Warhol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Warhol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ocak 2025 Pazartesi

Gölgecilik #1

 



Gölgecilik #1



“Does the shadow help the person in some way?” You asked.

“I don’t know” I said. 

“Then why doesn’t everyone get rid of them?”

“They don’t know how to. But even if they did, I doubt anyone would discard their shadow.”

“How come?”

“Because people are used to them. Whether they serve any purpose or not.”

Naturally you couldn’t comprehend what that meant.



Murakami hız kesmiyor. ‘The City and its uncertain walls’ 19 Kasım’da yayınlanır yayınlanmaz benim kitapçı hemmmen ilk baskısı için sıraya gir , amman herkeslerden önce sen oku diye mailler, mesajlar bir dolu maymunluklar yaptı. Bayılırım numayişe zaten hemen girdim sıraya, aldım kitabı. İlk önce ben! okuyasım filan olduğundan değil ha. Ki zaten ancak okuyabiliyorum ki bitirmiş de değilim ortalarda biryerlerdeyim. çünkü Murakamiciiim hep dikkatimi dağıtıyor. Kendimi başka başka kitap, makale, wikipedi, tablo, film filan kurcalarken buluyorum dolayısıyla öyle bir kaç günde okuyup bitiremiyorum romanı…  

Murakamicilik öyle birşey. 

Nasıl birşey? Bak şurda yazmışım…

Tık!


https://justdriftingaround.blogspot.com/2019/08/bir-murakami-roman-bittiginde.html


Şimdi bu benim sevgili mektup arkadaşım 2025 itibariyle sırra kadem bastığından mütevellit bir yeni yıl bayramımı bile kutlamadığına göre derdi büyük, işi başından aşkın ya da iyi dağıttı henüz afyonu patlamadı. 

Allahtan sitemkar bir insan değilim beklerken blogun tozunu alayım bari.

Hadi yine iyisiniz bu durumda.  

Yeni yıl resolusyonları dışında bomba bir seriyle bloga dönmüş bulunuyorum. 


Gölgecilik!


Bu Murakami’yle aramda telepatik bir bağ olabileceğini hatta olduğunu düşünüyorum. reenkarnatif bi bağ da olabilir ki ben reenkarnasyona da çok inanan bi insan değilim, doğru yazıp yazmadığımdan bile emin değilim ama gözünü sevdiğim Türkçe okunduğu gibi yazılabiliyor ; yani böyle bir kavramdan bahsediliyorsa kesin vardır da… neyse konumuz bu değil. Kitabı okurken bazı cümlelerin seneler önce gördüğüm bazı ruyalarımdan çalıntı olabileceğini düşündüm…evet muhtemelen hızla sıyırıyorum. Ya da hepimiz harbi matrixteyiz ve beyinler bilinçler birbirine girdi ve collectif bilinç diyip içinden çıkılamayacak bir arap saçı vs vs.


Soru:

17 yaşında bi ergensiniz, 16 yaşında bi kız böyle gözünüzün içine baka baka, bu gördüğün ben değilim benim gölgem, gerçek ben aslında böyle belirsiz surlarla çevrili bir şehirde yaşıyor. Ne girebiliyorsun ne çıkabiliyorsun. keşke gerçek benle karşılaşmış oldaydın, o zaman çok güzel olurduk filan diyor.

Ne yaparsınız?

A) koşarak kaçarım.

B) annemin parasını ödediği terapi seansımı kendisine teklif ederim.

C) anlattıklarını dinliyormuş gibi yapıp kafamda haftasonu oynanacak derbinin ilk 11’ini yaparım, üç kere filan.

D) hemen aşık olurum.


D şıkkını seçtiyseniz ki bir blogger’ın başka bir şık seçme ihtimalini düşünemiyorum; Kitap yakında Türkçe’ye de çevrilir, Türkçesini severseniz onu okursunuz. 


Ama benim anlatacaklarımın kitapla çok da alakası yok.


Şimdi ben bu ‘gölge’ mevzusuna takıldım tahmin edersiniz ki.

