvarlanıp vadileri tıkayarak, taşkın nehirlerin yükselmesine ve geniş ovaları ve düzlükleri kaplamasına yol açtığını göstermelisin.


Yine, dağların tepesinde toplanmış farklı türden hayvanlar… korkmuş ve nihayetinde evcilleşmişler.  çocuklarıyla birlikte oraya sığınan kadınlar ve erkeklerle biraradalar.

Dalgalar altında kalmış tarlaların üzerini zorunluluktan ve ölüm korkusundan emprovize yapılmış sal işlevi gören masalar , karyolalar, kanepeler kaplanmış olsun. Üzerlerinde kadınlar, erkekler ve çocukları birlikte toplanmış halde, rüzgarların şiddetiyle çalkalanan dalgalarla birlikte yuvarlanıp duran suların ortasında, boğulmuşların cesetlerini sürükleyen güçlü kasırga karşısında korku içinde çeşitli çığlıklar ve ağıtlar yakarken görülsün.

Sular üzerinde yüzen tüm hayvanlar barış ilan etmiş ve korku içinde birbirine sokulmuş…farklı farklı hayvanlar…aralarında kurtlar, tilkiler, yılanlar ve ölümden kaçan her tür yaratık...

Bakanın izleyeceği şu;

Ve vuran her dalga, boğulmuşların cesetleriyle onlara tekrar tekrar darbe indiriyordu ve bu darbeler, hayatta kalanları öldürüyordu.

Bir yandan, kalan küçük ayak izlerini korumak için ellerinde silahlarla, aslanlardan, kurtlardan ve orada güvenlik arayan diğer yırtıcı hayvanlardan kendilerini savunan insan grupları…

Ah, ne korkunç bir kargaşa o kasvetli havada! Göğün öfkesinden gelen gök gürültüsü ve şimşekle dövülen hava, her neye çarptıysa onu yıkıma uğratarak yoluna devam ediyordu!

Ah, nasıl bir gürültü. İnsanlar, rüzgarın şiddetiyle yağmur, gök gürültüsü ve yıldırımların karıştığı o karanlık havada yükselen gürültüyü duymamak için elleriyle kulaklarını kapatıyordu!

Bazıları sadece gözlerini kapatmakla yetinmiyor, ellerini üst üste koyarak Tanrı'nın gazabıyla insanlığın acımasızca katledilişini görmek istemedikleri için gözlerini daha sıkı kapatıyordu.

Ah, ne çok ağıt!

Korku içinde kayalardan kendini atan kaç kişi vardı! Dev meşe ağaçlarının devasa dalları, rüzgarların şiddetiyle havada sürüklenirken üzerlerinde insanları taşıyordu.


tekneler devrilmiş ve kimisi bütün, kimisi ise parçalara ayrılmış bir şekilde, kaçmaya çalışan insanların üzerine düşmüş… insanların can havliyle sergilediği hareketler ve jestler korkunç bir ölümü önden haber veriyordu.

Bazıları ise çıldırmış, bu acıya daha fazla dayanamayacaklarını düşünerek kendi canlarına kıyıyorlardı; Bazısı kendini yüksek kayalardan aşağıya bırakıyordu. Kimisi kendi elleriyle kendini boğuyordu; Bazıları çocuklarına sarılıyor ve onları tek bir darbeyle öldürüyordu; Bazıları silahlarını kendilerine doğrultup kendilerini yaralıyor ve öldürüyor, bazıları ise diz çöküp kendini Tanrı’ya adıyordu. Ne yazık! Kaç anne boğulmuş oğullarına dizleri üzerinde ağıtlar yakıyor, onları kucaklarına alıyor, kollarını göğe açıyor ve çığlıklarla tanrının gazabına haykırıyordu!

Diğerleri ise yumruklarını sıkarak, parmaklarını kenetleyerek, onları kan akıtan dişlerle ısırıyor ve dizlerine kadar eğilmiş, yoğun ve dayanılmaz acılar içinde kendilerini yiyip bitiriyordu.

