gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
20 Ocak 2019 Pazar
17 Ocak 2019 Perşembe
Ah Lanthimos ! veya 'The Lobster'
The Lobster'ı daha yeni seyrettiğin için utan utan yerin dibine gir Drifter!
Senin de alacağın olsun Lanthimos! Dogtooth'tan sonra ben ne bileyim daha çok seveceğimi çekeceğini.
çok beğendim, hayran kaldım, nasıl güzel seyrettim bilemezsiniz.
Adam bence dahi. Kesin dahi!
Clockwork Orange'dan sonra çekilmiş en çarpıcı distopya evrenini yaratmış. (çok mu iddialı oldu? bilmem.) 3 alternatifli üstelik, No way out yani!
Filmi deşifre etmeden biraz bahsetmek istiyorum:
şöyle bir gelecek düşünün; toplum düzeni sadece çift olanları kabul ediyor ve bildiğimiz anlamda insan kalmalarına, Şehir denilen yerde aslında bizim yaşadığımıza epey benzer bir hayat yaşamalarına müsade ediyor (Lanthimos'a göre bu da son derece distopik -bayağı berbat- yansıtılmış ya neyse). Couple'lıktan düşenleri mesela karısı veya kocası tarafından terkedilenleri rehabilite etmek için 'Otel' denilen zaman zaman ıslah evi, zaman zaman hastane zaman zaman da infaz yeri olarak işlev gören bir yere gönderiyor (zorla /yaka paça dersem yerinde olacak). 45 gün içinde çiftini buldun buldun; bulamazsan Otele kaydolurken bildirdiğin/seçtiğin hayvana dönüştürülüyorsun ve Orman'a salınıyorsun ki üçüncü distopya mekanı olan Ormanda, bir de Otel'de çiftini bulamayan veya sisteme karşı gelen asiler- filmdeki adlandırılışlarıyla 'looner' yani 'yalnızlar' yaşıyor. Onlar da süper bi grup insan. Rastgele biriyle çift olmayı reddeden , rehabilite olmayı veya şehirde yaşamayı da reddeden bu insanların bir alternatif olacağını düşündürtüyor size önce dahi Lanthimos, ama acale etmeyin diyor hemen ardından çünkü ne yazık ki mekanlar ve düzenler simetrik. Bütün film boyunca bir extreme'den öbürüne savruluyorsunuz ama tüm bu 'çıkış yok' evreninde hala bir çıkış umudu taşıyorsunuz son sahneye kadar...
Bunun dışında Lanthimos'un sinematografik dehasına hayran kalmamak elde değil, renkler, ışık, mekanların görsel tasarımı, tamamen algınızla oyun oynuyor, anestezi etkisi yaratıyor.
Seyretmeyenlerin iştahları kaçmasın diye fazla uzatmıyorum. Görülesi filmler listesine etiketleyip ekliyorum. Colin Farrel ve Rachel Weisz bi de Lea Seydoux oynuyor. 2015 yapımı filmde.
Senin de alacağın olsun Lanthimos! Dogtooth'tan sonra ben ne bileyim daha çok seveceğimi çekeceğini.
çok beğendim, hayran kaldım, nasıl güzel seyrettim bilemezsiniz.
Adam bence dahi. Kesin dahi!
Clockwork Orange'dan sonra çekilmiş en çarpıcı distopya evrenini yaratmış. (çok mu iddialı oldu? bilmem.) 3 alternatifli üstelik, No way out yani!
Filmi deşifre etmeden biraz bahsetmek istiyorum:
şöyle bir gelecek düşünün; toplum düzeni sadece çift olanları kabul ediyor ve bildiğimiz anlamda insan kalmalarına, Şehir denilen yerde aslında bizim yaşadığımıza epey benzer bir hayat yaşamalarına müsade ediyor (Lanthimos'a göre bu da son derece distopik -bayağı berbat- yansıtılmış ya neyse). Couple'lıktan düşenleri mesela karısı veya kocası tarafından terkedilenleri rehabilite etmek için 'Otel' denilen zaman zaman ıslah evi, zaman zaman hastane zaman zaman da infaz yeri olarak işlev gören bir yere gönderiyor (zorla /yaka paça dersem yerinde olacak). 45 gün içinde çiftini buldun buldun; bulamazsan Otele kaydolurken bildirdiğin/seçtiğin hayvana dönüştürülüyorsun ve Orman'a salınıyorsun ki üçüncü distopya mekanı olan Ormanda, bir de Otel'de çiftini bulamayan veya sisteme karşı gelen asiler- filmdeki adlandırılışlarıyla 'looner' yani 'yalnızlar' yaşıyor. Onlar da süper bi grup insan. Rastgele biriyle çift olmayı reddeden , rehabilite olmayı veya şehirde yaşamayı da reddeden bu insanların bir alternatif olacağını düşündürtüyor size önce dahi Lanthimos, ama acale etmeyin diyor hemen ardından çünkü ne yazık ki mekanlar ve düzenler simetrik. Bütün film boyunca bir extreme'den öbürüne savruluyorsunuz ama tüm bu 'çıkış yok' evreninde hala bir çıkış umudu taşıyorsunuz son sahneye kadar...
Bunun dışında Lanthimos'un sinematografik dehasına hayran kalmamak elde değil, renkler, ışık, mekanların görsel tasarımı, tamamen algınızla oyun oynuyor, anestezi etkisi yaratıyor.
Seyretmeyenlerin iştahları kaçmasın diye fazla uzatmıyorum. Görülesi filmler listesine etiketleyip ekliyorum. Colin Farrel ve Rachel Weisz bi de Lea Seydoux oynuyor. 2015 yapımı filmde.
13 Ocak 2019 Pazar
pazar kısası ve Inger Christensen
bu filmde Sonja'nın 'dreamers must dream like trees dream about fruit in the end' şiirini okuduğu Inger Christensen'in bir de şöyle bir şiiri var ki ben bayaa daha çok beğeniyorum!
If I stand
alone in the snow
it is clear
that I am a clock
how else would eternity
find its way around
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)