reform etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
reform etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Aralık 2025 Cuma

Ne öğrendik? Cahilliğimizi….




“If all this is true, since the desire in us for knowledge is not in vain, surely then it is our desire to know that we do not know. If we can attain this completely, we will attain learned ignorance. For nothing more perfect comes to a person, even the most zealous in learning, than to be found most learned in the ignorance that is uniquely one’s own. One will be the more learned, the more one knows that one is ignorant.”


Klasik Drifter seriyi bitiricem dedi yine kayboldu diyenleriniz olabilir ama bu kez kararlıyım bitiricem.


 Nicholas de Cusa’ya daldım ondan geciktim. Bir de tam havaya gireyim bir Christmas huşusu içinde gideyim Hz İsa’nın son akşam yemeğinde içtiği şarap kupasını göreyim dedim; göremedim! yani ancak uzaktan görebildim. Bilemiyorum ki yani dünyanın dört bir yanından geliyorlar uzaktan bakıp gidiyorlar. Orada öylece duruyor kimsenin de bu gerçek mi değil mi diye sorguladığı yok sanki. Paralı da değil, istediğin zaman istediğin gibi gidip uzaktan bakabiliyorsun. Kapalı camekanın içinde, altın yaldız kaplamalı bir fonda yansımadan detayları da göremiyorsun. Öyle kendi halinde kutsal bir kupa. 

Niye Valencia’da duruyor o da muamma. 


Neyse havaya girmeme yardımcı oldu mu derseniz biraz oldu galiba. Kupa değil de ortam ambians. 

Tabloya dönelim. 

Önce yukarıdaki alıntıyı çevireyim size; 


Eğer tüm bunlar doğruysa, içimizdeki bilme arzusu boşa olmadığına göre aslında bu arzu bilmediğimizi bilme arzusudur. Yani bilmeye çalıştığımız şeyin aslında bilemeyeceğimiz birşey olduğunu kavrayabilirsek o zaman “öğrenilmiş cehalete” varırız. Çünkü hiçbir bilgi, öğrenmede en iştahlı kişinin bile kendi cehaletinde öğrendiği o bilememezliğinden daha mükemmel olamaz. Kişi cehaletinin ne kadar farkına varırsa o kadar öğrenmiştir. 


Gibi bişey. Harika yahu. Koskoca Kardinal, topluyor saray erkanını, kilise görevlisi, sanatkar, tüccar filan ruhban sınıfından ve soylu elitten kimi bulursa artık; bunları söylüyor ve herkes birbirine bakıyor, baya baya anlamış gibi… sonra dağılıyorlar. 


Katolik Kilisesinin iktidarı kuvvetlendikçe güç zehirlenmesinden iyice indulgence batağına battığı; yani günah affı ve cennet tapusu işini iyice abarttığı dönemlerde bazı zeki ; zeki olduğu için de ahlaklı olan teologların yavaş yavaş rahatsızlıklarını dile getirmeye başladığı bir dönemde yapılmış bir tablodan bahsediyoruz.


Den Bosch’lu Jerome bu tabloyu çizerken Rotterdam’lı Erasmus da Deliliğe övgüyü yazıyordu. Mesela şöyle şeyler yazıyordu; 


"I am the source of all honor and the origin of all esteem. Princes, pontiffs, and prelates tremble at my power, yet they all claim to serve God while serving me."


Erasmus, Delilik’i bir karaktere dönüştürüp güç ve itibarın ne kadar sahte olduğunu hicvediyor.


Ben tüm onurun kaynağı ve saygının menşeyim.

Prensler, papalar ve din adamları gücümden titrer, ama hepsi bana hizmet ederken Tanrıya hizmet ettiklerini iddia eder.


Veya;

"I grant pardon for all sins, whether mortal or venial, if only a coin is dropped into the plate." 


Ben her türlü günah için af veririm, ister ölümcül ister hafif olsun, yeter ki bir bozuk para tabağa atılsın.

Yani delilik diyerek biraz yumuşatıyor tabi de durum vahim aslında. 


Aralarında 100 km yok. Biri Rotterdam’da biri Den Bosch’da ikisi de ruhban ve birbirlerini bilmiyorlardı. Mümkün mü? Mümkün. Ortaçağ’a akıl sır ermez. Ama bu düşünce iklimi aklın yolu bir’le açıklanabilecek bir durum değil. Çünkü her akıl eden de öyle çıkıp yürek yemiş gibi konuşamıyor. 

İçerden birileri biraz daha yumuşak girişler yapmış alıştırmış olmalı. Kim bunlar? 


1300’lerin sonları Ruusbroeck; Brüksel’de kanonik rahip olarak başlayıp; ormana yerleşen ve eremitik mistik bir toplulukla yaşamaya devam eden din düşünürü. 