 

Malum biz tam ortada kalmış bir coğrafyadayız  ne batı, ne doğu. (Yani biz derken ben konum olarak şu anda batıda olsam da kendimi ‘ne doğulu ne batılı’lardan sayıyorum. )


Hiç düşünmüş müydünüz bilmiyorum da bu gölge kavramı batılı kültürlerde başka bir şey doğulu kültürlerde başka birşeyi ifade ediyor. 

Ama hangi kültür olursa olsun illaki her literatürde yeri var. 

Öyleyse ve dünya yuvarlaksa ki artık buna da şüphe etmeyelim bu çember bir noktada aynı hatta bağlanır.


Gölge deyince ilk aklımıza Orpheus ve Euridike’nin acılı aşk hikayesi geliyor, ikinci olarak da Jung’un bilinç dışımızın derinliklerine atfettiği çoğunlukla karanlık izdüşümümüz dediği…

Sonra Caravaggio, tabiki Magritte, ve bittabi Andy Warhol 

Frankestein vs. 


Ama bunların hiç biri değil aradığım. Murakami’nin bahsettiği gölge başka birşey gibi. 


Japon kültüründe gölgecilik diye soruyoruz Google hazretlerine 

Diyor ki:  Junichiro Tanizaki’nin ‘In praise of Shadows’ diye bi kitabı var ona bak!

Bakıyoruz. 

‘An essay on aesthetics by the Japanese novelist, this book explores architecture, jade, food, and even toilets, combining an acute sense of the use of space in buildings. The book also includes descriptions of laquerware under candlelight and women in the darkness of the house of pleasure.’


Allam nasıl güzel konular bunlar. 


Şöyle birşey diyor mesela:

“If light is scarce then light is scarce; we will immerse ourselves in the darkness and there discover its own particular beauty.”


Sonra şöyle ifade edişine bayılıyorum:

“In the mansion called literature I would have the eaves deep and the walls dark, I would push back into the shadows the things that come forward too clearly, I would strip away the useless decoration. I do not ask that this be done everywhere, but perhaps we may be allowed at least one mansion where we can turn off the electric lights and see what it is like without them.”


Doğru izdeyim öyleyse.

Ama bi dakka tam emin olamıyorum çünkü en nihayetinde okuduğum metin bir çeviri. Yani biz shadow diyoruz da acaba adam bizim anladığımız anlamda bir shadow’dan mı bahsediyor yani ışığın cismin üstüne düştüğünde hemen akabinde yarattığı karaltıdan? 


Kage’ymiş Japoncası. 

Uff ya neden biraz japonca bilmiyorum ki? 


Evet manası gölge. Ve evet ışığın üstüne vurmasıyla cismin normalde görünmeyen bir boyutuna vurgu yapmasını anlatıyor ve fakat ışık her coğrafyada farklı olduğundan ve günün her saatinde değiştiğinden… her gölge herzaman görünmeyebiliyor. İşte fark burada! Japon kültüründe görünmeyen gölgelerden de bahsediyormuşuz. 

KAGE onları da kapsıyor ve bu iştahımı daha çok kabartıyor. 


Derken SABI diye birşey çıkıyor karşıma: 

Hemen ufak bi wikicilik 

‘acceptance of transience and imperfection.[2] The aesthetic is sometimes described as one of appreciating beauty that is "imperfect, impermanent, and incomplete" in nature.’


Vay canına anlamda ‘ambiguity’ dediğimiz şey tam da bu sabi ve kage bağlantısında. 

En sevdiğim.

Peki Murakami, romanın başlığında onun için mi ‘Uncertain walls’  diyor?

Bi dakka öyle mi diyor?

Sonuçta bu da bir çeviri. 

Çok da iyi bir çeviri olsa gerek çünkü “Philip Gabriel” yazınca sadece çevirmen değil Japonologist diyor wiki. Böyle birşey varmış Arizona Universitesinde. 

Japonolojist. Çok iyi be!

Olsun, bir drifter asla böyle ünvanlara takılmaz. 

“Uncertain walls” neyin çevirisi acaba ona takılır.  Çünkü başlıktaki bir şaibe Drifter’i japonca baslangıç kursuna bile yazdırır yani. 


Machi to Sono Futashika na Kabe


kelimemiz Futashika.  