At, öküz, keçi, koyun gibi hayvan sürüleri suların ortasında veya dağ zirvelerinde mahsur kalmış görünüyordu. Hepsi bir araya toplanmış, ortadakiler yukarıya tırmanıyor ve diğerlerini çiğneyerek  yaşamda kalma savaşı veriyor, birçoğu açlıktan ölüyordu. Kuşlar artık üzerinde canlıların bulunmadığı bir kara parçası kalmadığı için insanlara ve diğer hayvanlara konmaya başlamıştı.

Açlık, ölümün hizmetkarı, hayvanların çoğunun yaşamını almıştı, bu esnada ölü bedenler hafifleyerek derin sulardan yüzeye çıkmaya başlamış, çarpışan dalgaların arasında yüzeye vuruyorlardı; birbirlerine çarpıyorlar ve rüzgarla şişmiş toplar gibi çarpıştıkları yerden geri sekip diğer ölü bedenlerin üzerine düşüyorlardı. Ve bu dehşet sahnesinin üstünde, gökyüzü karanlık bulutlarla kaplanmış, göğün öfkeli şimşekleriyle yarılmıştı. Şimşekler bu karanlığın ortasında oraya buraya ışık saçıyordu...


Of Leonardo valla içim şişti. Git santa croche’de bi pizza ye yanına da bi toscana şarabı aç. Bu ne be, gece kıçın açıkta mı kaldı. El insaf!


Neys! 

Bu da 1988 yapımı CGI 





 

9 Ocak 2023 Pazartesi

Bir Blog Hikayesi ve Gezinti arabası


La Baladeuse - Gezinti arabası


Eskiden Bayonne ile Biarritz arasında bir tramvay işlerdi: yazın, buna kapalı yeri olmayan , üstü tümüyle açık bir vagon eklenirdi: Gezinti arabasıydı bu. Büyük sevinçti, herkes binmek isterdi: pek yoğun olmayan bir manzara boyunca insan, aynı zamanda hem panoramadan, hem hareketten, hem de temiz havadan yararlanırdı. Bugün artık ne gezinti arabası kaldı ne de tramvay. Biarritz yolculuğuysa tatsız tuzsuz bir iş. Bunu, ne geçmişi mitsel olarak güzelleştirmek için, ne de artık tramvay olmayışına üzülüyormuş gibi yaparak, yitip gitmiş bir gençliğe olan özlemimi belirtmek için söylüyorum. Bunu yaşama sanatının tarihi olmadığını belirtmek için söylüyorum. Evrim geçirmez yaşama sanatı : Yok olup giden zevk, sonsuza dek yitip gider, hiç bir şey konmaz yerine. Ardından başka zevkler gelir, ama bunlar da hiçbirşeyin yerine geçmez Zevklerde ilerleme olmaz, yalnızca değişimler olur. 


Roland Barthes - Roland Barthes



Kıymetli blogger camiası,  2023’e hazır mıyız?

kıymetinizi biliyor musunuz? 

iyi iyi. Ben de öyle düşünmüştüm.


2023 ocak itibarıyla havalı bir dönüş yapayım dedim bloga. Eee nerelerdeydin bunca zaman diye soracak olursanız, duymazdan geldiğimi bilin. Anlatacak olsaydım anlatırdım zaten. 


Geçenlerde benim için ekstra önemli birisine başka birşey anlatırken fark ettim blogumu biraz boşladığımı, ve burada olmayı özlediğimi ve bana iyi geldiğini vs vs.  (Ekstra önemliye vurgu yapınca kendisine vurgu yapamayacağım herkesin içinde ama zaten reklama ihtiyacı yok, alla’ ondan alsın bana versin biraz okuyucu, tıklayıcı filan) 


Sonra düşündüm 2010 yılını.  Ve sordum kendi kendime: Tam 13 sene önce. O mart günü ne olmuş da ben öyle, birden, estiği gibi blog sayfası dizayn etmişim ve Drfiter kişisini doğurmuşum? 


Ilk blogposta gittim. 


https://justdriftingaround.blogspot.com/2012/03/baslangic.html


Hahahahahahahh!

Gülünmeyecek gibi değil hakikaten. 


