27 Kasım 2013 Çarşamba

kairosclerosis!

ne muhteşem bir blog sabahı!
onun için bu şarkıyı dinliyoruz;


sonra bu kelimeyi idrak ediyoruz;

kairosclerosis
n. the moment you realize that you’re currently happy—consciously trying to savor the feeling—which prompts your intellect to identify it, pick it apart and put it in context, where it will slowly dissolve until it’s little more than an aftertaste.

neymiş?
: an itibariyle mutlu olduğunuzu farkettiğiniz şimdi.
farkettiğiniz anda da, hoop uçtu gitti bile... geçmiş olsun!

yeni bir site keşfettim sabah sabah;
the dicitionary of obscure sorrows
http://www.dictionaryofobscuresorrows.com/

onu da keşfetmeme sebep bu video var.

 
 
hayat tesadüflerden ibaret...

aslında en başından alayım;

bir süredir; özellikle üşenmeyip scribd'e paypalla abonelik parası gönderdiğimden beri blogspota nadiren uğruyordum. o da şey yüzünden oldu;
ipad.
onun bunun elinde görüp çocuk gibi özenip; hah tam da ihtiyacım olan şey diye edindiğim mini-ipad.
mesaj insanı olmadığım, klavye insanı olduğum için; (yaşlandığımı hissettim bir an ne tuhaf) ve ipad'e yazı yazamadığım için, tam birine hediye etmek üzereyken;
scribd'i keşfettim.
süper bişeymiş;
amoazondan kitap sipariş etmeye son!
ne keyif anlatamam; böyle işaret parmağınla sayfaya dokununca gerçek kitap sayfası çevriyormuşsun gibi oluyor. nerdeyse işaret parmağını tükürükleyesin geliyor.
öyle gerçekçi...
bi'tek, kitap kokusu yok.
kitapçıda kilitli kalmış gibi bişey;
istediğin kitabı al, bir kaç sayfa çevir, bırak başkasını al.
scribd müptelası oldum, bir aydır okumadığım kitap kalmadı;
alex ferguson'un biyografisini bile okudum. Cüneyt çakırdan da bahsediyor...

neyse,
sabah breakfast at tiffany's filminin yapımıyla ilgili kitabın son sayfasını çevirince blogspot'u özlediğim aklıma geldi.
blogpostun birinde
WAKE UP AND SMELL THE ROUTINE
yazısını gördüğümde mutfakta kahve yapıyordum.
bu la petite morte 'un "türk kahvesi ve saba makamında okunan romantik ezanlar"  başlıklı yazısını okumadan bir iki dakika önceydi.
bu arada bulut aras kim?
neyse;
sonra
"herkes andrey platonov okusun istiyorum." diye başlayan post dikkatimi çekti. Dikkatsiz Okur, nadiren yazanlardan olduğu için dikkatinizi çeker hemen.

o sırada bir süredir yazmayan Nomen'in bloğuna baktım;
bu konuda bir tek ben mi endişeleniyorum acaba?
yazmayı bıraktı mı?

sonra sevgili toosuk'cuğumun sıradışı bloğuna girdim;
kendisi Feroz kondozi'yle bozmuş bu aralar;
o değil'de, 
o profil resmi nasıl bişey allasen?
enson bu resmi gördüğümde;

 kairosclerosis yaşadığımı farkettim.
sonra geçti.







 

20 Kasım 2013 Çarşamba

19 Kasım 2013 Salı

gecenin şiiri; SELF IN 1958/ SEXTON


What is reality?
I am a plaster doll; I pose
With eyes that cut open without landfall or nightfall
Upon some shellacked and grinning person,
Eyes that open, blue, steel, and close.
Am I approximately an I. Magnum transplant?
I have hair, black angel,
Black-angel-stuffing to comb,
Nylon legs, luminous arms
And some advertised clothes.
 
I live in a doll’s house
With four chairs,
A counterfeit table, a flat roof
And a big front door.
Many have come to such a small crossroad.
There is an iron bed,
(Life enlarges, life takes aim)
A cardboard floor,
Windows that flash open on someone’s city,
And little more.
 
Someone plays with me,
Plants me in the all-electric kitchen,
Is this what Mrs. Rombauer said?
Someone pretends with me—
I am walled in solid by their noise—
Or puts me upon their straight bed.
They think I am me!
Their warmth? Their warmth is not a friend!
They pry my mouth for their cups of gin
And their stale bread.
 
What is reality
To this synthetic doll
Who should smile, who should shift gears,
Should spring the doors open in a wholesome disorder,
And have no evidence of ruin or fears?
But I would cry,
Rooted into the wall that
Was once my mother,
If I could remember how
And if I had the tears.