Ve diğer kelimemiz Kabe


Ben biraz Tanizaki okuyayım anlatıciim 

Ama önce Başakşehir maçının verilmeyen kartlarına bakayım hakeme rağmen puan kaybetmeyen Cimboma övgüleri dinleyeyim bi de Bizim kıvırcığın muhteşem golünü bi iki kere daha izleyeyim. En büyük cimbom!

6 Haziran 2018 Çarşamba

Herkesin cehennemi kendine!

Robert Rauschenberg’in ‘1958-60 Dante Çizimleri' ortalığa saçılmış, nispeten yüksek çözünürlüklü. Ancak idrak edebilmek icin Dante okumuş olmak yetmiyor maalesef; Altmışlı yılların; -Bin dokuz yüz altmış- mevzularına da hakim olmak gerek çünkü diyip parantez açıyorum: - büyücek bir parantez olacak ocakta yemeği olan varsa...
hatta zaten olay parantez onun için kapatmayabilirim de....

Rauschenberg kim?
Andy Warhol’dan bir adım geri at; Rauschenberg orada. Pop-Art’a önayak olmaktan sorumlu....

daha çok 'de Kooning tablosunu silen adam' olarak ün yapmış bir sanatçı, grafiker falan filan... Oysa Canyon (1959) çok muhteşemdir; yakından görmüşlüğüm yok ama görsem bayılırdım. Google’dan sorun derim. Sonra bir 'Yatak' tablo’su varki sanat tarihi kitaplarımdan birinde görmüştüm çok etkileyici bulmuştum.



Silme mevzuna gelirsek; o doğru.
Hakkaten bir Willem de Kooning tablosu satın almış ve silmiş.
Niye yapmış böyle bişeyi?

Yaa iste bunlara Neo-Dadaist diyorlar. Bi garip adamlar bunlar... Jasper Johns falan...

Neyse,
Fotoğrafın üstüne resim çizersen veya resmin üstüne ciklet kağıdı yapıştırırsan; bir ambalajın üstüne başka bir nesne kondurursan; artık o,  senin eserin mi olmuş oluyor tartışmasını bir garip noktaya çekiyoruz:

Başkasının yaptığı bir tabloyu silersen artık o senin yaptığın bir tablo olur mu?

Bal gibi olmuş bak! Altında kimin adı yazıyo?


soru o değil akıllım :b
Bir sanat eseri bir başka sanat eserini silmek suretiyle yaratılabilir mi?

önemli olan bunu yaparak ne statement ortaya koyduğun. Dönem o dönem statementsız sanat sanat değildir donemi!  mesela demiş ki: The artists job is to be a witness to his time in history! Inferno’ya buradan bağlanıyoruz.

Bi rivayete göre de feci kötü bi tabloymuş de Konning’in yaptığı! Kendisi vermiş silsin diye...


Dante diyorduk;

bak şimdi aklıma geldi anlatıyım.
bu Dante’yle ilgili hiç unutamayacağım bir lise anım var benim.

Edebiyat dersindeydik; Cahit Sıtkı’nın şiirindeki o dizeyi şöyle okudu bizim arkadaş:

Dantel gibi ortasındayız ömrün.

Hoca 'Dante' oğlum deyince;
'ben de yazım hatası yapmışlar düzelteyim dedim' diye üste çıktı bizimki.
Haberi yok garibin Dante’den falan.  Sınıfın bir kısmınınsa allahtan duymuşluğumuz var- gülüyoruz karnımızı tuta tuta.

Birden arka sıralardan sinsi bir soru geldi:
Herşey 'Hocam şair burada neden Dante gibi ortasındayız ömrün diyor?' sorusuyla başladı ve acayip bir tartışma alevlendi aslında arkadaşın değil, hocanın cehaleti sebebiyle.

Soruya dikkat!

Hoca da herkes gibi Ilahi Komedya'yı tabiki okumadığı ve de Dante hakkında son derece yüzeysel bilgi sahibi olduğu için,  danteli de düzelttiğine bin pişman- lafı geveleyerek; Dante’nin Ilahi Komedya’yı 35 yaşında yazdığını ve orada 35 yaşın ömrün yarısı olduğunu söylediğini filan zırvaladı.  Bir sınıf otoritenin bir anlık boşbulunmasını yakaladığında ne olursa o oldu.  Gırgıra başladı sınıf. Kimisi dedesinin 80 yaşında babaannesinin 50 yaşında öldüğünü söyleyerek aklınca böyle bir genelleme yapılamaza getirdi.  Kimisi kafiye bulamamış Dante demiş ; Dantel dese daha mantıklı olurmuş; dantel sonuçta masanın ortasına koyulabilir birşey diye mantığı sulandırdı... yani bi dolu rezillik.