‘Artık yazacak pek o kadar bir şey bulamıyorum’ diye blog açan bir profildir Drifter. Bilin diye söylüyorum. 


Peki Ne anlatır bu ‘Me Gusta La Noche Me Gustas Tu?’ 

 

İste tam da Drifter kafasını anlatır.  Tam olarak benimle ilgili değildir aslında. Yaşarken etkilendiklerimdir, etkilenirken dönüştüklerimdir,  dönüşürken savrulduklarımdır. Tutunamayıp düştüklerimdir. Hiçbir şey olmamış gibi kalktıklarımdır. Burnum bile kanamamış gibi yaptıklarımdır. yapmayı sevdiğim şeyleri yapmamı istemeyenlere inattır, biraz yaşama sanatıdır biraz Manu Chao’ya öykünmedir ve saygı duruşudur. Biraz neden hayatta olduğunu hatırlamaktır. 


Evet bir süredir yoktum. Ama şimdi buradayım yukarıdaki alıntıyı havalı olsun diye koymadım. Havalı oldu o ayrı, ama aslında kendime koydum. Üzülmeyeyim diye. 

Yad edelim ve devam edelim. 



E çalalım o zaman ve ekleyelim hiçcccc bir yerde bulamayacağınız drifter çevirisini de…  

 






¿Qué hora son, mi corazón?

Orada saat kaç Sevgilim? 


Te lo dije bien clarito

Sana söylemiştim açık açık değil mi?


Permanece a la escucha (bende kal!)

Permanece a la escucha (stay tuned millet!)


Doce de la noche en La Habana, Cuba (Havana Cuba’da gece saat 12) 


Once de la noche en San Salvador, El Salvador (El Salvador, San Salvador’da gece saat 11)

Once de la noche en Managua, Nicaragua (Nikaragua , Managua’da gece saat 11)


Me gusta los aviones, me gustas tú 

(Uçakları severim bir de seni)

Me gusta viajar, me gustas tú

(Seyahat etmeyi severim, bir de seni)

Me gusta la mañana, me gustas tú

(Sabahlar severim, bir de seni)

Me gusta el viento, me gustas tú

(Rüzgarı severim, bir de seni)

Me gusta soñar, me gustas tú

(Hayal etmeyi severim ve tabiki seni)

Me gusta la mar, me gustas tú

(Denizi severim, bi’de seni)


¿Qué voy a hacer?, je ne sais pas (şimdi ne yapsam bilmiyorum)

¿Qué voy a hacer?, je ne sais plus (ne yaparım şimdi artık bilmiyorum)

¿Qué voy a hacer?, je suis perdu (Ben şimdi ne yapacağım, galiba kayboldum)

¿Qué horas son, mi corazón? (Orada saat kaç sevgilim?)



Me gusta la moto, me gustas tú 

(Motorları severim bir de seni)

Me gusta correr, me gustas tú

(Koşmayı severim, bir de seni)

Me gusta la lluvia, me gustas tú

(Yağmuru severim, bir de seni)

Me gusta volver, me gustas tú

Dönüşleri severim bir de seni

Me gusta marihuana, me gustas tú

(Marihuana’yı severim, bir de seni)

Me gusta Colombiana, me gustas tú

(Kolombiya nezlesini severim, bir de seni)

Me gusta la montaña, me gustas tú

(Dağları severim bir de seni)

Me gusta la noche (me gustas tú)

Geceye bayılırım ve bir de sana


¿Qué voy a hacer?, je ne sais pas (şimdi ne yapsam hiç bilmiyorum)

¿Qué voy a hacer?, je ne sais plus (ne yapayim şimdi artık bilmiyorum)

¿Qué voy a hacer?, je suis perdu (Ben ne yapıyordum, kesin kayboldum)

¿Qué horas son, mi corazón? (Orada saat kaç sevgilim?)


Doce, un minuto (12’yi bir geçiyor.)