Bir de Nicholas of Cusa var. 

Learned Ignorance’ı ve coincidentia oppositorum (yani zıtlıkların birleşmesi/çakışması gibi çevrilebilir) yazıyor. Bu iki kitap bildiğin reforma giden yolun kaldırım taşlarını bir köşeye yığmak demek. Biri gelir bi ekip kurar ve döşemeye başlar diyerekten. 


Çok ilginç bir adam. Varlıklı tüccar bir aileden gelip ruhban sınıfının en üst kademesine yükseliyor. Kardinal oluyor ne diyorsun?  o denli bir yükseliş. Önce hukuk okuyor sonra matemaltik, hem kilisenin hem devletin adamı. Sürekli bi görevlendirmelerle oraya buraya gönderiliyor. Konstantinople not istanbul’ken Balat’a gelmiş biri. Batı ve Doğu kilisesi arasındaki Kutsal Ruh ‘Baba ve Oğul’dan gelir’ ; ‘olur mu sadece Baba’dan gelir’ çekişmesini isyan çıkmadan, din kardeşler birbirini boğazlamadan bir orta yol bulmak için gönderiliyor. Asıl dert Patriklerin özerklik istemesi. Tabiki ekonomik ve politik alt yapısı var yoksa Onlar da biliyor Tanrı bir. 


Neyse güzel bir çözüm üretiyor. Papa yine son kararı versin ama bir konsey olsun ve herkes fikrini, derdini beyan etsin Papa hepsini dinleyip karar versin’ diyor. Demekle kalmıyor Patriği de gemiye koyup İtalya’nın yolunu tutuyor. Üç ay sürmüş gemi yolculuğu. İşte o yolculukta ne olduysa bir aydınlanma,  bir hislenme…döner dönmez Learned Ignorance’ı yazıyor. Ege suları diye boşa demiyorlar. Okyanusu geçersin Ege’de batarsın. Rüzgarı öyle ilahidir.

Burada Cusa’lı Nicholas nümayişi yapmış gibi olmayayım da adam teolojik bir sorunsalı matematikle açıklayan ilk düşünür ve bence bu yeterince şok şok şok. 


Sonra Geert Groote ve Devotio Moderna hareketi geliyor. 


Devotio Moderna hareketi; ve Brabant bölgesinde neredeyse ezberletilen bir eserle birlikte anılıyor. 

Imitation of Christ. 

ibadet içsel dönüşümle desteklenmeli. 

Dünyevi hırslar, mal ve güç tutkusu ruhu bozar, İnsanın tanrıya yaklaşmasının yolu alçakgönüllülük ve itaattır. 

İsa’yı taklit etmek sadece ritüel değil, hayat tarzı olmalı.  

Özünde kitap ve Devotio Moderna bu. 


İşte buradan sonra işler karışıyor. Bosch bu iklimde ne düşünüyordu biraz açık ve de seçik ve  üyesi olduğu topluluğu göz önüne alırsak bir o kadar da belirsiz. 

Ama zaten büyük eserler hep bir muamma taşır ve biz de onun için ölüp biteriz. 

İspanya Kralı Yakışıklı Philippe’in cemiyetinde bir karakter olduğunuzu düşünün. Diyorlar ki, Aşağı Krallıklardan çok ünlü bir ressamın yeni eseri gösterilecek davetlisiniz. İcabet ediyorsunuz hemen. Sizi gösterimin yapılacağı salona alıyorlar. Triptiğin kapakları henüz kapalı. “O söyledi ve oldu!” Yazılı kapakları tüm davetliler hazır olduğunda hizmetkarlar yavaşça açıyor. Tıpkı bir sinema perdesi açılır gibi. 

Ve gördüğünüz şey karşısında nutkunuz bi tutulmuyorsa sizde bi tuhaflık var derim. 


İnsan arzudan ve korkudan müteşekkil bir varlıktır. Her daim azıtma eğilimindedir. İşte bu doğası sebebiyle Dünyayı kurutacak; o arzu nesnesi ve vur patlasın çal oynasına yarayan enstrumanlar tarafından yutulacak daha last judgement’e varamadan Dünya’da cehennemi yaşayacaktır. Ademin sonu karanlıktır. 

Diye bağlayan bir triptik. Hadi burdan yak.


Bu gün hala Bosch temalı kostümlü ravler yapılıyor lowlands tabir edilen topraklarda; müthiş dj’ler ; büyük partiler… özellikle cehennem panelinden seçilen karakterler en revaçta kostümler… 



Büyük ironi değil mi? 

Buna da bitiyoruz tabi.