Outsider Art demek beni rahatsız ediyor, ben orijinal adını
kullanmayı yeğliyorum. “Art brut” nefis bir ifade bence; brutal kelimesini oldum olası beğenmişimdir. Una musica brutal dediği bir parçası vardır Gotan
Project’in, çok güzel tango…
Brutal…
evet vahşi anlamı var ama başka şeyler de söylüyor bu sözcük…
mesela haşin, hoyrat, yabani…
çok güçlü bir kelime, şiddet içeriyor…
sanat da öyle değil midir?
Onun için Roger Cardinal’e; art-brut’a “outsider
art” yakıştırmasını yapıp bir de tamlamayı literatüre geçirdiği için hep burun
kıvırıcam hiç alınmasın gücenmesin. Sebep de; efendim bu sanatçılar ömürlerinin
büyük kısmını akıl hastanelerinde, hapishanelerde filan geçirmişlermiş; çoğu
psikopat ya da şizofrenmiş (veyahut çocuk) onun için popüler sanat ya da sanat
eğitiminden falan bihaberlermiş…
Yaptıklarını sanat olsun diye yapmıyorlarmış; bak sen!
bu jarncılığa çok kafam bozuluyor ama fazla üstünde durmamak
lazım; neticede bir tercüme isim işin değerini azaltacak değil ya…
Biz Jean Dubuffet’den yürüyelim; bu art-brut mevzuuna ilk dikkati çeken odur
çünkü.
Dubuffet zengin bir Fransız burjuvadır; Paris’te Julian
Akademisinde resim okumuşluğu vardır; gerçi pek çok zengin burjuva gibi orada
pırlanta gibi arkadaşlar edindikten sonra eğitime burun kıvırıp akademiyi
yarıda bırakmıştır; (bize ne canım) İyi şarapçı olduğu söylenir. Yok öyle değil
baba mesleği şarap üretimi ve pazarlamasından iyi geliri varmış. (bundan da bize
ne canım) bütün bunlar 1900’lerin
başında oluyor bu arada… Neyse hayatından kimler gelmiş kimler geçmiş peh…Michauxlar
mı istersiniz Matisseler, Artaudlar, Celine’ler allah allahhh diyorum.
Sadede gelicem yani asıl mevzuya; herşey Dubuffet, Aloise Corbaz’la
Adolf Wolfli’nin sanatıyla karşılaşınca yerine oturuyor. Evreka kafası…"Bu başka bişey!" dediğimiz şey işte tam da bu diyor Dubuffet. Tabi Dubuffet de pek enteresan adam ama ben şimdi Adolf Wölfli’den bahsedicem
izninizle…
O çocukken fiziksel ve cinsel tacize maruz kalmış bir yetim
aslında…çocuk istismarından hapse girene kadar da hayatı epey berbat geçmiş;
ordu geçmişi falan da var bir dolu bela…1800’lerin sonunda ağır psikoz
teşhisiyle Bern’deki Waldau Kliniğine yatırıyorlar…(orada da ölmüş zaten) bütün hayatı boyunca halüsinasyonlarla
yaşamış Wölfli. Ve bu halüsinasyonların bir yerinde çizmeye başlamış baba…1904-1906
yılları arasında 50 serilik karakalem çizimleri ilk işleri olarak biliniyor.
Waldau Kliniğindeki doktorlardan biri (soyadı Morgenthaler) Wolfli’ye özel bir
ilgi duyup Ein Geisteskranker als
Künstler (A Psychiatric Patient as Artist) (bir sanatçı olarak Psikiyatrik bir
Hasta) diye kitap yazınca ve bu da Dubuffet’in eline geçince ‘art brut’ yavaş
yavaş bişey ifade etmeye başlıyor.
Çok enteresan; adama sabah bir kurşun kalem veriyorlarmış;
iki günde kalem bitiyormuş onun bunun kalemine sarkıyormuş sonra…yılbaşında bir
kutu renkli kalem vermişler iki üç haftada bitirmiş kalemleri.
Yahu nasıl bir işçilik insanın aklı almıyor, bildiğin deli
işi diyeceğim “literally” diye eklememe gerek kalmayacak. Ama çok etkileyici
gerçekten.
Sonra müzik de yazmış;
bu konu da ayrı muamma…
Notaları resim mantığıyla yerleştiriyor sanmışlar önce
porteye… sonra bi deşifre etmişler şöyle şeyler çıkmış;
buyur burdan yak.
Asıl büyük Wölfli koleksiyonu Bern’deki Fine Art Museum’da
ama Lozandaki bu muhteşem müzede de bir bölüm ayrılmış tabi kendisine. Irren –Anstalt Band- Hain, 1910 adlı remin
önünde gün geçer…
Müzede haliyle fotoğraf çekmeme izin vermediler; fotoğraf
makinesini bırakın, çantamı da girişteki kasalara kilitlettiler; üstümü
arayacaklar sandım, elime not defterimi almaya çekindim valla… hayır google’da zibilken, benim günahım ne; bu saçmalıklara hakkaten çok yoruluyorum. Ama zaten
fotoğraf iyi olmuyor bazı resimler camın arkasında olduğu için parlama yapıyor.
Bir sonraki postumda size en çok etkilendiklerimden biri
olan Guillaume Pujolle’den bahsedeceğim.
şimdi buyrun Wolfli halülülülerine bakalım biraz;