Me usta la cena, me gustas tú

(Akşam yemeğini severim, bir de seni)

Me gusta la vecina, me gustas tú (Radio Reloj)

(Komşuluğu severim, ve bir de seni) Radyo da hala açık 

Me gusta su cocina, me gustas tú (una de la mañana)

(Senin yemeklerini severim ve bir de seni)

Me gusta camelar, me gustas tú

(Etkilemeyi severim ve bir de seni)

Me gusta la guitarra, me gustas tú

(Gitar sesini severim, ve bir de seni)

Me gusta el reggae, me gustas tú

Reggae’yi severim, ve  tabiki seni)



¿Qué voy a hacer?, je ne sais pas (şimdi ne yapsam hiç bilmiyorum)

¿Qué voy a hacer?, je ne sais plus (ne yapayim şimdi artık bilmiyorum)

¿Qué voy a hacer?, je suis perdu (Ben ne yapsam şimdi, hakikaten kayboldum)

¿Qué horas son, mi corazón? (Orada saat kaç sevgilim?)



Me gusta la canela, me gustas tú

(Tarçını severim, ve bir de seni)

Me gusta el fuego, me gustas tú

(Ateşi severim ve bir de seni)

Me gusta menear, me gustas tú

(Kıpırdatmayı severim ve bir de seni)

Me gusta La Coruña, me gustas tú

(Coruña birasını da takımını da severim ve bir de seni.)

Me gusta Malasaña, me gustas tú

(Malasanya’yı severim ve bir de seni)

Me gusta la castaña, me gustas tú

(Kestaneyi severim ve bir de seni)

Me gusta Guatemala, me gustas tú

(Guatemala’yı severim ve tabiki seni)


¿Qué voy a hacer?, je ne sais pas (şimdi ne yapsam hiç bilmiyorum)

¿Qué voy a hacer?, je ne sais plus (ne yapayim şimdi artık bilmiyorum)

¿Qué voy a hacer?, je suis perdu (Ben ne yapıyordum, kayıp diyebilirsiniz bana)

¿Qué horas son, mi corazón? (Orada saat kaç sevgilim?)


¿Qué horas son, mi corazón?

¿Qué horas son, mi corazón?

¿Qué horas son, mi corazón?

¿Qué horas son, mi corazón?

¿Qué horas son, mi corazón?

¿Qué horas son, mi corazón?


Cuatro de la mañana

(Sabahın dördü)

A la bin, a la ban, a la bin-bon-bam

A la bin, a la ban, a la bin-bon-bam

Obladí obladá obladí-da-da

A la bin, a la ban, a la bin-bon-bam

Radio reloj

(Radyo Reloj hala açık)

Cinco de la mañana

(Saat sabah beş!!!)


No todo lo que es oro brilla 

(Her parlayan altın değildir malum)

Remedio chino e infalible

çin tıbbı yanılmaz

  


Hepimize iyi seneler olsun kolay geçsin :D 

 


30 Aralık 2019 Pazartesi

DRIFTER AWARDS 2019 MABELARD ŞİİR ÖDÜLÜ

Bu yıl bir dergide Kate Chopin'in bir şiirine rastladım. Aslında şairliğiyle ünlü biri değil Kate Chopin malum ama bu şiiri çok hoşuma gitti. Sade ve derin. Çok samimi.
(Çeviriyi yaparken 'by the way' le oynadığı küçük oyunu görmezden gelmemeye hatta ortaya çıkartmaya çalıştım onun için bi tuhaf gelebilir ilk dörtlük.)



Let  the Night Go

The night is gone , the year and yesterday;
the dozen little hours i had stole
and hid within the shadow of my soul
to play with by the way

Let the night go! the year and yesterday!
I've kept one little hour from the past;
a pretty thing -a bauble to hold fast
and play with - by the way.


Bırak Geceyi Gitsin

Geçti o gece, o sene
ve dahi
dün;
Ama bu arada
Bir düzine küçük saati çalıp sakladım
ruhumun gölgesine
oyalanayım diye

Bırak gitsin
gece, ve yıl ve dahi dün
Ben ayırdım kendime
Geçmişten bir saatçik.
Tatlı bir boncuk
Tutmak için sıkıca
Tam oynuncak
Yol boyunca.







