Dün gece müthiş bir tiyatro deneyimi yaşadım anlatmam lazım.
Ben bu yeni interaktif tiyatro performanslarına soğuk bakan biriyim. Geleneksel tiyatro severim. Sahneye, belli bir mesafeden, mümkünse orta sıralardan, acık da tepeden bakmayı severim. İzlerken görünür olmak istemem, kalabalığın içinde, karanlıkta, statik, edilgen olmak isterim, hipnotize olmak isterim vs.
Ama Maeterlinck dediler dayanamadım.
Maurice Maeterlinck biraz unutulmaya bırakılmış aslında çok mühim bir Sembolist şair ve tiyatro yazarı. Belçikalı, Ghent doğumlu. (Bu Ghent de bu sıralar sürekli karşıma çıkıyor yakınlarda ziyaret edeceğim.)
Çok enteresan bir kişilik. Hem Nobel edebiyat ödülü sahibi hem de intihalci (bildiğin daktiloya çekmiş Afrikalı bir yazarcağızın kitabını). Bi' de Kont! üstüne üstlük.
Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim özellikle dün yaşadığım tiyatro deneyiminden sonra...
Maeterlinck'in 'Les Aveugles' /The Blind' yani körleri olmasaydı Beckett'ın Godot'su Gigi ve Dodo'yu o kadar bekletmeye cüret edebilir miydi bilemiyorum.
Sembolizm kilitse statiklik kaçınılmaz.
Statik tiyatro herkesin koşa koşa gittiği bir tiyatro türü değil elbet. Onun için dünkü performansı buradan bir kez daha imrenerek tebrik ediyorum.
önce oyundan genel olarak bahsedeyim.
Yaşlı bir Rahip kilise himayesinde yaşayan bir grup kör insanı doğa yürüyüşüne çıkarır. Ormanlık alanda bir tepeye ulaşırlar. Tüm bunlar aslında oyun başlamadan olmuştur. Oyun başladığında rahip ortada yoktur. Sadece nerede olduklarını bilmeyen bir grup kör insan vardır; Onların, nereye gittiğini ve ne zaman geleceğini bilmedikleri rahibi beklerken yavaş yavaş artan endişeli diyaloglarıdır oyun.
Gelelim dünkü performansa. Tiyatro diyemiyorum çünkü öyle birşey değildi. Private tiyatro partisi filan gibi birşeydi. 15+1 ( çift sayı olsun diye komiğime gitti bu ayrıntı) kişilik seyirci kontenjanı var. 1 ay oynanacak.
Kapıda Rahip karşılıyor bizi Kahverengi rahip kostümlü biri. Değneği var. Kapıyı açınca salona giriyoruz. Koltuk yok. sahne de yok, yani öyle bir ayrım yok diyelim. Ve karanlık. Sadece kare salonun bir duvarında boydan boya bir projeksiyon perdesindeki loş orman manzarası içeriyi aydınlatıyor. Sanki hava kararmak üzere yıldızlar yeni belirginleşmeye başlamış. Rasgele serpilmiş bir sürü kaya görünümlü tümsek var baya baya ağaç görünümlü ahşap sütunlar var salonda. Girer girmez olmasa da bir iki dakika içinde ormandaymışız hissine alışıyoruz.Bize mihmandarlık yapan Rahip konuşmadan eliyle istediğimiz yere oturabileceğimizi işaret ediyor. Kimisi tümseklerin üstüne tünüyor kimisi ağaç sütunlara yaslanıp yere oturuyor. Sadece nereye dönük oturacağımızı bilmiyoruz. Herkes yerini belirlediğinde Rahip elinde göz bantlarıyla yanımıza geliyor ve teker teker gözlerimizi bağlamaya başlıyor. Bununla kalsa iyi. Bağlama işi bittikten sonra kulağıma eğildi ve benimle gel dedi. beni kaldırdı birlikte biraz yürüdük ve beni başka bir yere oturttu. Salonun içinde farklı bir tümsek. 'Sonra istersen oyun başladıktan sonra başka bir yere de geçebilirsin. oturmak zorunda değilsin, yürüyebilirsin, ayakta durabilirsin, şimdilik burada biraz bekle' dedi.
Bunu teker teker diğerlerine de yaptı. Böylece oyun başladığında salonun neresinde oturduğumu yakınımda kim olduğunu bilmiyordum. Yani hepimiz körleştirilip bir salona bırakılmıştık.
Epey bi sessizlik oldu. Kimse konuşmadı bir kaç dakika. Sonra başkalarının da salona girdiğini duydum. Oyuncular olmalı diye düşündüm. herkes yavaş hareket ediyordu. Sonra biri 'sorry can I say something?' dedi. sessizlik oldu. Kimse cevap vermedi. O bişey söyleyebilir miyim diyen erkek sesi tekrar 'Priest, sir!!' diye seslendi. Yine hareket olmadı. Sustuk öyle. Bir iki dakika daha geçti galiba. Öyle duruyoruz çıt yok, artık herkes hangi hülyalara daldıysa; bekliyoruz oyun başlasın diye.
Oyunun ilk cümlesi
Is he not coming back?
şimdi size şu linki tavsiye ediyorum.
Gözlerinizi kapatıp dinleyin neden bahsettiğimi anlayacaksınız.
Bu arada Maeterlinck'e devam mahiyetinde;
üzerinde sahne tasarımcısı illüstratör Otto Reigbert'in illüstrasyonunun olduğu şu kitap pek okunası!