Odalar arasındaki gezintisi, salonun meydanı gören geniş penceresinin önünde son bulmuştu yine. Elindeki porseleni içindeki çay hala sıcakmış da avuçlarını ısıtacakmışcasına kavradı ve nefes aldı.
Bulutlar akşam üstüne doğru süzülürken öğleden sonra güneşini de peşlerinden sürüklüyorlardı. ‘Ne ara dört olmuş?’ dedi kendi kendine. karşı sıradaki eczanenin elektronik bilboard’undaki 5 saniyede bir değişen fosforlu yeşil yazılar; önce saat, sonra tarih, sonra dereceyi gösteriyordu. Ne zaman meydanı kolaçan etmek için pencerenin önüne yaklaşsa bu fosforlu tabelayı takip ediyordu gözleri istemsizce. Bakıyordu ve görüyordu da: fakat öyle bir yaşam seçmişti ki kendine, çoğu zaman bu üç bilgiden herhangi birini bilmenin bir anlamı yoktu onun için.
Önce saat, sonra gün, ay, yıl ve son olarak da havanın o an kaç derece olduğu. Buna rağmen sırf bakmış bulunduğu için sonuna kadar takip ederdi her defasında. Saat 15;48, tarih 22/01/2023, dereceyi tam seçememişti; elektronik harflerin bazıları birbirine benziyordu. 01 ve 07 uzaktan pekala karıştırılabilirdi. Gözlerini kıstı ve bakışını yoğunlaştırdı tam emin olmak için, ancak 5 saniye dolmadan emin olamadı ve yeniden saat’e dönen bilboard’u, derece bilgisi çıkana kadar takip etmeye karar verdi. Dışarı çıkacağı filan yoktu aslında, dışarıda havanın kaç derece olduğunu bilmeye ihtiyacı yoktu. Buna rağmen bekledi derecenin 1 mi 7 mi olduğundan emin olmak için.
01c.
Eczanenin tabelası onu oyalarken epey yaşlı bir kadın yarılamıştı meydanı bir uçtan bir uca. Kendi kökünden ve bastığı topraktan mütevellit bir canla ayakta duran yıllanmış ağaçlar gibi iyice eğrilmişti omurgası kadının. Yürüyordu. Evet kadın tam da o incelmiş ve dallarını göğe değil de topraga doğru uzatmış ağaçlara benziyordu.
Kurumamıştır, yeşil de değildir artık, ama içinde öyle bir can ve güç vardır ki hala: kıramazsınız, gövdeden ayıramazsınız diğer kuru dallar gibi. Kadını gördüğü an ve kadının o anki imgesi yüzünden bunları mi geçirmişti içinden?
Gözleri kadını takip etmeye başladı. kadın yürüdü, yürüdü, yürüdü ve meydanı bitirip, meydanın köşesindeki ışıklara kadar geldi; yaya geçidinde durdu. Yeşil yanınca yavaşça hareket etti ve yanından hızla karşıya geçen insanlara, bisikletlere hiç aldırış etmeden, tıpkı kabuğuna güvenen bir kaplumbağa gibi, kendi zarif salınımıyla, yayalara ayrılan sürenin tamamını kullanarak caddenin karşısına geçti. Kadının karşı kaldırıma vukuatsız varmış olması içini rahatlatmıştı. Sanki kadın yaya geçidinde ilerlerken karşıya varana kadar tıpkı heyecanlı bir maraton seyreder gibi nefes almamıştı. Kadını izlemeye devam etti. Nereye gidiyordu bu buz gibi soğukta, bu kadar yaşlı, bu kadar eğrilmiş omurgasıyla? Nereye?
Kadın karşı kaldırımın geridönüşüm konteynerlerinin olduğu köşeye yöneldi ve yeşil renkli şişelerin atılması gereken konteynerin önünde durdu. Poşetinden çıkarttığı, uzaktan seçemediği ve şarap şişesi olduğunu düşündüğü veya o an öyle düşünmek istediği şişeleri konteynıra attı ve biraz ilerideki durağa doğru yine yavaş ve biteviye yürüdü.
‘Demek otobüse binecek!’ dedi kendi kendine.
Kendisi O yaşa geldiğinde ve omurgası tıpkı ağaçların o dallarına benzediğinde, tüm kırılganlığına rağmen kıramadığınız hani… işte o kadar yavaşladığında hızı, ve yine de yürümek geliyorsa içinden ve otobüse binmek…
kesinlikle 01 derece olmamalıydı dışarıda hava.
Yine Valensiya’yı düşündü, bir ay öncesini ve güneşli sabahları. Hatta tam o günü. Tam 1 saat 18 dakika boş boş oturup kalkamadığı o banki düşündü. Herşeyin spontan bir sonsuzluğa yayıldığı o 1 saat 18 dakikayı…İçini sımsıcak ama sımsıcak bir nefes kapladı. O nefesi bırakmak istemedi bir an ve neredeyse tüm hücrelerinde dolaştırdı. Mevzu dönüyor dolaşıyor Valensiya’ya bağlanıyordu bir zamandır.
....
Drifter hava dışarıda 01 dereceyken evine kapanmak suretiyle bir yazmaya başlarsa onu kimse durduramazdı.
Istanbul'a Waldeck geliyormuş nasıl içim gitti.