14 Aralık 2019 Cumartesi

ROMANTİK MARATON #5 TONY TAKITANI

'Onunla evlenerek Tony Takitani hayatının yalnızlık dönemini kapatıyordu. Sabahları uyandığında ilk işi onu aramaktı;  onu yanında uyurken bulduğundaysa hissettiği, rahatlama duygusuydu. Eğer yanında değilse huzursuzlanıyor kalkıp evin içinde onu arıyordu. Yalnız hissetmemekle ilgili ona tuhaf gelen birşeyler vardı. yalnız olmayı sonlandırdığı gerçeği,  tekrar yalnız kalabilme olasılığının sebep olduğu bir korkuyu tetikliyordu’  [Haruki Murakami]


“By marrying her, Tony Takitani brought the lonely period of his life to an end.
When he awoke in the morning, the first thing he did was look for her. When he found her sleeping next to him, he felt relief. When she wasn't there, hefelt anxious and searched the house for her. There was something odd for him about not feeling lonely. The very fact that he had ceased to be lonely caused him to fear the possibility of becoming lonely again.” 



Murakami’nin ayni isimli öyküsünden beyazperdeye uyarlanmış film 'görsel bir şiir’ diye ifade edildi pek çok film eleştirmeni tarafından. Katılıyorum. Jun Ichikawa sofistike zevkleri olan sinema seyircisinin önüne bir kup limonlu dondurma koyuyor sanki.

Minimal fotoğraf ilginizi çekiyorsa bu filmden hiç sıkılmayacaksınız, hayran hayran bakacaksınız. Aksi durumda biraz baygın (bir arkadaşımın bizzat yorumu böyleydi)  gelebilir.   
zira şöyle fotoğraflar göreceksiniz film süresince... 

(son zamanlarda benim de takıntım minimal fotoğrafları layklamak. Kendimi alamıyorum  Instagram’a teslim olmamı sağlayan da minimal fotoğrafçılık itiraf ediyorum. Neyse sulandırmayalım.)











gibi...


Hoşuma giden bir diğer şey de sayfa çevirme efekti yaratan çok yumuşak sahne geçişleri. Gerçekten  ara ara, 'kitap mı okuyorum film mi seyrediyorum belli değil' diyor insan.

Gelelim mevzuya;

Toni Takitani, annesi o bebekken vefat etmiş, babası ise bir jazz müzisyeni olduğu için sürekli turnede; bu sebeple yalnızlık küçüklüğünden beri tam içine işlemiş olan bir insandır. Çizim yeteneği olduğundan dışavurumu resimle olsun istemiştir vefekat çizdiklerinde duygu eksikliğine karşı şekli doğruluk öne çıkınca illustrator olmaya yönelmiştir. Boylece zaman gecmis, Tony Takitani, orta yaşlı, münzevi bir grafik tasarımcı olarak takılmaktadır. 

Bir gün ofiste bir sekreter alımı görüşmesinde adaylardan birine karşı birşeyler hisseder. Önce karar veremese de, kız ise başladıktan bir sure sonra ona aşık oldugunu fark eder ve ona evlenme teklif eder. Bu kız kendisinden epey genç , kendisi kadar yalnız ve bir o kadar da ilginç biridir.  İlginçliği takıntısından gelmektedir. Kızda giyim takıntısı vardır. Dolayısıyla da alışveriş manyağıdır.  

Murakami, kızın takıntısının onun kişiliğinin belirleyici özelliği olduğu konusunda net; oyunun kahramanı Tony ise bir ikilem yaşıyor. oraya sonra gelelim.

Ana mevzu; bir yalnız bir yalnızla artık yalnız olmamaya karar verirse bunu ne kadar başarabilir?

alt sorunsallar: 

- kişinin sanatı tiryakiliği olabilir mi? bu engellenmeli midir?
- ‘tekrar yalnız kalma korkusundansa yalnızlık yeğdir' midir?

son bir alıntıyla noktayı koyalım.

Each memory was now the shadow of a shadow of a shadow. 

'Her hatıra şimdi gölgenin gölgesinin gölgesiydi.'