3 Temmuz 2013 Çarşamba

sigur ros kafası

söyleyeyim;
zaten Sigur Ros konseri park orman'da hiç güzel olmazdı;
 mesela Rumeli Feneri çok uygun tam karadenizin başladığı yer; üfff acayip yakışır bidaha gelecek olurlarsa düşünülsün derim valla bak!




29 Haziran 2013 Cumartesi

Bir dize takılır aklına, sonra bütün günün şiirle geçer...


Sabah 6:38 ne ayaksın sen gözlerim?

Gözlerim sevgilim dehşetli ağrıyor…

Daha birkaç saat olmuş oysa başucu lambamı kapatalı, bu dize son okuduğum kitaptan bile değil;
yıllaaar önce indirimli kitaplar rafından bulduğum incecik bir şiir kitabından…
Şöyle devam ediyor olsa gerek birkaç dize sonrası

“Tut gözlerimden sabah büyüsün.”

Üşenme kalk bul çıkar o kitabı.

Sabah 6:44
Yapılacak daha iyi bir işin mi var?
Bir dize bütün akışı değiştirir bir günde…
Leyla Şahin
Sevdiğim Leyla Şahin nemli sabaha ne güzel yakışır…
Çay gibi
Gözlerim sevgilim o kadar da ağrımıyor şimdi hem.
Şiir güne nasıl yayılır?
Sis gibi…
Çay da çay olacak ama…

“bir kuş çoğalıyor havada
gözlerim taştı gözlerim”

Leyla Şahin;  sahi deden de mi şairdi senin?
Öyleydi değil mi?
En güzel çiçeklere su verirken düşünülür bir dize üzerine,
İnce belliden bir yudum alınır
Bir iki volta atılır,

Bir sandalye çekilir pencerenin önüne…

“bir gemi getirdim kapına: birlikte gidelim.
sen içli, uzun geceli kadınlar için yaratılmışsın,
uzun sabahlar için
buğday tarlaları, usulbaşlı geyikler, yollar için...
göğsüne düşür beni: yeryüzünün şarkılarını dinleyeyim orada…”

bir şiir kitabını öyle eline alıp okumaz insan sayfa sayfa,  şiir okunmaz karıştırılır.
Şiir karıştırır insanı zira…
Şiir sabahı uzatır, çayı karartır, yüzünü aydınlatır, güneşi çağırır…
Güneş illa icabet edecek diye bir şey yok tabi…
Limon sarısı begonya da nasıl güzel açmış.

11:42
Zeytinyağlı fasülye yapsam mı bugün?
Neden olmasın? Olur.
fasülyeleri yıkarken;

“su avaredir
güneş yağıyor gökten
su avaredir
halk için şiir yazmak istiyorum”
dizeleri aklımda…

Leyla Şahin;  Halk Tv’yi açalım, ajansı alalım biraz…
Bir iki direniş fotosu görelim,  gönüllü seti reklamına milyon bilmem kaçıncı kez gülelim kıs kıs…
Biraz sürer bu ayıklama işi, fasülye biraz kılçıklı ama taze çok.

“çocuklarımıza kıyıyorlar kitaplarımıza günlerimize
böyle giderse bir değeri kalmaz ölümün bile
hemen şimdi gel !
o dağlardan gelen gemiler bacaları beyaz dumanı mavi
bir ovada yaslanır bir gülün göğsüne
elimdeki yağmur suya düşer ıslanır
                      gel

ben senin gözlerinde bir sabahım, gitmem
                     gel”

aynen öyle oluyor Leyla Şahin; aynen dediğin gibi…
kapat televizyonu.
bügün güneş nazlı, yine de biraz hava almalı sahile inip…

“bana kendini söylememiştin, bir ev
pencereden bakıyordu  -atlasa oradan
düşerdi –kimin yalnızlığına
yaramızdan gencidik ozaman

bir tren geçiyordu her sabah
kalbin dünyaya sığmadığı yerden
yol kadar gencidik o zaman”

hava çok nemli bugünlerde çamaşırlar tam kurumamış
biraz daha dursun dönünce toplarım.
Kapıdan çıkarken;

“sessiz harfler gibiydi ağaç
dalgınlık açıyordu bir daldan
bir dala geçerken akşam
ev kadar gencidik o zaman”

Yağmur yağabilir gibi, ince bir yağmurluğum vardı nereye koymuştum?
Buldum.

Saat 13:13
Vay uğursuz saat…

bahçelerin gölgesinde kuşu
bir düş gibi kollayan ağacın
kederinde sesinde bekledim
ayın kandili bitti
tütünüm bitti gelmedin”

Leyla Şahin; bırak sen de sigarayı artık…
Napolyon kiraza takıl valla!

Böyle havadan bir para gelirse sahildeki bütün banklara sırt minderi yaptırıp bağışlayacağım,
Niyetim  bu.
Allam bi de bana bu aylak günü bağışladığın için çok sağol
Makbule geçti ne diyim?

Leyla Şahin;
Sana ne diyim?
Bişey demiyeyim.

“-yolculukların sonu var mı?- / son yolculuk aşk: yıkar gider boynunu,/ ardında ince bir rüzgâr bırakarak”

Saat 15:52

Bu saatten sonra çıkacak güneşten bi hayır gelmez zaten…
akşama mis gibi taze fasülye...

27 Haziran 2013 Perşembe