En başta cansıkıntısı
Hep söylüyorum bir kez daha söylemiş olayım Akdenizlilerin yaşadıkları coğrafyanın kıymetini bilmesi için en azından bir kışı kuzeyde geçirmesi lazım. Öyle Finlandiyalar filan demiyorum, Almanya, Hollanda, Fransa’nın kuzeyi bile olur yani.
Gerçekten çekilecek nane değil. Ocak Şubat geldi mi benim gibi gece müptelası bir insana bile ‘gün biraz daha uzun olsa ne çıkar sanki?’ dedirtiyor. Bazı günler ‘allam bu günü biraz uzat yarından kes’ diyorum yaa.
Resmen bu tip yakarışlarım var.
Saat 9’dan önce gün doğmuyor böyle birşey olabilir mi?
9 da doğuyor da ne oluyor?
Hiç.
gıpgri bir gökyüzü. on, on beş günde bir, biraz Güneş çıkarsa çılgınlar gibi mutlu ol. İki ay böyle.
Bu tarz depresif bir ambiyansta her işi gönülsüz yaptığım için yarım kapasite çalışıyorum. Verimsizim yani.
Ben eskiden yağmuru değilse de, kapalı havayı seven bir insandım. çünkü kapalı hava demek evde kalmak demek, aklına ne abuk sabuk cin fikir geliyorsa yapmak demek, kitaba dalmak, filme dalmak, dolapları indirmek, mutfağı düzenlemek filan demekti. Insanda bu zevki bile bırakmıyorlar. Hergün hergün kitaplık düzeltilir mi?
Anksiyetelerden bir demet.
Bloga da döndüm mecbur bi tatlılıklar yapmak lazım.
Size 2022’nin kessin kesss görülmesi gereken 10 expozisyonundan biri diye bütün bilboardlarda gözümüze soktukları lego olayından bahsedeyim.
Bu arada Bloga ara verdiğimde en son Tilburg’daydım ve pandeminin başıydı ve yine bu tarz bulantılı günlerdi. Gelecekten tek beklentim Barcelona’da yaşlanmaktı. Açık Secik ve Bir o Kadar da Belirsiz Günler’i yazıyordum.
Sonra sıkıldım. Ama okuyanlar mevzuyu anladılar zaten çok da şey değil yani.
O arada Brüksel’e taşındım, çok da uzaklaşamadım. Gerçi Barcelona’ya iki saat daha yaklaşmış oldum.
Gerçi artık Barcelona’da yaşlanmak istemiyorum. Yeni gözdem var. Neyse onu sonra anlatırım.
Maria’yi merak edenleriniz varsa, o da Atina’ya annesinin yanına gitti. Bahara döneceğini umuyorum. Yani en son konuşmamızda öyle bir planlar var gibiydi.
Lafın kısası şimdilerde Brüksel’deyim. Belçika’nın en güzel şehri değil ama idare eder.
Hava üç derecelerde seyrediyor bu ara. Tüm bu buz gibi depresif ambiyansa rağmen uflaya puflaya da olsa evden çıkıp… ‘öyle ya yılın 10 expozisyonundan biri’ ne demek?… Böyle bir sanat olayı kaçar mı? dedim gittim.
şimdi sevgili Bloggerlar gercekten ne yorum yapsam bilemiyorum bu Brick Art hadisesine. İçimden gerçekten geçenleri söylememeyi tercih etmeliydim ama sonuçta bu blog benim ne çekineceğim.
Gördüğüm en görkemli ve iddialı boş iş diyebilirim. Lego sanatçısı Nathan Sawaya ...
Bir insanın Boyle bir şey yapması için canının çok sıkılıyor olması lazım kesin. Ama bu cansıkıntısının aynı zamanda çok istikrarlı olması da lazım.
Sonra kendimi düşündüm.
Benim cansıkıntım hiç istikrarlı değil mesela. cansıkıntısından da sıkıldığım için asla böyle şeyler yapamam.
yapbozda limitim 750 mesela.
Neyse.
Bir iki fotograf çektim. Onları koyayım bari. Siz bi bakın.
'Eh yani adamın yaptığı şeyle yapbozu bir mi tutuyorsun şimdi?' dediniz ve beni kınadınız mı?
Nathan Sawaya bu blogu okumadıktan sonra hiç sorun değil.
Tamam da:
sonuçta yapmak istediği şeyi mesela 'The Kiss' ...bilgisayarda piksellerine ayırıp kaç lego parçası gerektiğini hesaplatıyor sonrada bilgisayarın diz dediği planda diziyor bana biraz yapbozun biraz daha fazla sabır isteyen versiyonu gibi geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder