17 Ocak 2019 Perşembe

Ah Lanthimos ! veya 'The Lobster'

The Lobster'ı daha yeni seyrettiğin için utan utan yerin dibine gir Drifter!

Senin de alacağın olsun Lanthimos!  Dogtooth'tan sonra ben ne bileyim daha çok seveceğimi çekeceğini.



çok beğendim, hayran kaldım, nasıl güzel seyrettim bilemezsiniz.

Adam bence dahi. Kesin dahi!

Clockwork Orange'dan sonra çekilmiş en çarpıcı distopya evrenini yaratmış. (çok mu iddialı oldu? bilmem.) 3 alternatifli üstelik, No way out yani!


Filmi deşifre etmeden biraz bahsetmek istiyorum:

şöyle bir gelecek düşünün; toplum düzeni sadece çift olanları kabul ediyor ve bildiğimiz anlamda insan kalmalarına, Şehir denilen yerde aslında bizim yaşadığımıza epey benzer bir hayat yaşamalarına müsade ediyor (Lanthimos'a göre bu da son derece distopik -bayağı berbat- yansıtılmış ya neyse). Couple'lıktan düşenleri mesela karısı veya kocası tarafından terkedilenleri rehabilite etmek için 'Otel' denilen zaman zaman ıslah evi, zaman zaman hastane zaman zaman da infaz yeri olarak işlev gören bir yere gönderiyor (zorla /yaka paça dersem yerinde olacak). 45 gün içinde çiftini buldun buldun; bulamazsan Otele kaydolurken bildirdiğin/seçtiğin hayvana dönüştürülüyorsun ve Orman'a salınıyorsun ki üçüncü distopya mekanı olan Ormanda, bir de Otel'de çiftini bulamayan veya sisteme karşı gelen asiler- filmdeki adlandırılışlarıyla 'looner' yani 'yalnızlar' yaşıyor.  Onlar da süper bi grup insan. Rastgele biriyle çift olmayı reddeden , rehabilite olmayı veya şehirde yaşamayı da  reddeden bu insanların bir alternatif olacağını düşündürtüyor size önce dahi Lanthimos, ama acale etmeyin diyor hemen ardından çünkü ne yazık ki mekanlar ve düzenler simetrik. Bütün film boyunca bir extreme'den öbürüne savruluyorsunuz ama tüm bu 'çıkış yok' evreninde hala bir çıkış umudu taşıyorsunuz son sahneye kadar...

Bunun dışında Lanthimos'un sinematografik dehasına hayran kalmamak elde değil, renkler, ışık, mekanların görsel tasarımı, tamamen algınızla oyun oynuyor, anestezi etkisi yaratıyor.

Seyretmeyenlerin iştahları kaçmasın diye fazla uzatmıyorum. Görülesi filmler listesine  etiketleyip ekliyorum.  Colin Farrel ve Rachel Weisz bi de Lea Seydoux oynuyor. 2015 yapımı filmde.


13 Ocak 2019 Pazar

pazar kısası ve Inger Christensen

Apple from Motlys on Vimeo.

bu filmde Sonja'nın 'dreamers must dream like trees dream about fruit in the end' şiirini okuduğu Inger Christensen'in bir de şöyle bir şiiri var ki ben bayaa daha çok beğeniyorum!

If I stand
alone in the snow
it is clear
that I am a clock

how else would eternity
find its way around