Sonradan öğrendik Tarancı’nın neden dantel değil de Dante dediğini o mısrada.

Dante 1265 doğumlu: Ilahi Komedya'yı 1307’de yazıyor yani 35 yaşında değil. Ama ilahi Komedya şöyle başlıyor:

Nel Mezzo del cammin di nostra vita mi ritrovai per una selva oscura; 
yani
Hayat yolumuzun yarısında kendimi karanlık bir ormanda buldum.

35 yaşında olduğunu söylemiyor ama; Cahit Sıtkı bunu nerden çıkartıyor?
yaa Cahit Sıtkı okumuş demekki Ilahi Komedya’yı önsözüyle birlikte; Ana Britanica’dan bakıp öğrenecek değil ya.

Olay şu : Dante 1300 yılında yani tam 35 yaşındayken Papa’nın düzenlediği jübile yılına katılmak icin  Roma'ya gider. Jübile yılı da 00; 25 ve 75le biten yıllar. Bu yıllarda papa günahları bağışlıyormuş.
ilahi komedi!
İşte aslında Dante’nin Ilahi Komedya’da anlattığı cehenneme seyahati, bu Roma seyahatinin alegorisi. Dante orada bu seyahatle olgunlaştığı ve ortamları, mevzuları sorgulamaya başladığını anlatıyor. Insan ömrünün yarısında bi cehenneme gidip gelirse diyor... gerisini tamamlayın artık.

Rauschenberg’den bahsedecektim nerelere geldik? Ama baştan uyarmıştım.

Bahsettigimiz Dante Drawings adı altında 34 çizimlik bir seri.  34 çizim Ilahi Komedya'nın en meşhur bölümü olan Inferno’nun 34 kantosu’nu yorumluyor. Çizimlerine koyduğu isimler Ilahi Komedya’nın  John Ciardi 1954 ingilizce çevirisindeki başlıklarla örtüşse de resmedilen Rauschenberg’in kendi cehennemi! Illüstrasyonlarda John F Kennedy, Richard Nixon filan gibi figürler göze çarpıyor. Daha pek çok figür var ama bilemiyoruz anlayamıyoruz; bu komedyayı anlamak icin klavuz lazım.

Düşünelim nedir ortam?  Savaş sonrası delilik; insan haklari hareketi; cinsiyet ve cinsellikle ilgili kaynamalar; anti komunist paranoya vs. Tabi çok muhafazakar bir donem olduğu düşünülürse meramını biraz üstü kapalı anlatmak akıllıca olmuş.




son bir Rauschenberg alıntısıyla bitireyim bu yazıyı istiyorum ilginç bulan gerisini internetlerden araştırsın öğrensin.

demiş ki;

Screwing things up is a virtue. Being correct is never the point. I have an almost fanatically correct assistant, and by the time she respells my words and corrects my punctuation I can not read what I wrote. Being right can stop all the momentum of a very interesting idea!

yani

işleri sıçıp batırmak iyidir; mesele hiç bir zaman doğru olmak olmadı. Bir asistanım var mesela; fanatiklik derecesinde düzeltme hastası; ne zaman imla hatalarımı cümle düşüklüklerimi  filan düzeltse yazdığımı okuyamıyorum. Bazen doğru yapmaya çalışmak çok iyi bir fikrin momentumunu bozabilir.
Bırak dağınık kalsın.


34 ilustrasyon da bu linkte incelenebilir. Afiyetle !
https://www.rauschenbergfoundation.org/art/series/dante-drawing



“From there we came outside and saw the stars” 
― Dante AlighieriInferno


29 Ekim 2012 Pazartesi



                         bu sergi istanbul'da olsaydı gidip bi bakardım kesin. bence iyi fikir. 


mesela :

Sırf bu sergi için de Filipinlere gidilmez tabii...