23 Ağustos 2012 Perşembe

Abuk'a yorum yazacaktım ama uzayınca blogpost oldu; ilhamesk durumlar ve genel olarak şiir hakkında


Abuk, beğenerek izlediğimiz K'abuksuz Düşünceler adlı blogunda, "İlhamesk şiir ve Mabadı" başlıklı bir yazı yazmıştı geçenlerde. İlhamesk şiir de ne ola ki diye okudum hırçın yazısını, hoşuma da gitti çok,
buyrun siz de okuyun linki burada
http://kabuksuzdusunceler.blogspot.com/2012/08/ilhamesk-siir-ve-mabad.html

neredeyse her tür şiiri artniyetsiz okuyan ve fakat hadi ezbere bildiğin ve en sevdiğin bir şiir oku deseler ilk önce

öteki dünyada akşam vakitleri
fabrikamızın paydos saatinde
bizi evimize götürecek olan yol
böyle yokuş değilse eğer
ölüm hiç de fena bir şey değil.

diyebilen ben ( gerçi bu blogger camiası sayesinde hani şu  "bu evleri atla bunları da..." şiiri var ya göğe bakma durağı, ne popüler bir şiir oldu  bloggerların top ten bilboard listesi yapılsa birinci sıraya oturur.) evet ne diyordum evet ben öyle şiir hakkında fazla ahkam kesebilecek bir birikime sahip olmayabilirim, aslında ahkam kesenlere bakıldığında kesin o birikime sahibimdir de yapmayacağım :)

Neyse

Abuk'un fikirlerine paralel bir alıntım var paylaşmak istediğim.
Henry Miller'dan ki, kendisi, Nexus Sexus Plexus üçlemesi ile ilgili
"tam yazmak istediğim şeyi , yazmak istediğim şekilde yazıyorum...Kendi egom çok matah bir şey olduğundan değil! Yalnızca egosu olmayan bir insanın kendi hakkında böyle yazabileceğinin farkındasındır herhalde!" demiş bir insandır.

 şiir üzerine biraz dertlenmiş belli.

Şiir üzerine bu yazdıklarını kıymetli buluyorum.

...Ben-merkezciliğin en son aşamasına, varoluşun anatomik haline ulaştık. Böylece iflas ediyoruz. Şimdi kendimizi küçük ben'imizin ölümüne hazırlıyoruz ki böylelikle gerçek ben gün yüzüne çıkabilsin. İstemeden ve bilinçsizce dünyanın birliğine yol açtık. Fakat bu hiçlik içinde bir birlik.  Kollektif ölüm sayesinde, gerçek tekler olarak uyanmalıyız.  Lautreamont'un dediği gibi " Şiir yazımına herkesin katılması" gerektiği doğruysa, o zaman kalpte, doğrudan doğruya kalplere seslenen bir dil bulmak gerekir. Birinden ötekine ulaşan çağrı, din adamının tanrıya yönelmesi kadar dolaysız ve anlık olmak zorundadır.

Şair günümüzde ünvanından vazgeçmek zorundadır: çünkü zaten kuşkusunu açığa vurmuş, zaten iletişim yeteneksizliğini belli etmiştir. ( Bu yorumuna bittim - "şairin iletişim yeteneksizliği")

Bir zamanlar şair olmak en yüce unvandı; bugün ünvanların en değersizidir. Dünya şairin mevcudiyetine bağışıklık kazandığı için değil, tersine bizzat şairin kendisi artık kendi tanrısal muştusuna inanmadığı için. Bir yüzyıl veya daha uzun süre boyunca zaten şarkıları yanlış söyledi; artık onunla aynı koroda şarkı söyleyemeyiz. Bombanın hışırtısını hala anlayabiliriz, ama şairin hazları bize jargon gibi geliyor.Ve eğer bireysel şairin aslında ne demek istediğini dünyadaki iki milyar insandan yalnızca bir kaç bin tanesi anladıklarını iddia ediyorsa o bir jargondur.Artık ancak seçkin bir erkekler ve kadınlar kümeciği için var oluyorsa , sanatın vazifesi sona ermiştir. Çünkü artık söz konusu olan sanat değil , anlamsız bir bireyselliğin yayılmasına hizmet eden , gizli bir derneğin şifreli dilidir. Sanat insani coşkuları uyandıran , gözleri açan ve öngörü, cesaret ve inanç kazandıran birşeydir. Son yıllarda herhangi bir sözcük sanatçısı , dünyayı Hitler'in yapabildiği kadar heyecanlandırmış mıdır? ( bir anda Hitler'den dem vurması da burada enteresan oldu :) Herhangi bir şiir dünyayı , kısa süre önce atom bombasının sarstığı kadar sarmış mıdır?

Buna kıyasla şairin elinde ne gibi silahlar bulunuyor? Ya da ne gibi düşler? Çok ünlü hayal gücü nerede kaldı? Gerçek bütün çıplaklığıyla gözümüzün önünde, fakat onun anlattığı destan nerede? Ortada beşinci sınıf bile olsa, bir şair görebiliyor musunuz? Ben göremiyorum. Uyaklı veya uyaksız yazan dize kuyumcularına (dize kuyumcusu lafı çok hoşuma gitti) şair demiyorum. Ben dünyayı temelden değiştirebilme durumunda olan birine şair derim. Eğer aramızda yaşayan böyle biri varsa çıksın ortaya! Sesini yükseltsin! Fakat bu ses, bomba gürültülerini bastırabilecek bir ses olmalı. Kalpleri  eritecek ve kanları fokurdatacak bir ses olmalı.

Eğer şiir sanatının görevi uyuyanları uyandırmak ise o zaman çoktan uyanmış olmalıydık. Bazılarının uyanmış oldukları da tartışılamaz. Fakat şimdi bütün insanlar uyanmış olmalılar- hemde derhal! yoksa batıyoruz.

Mim kafası; ama bu sorular tam phoebe'lik


Bu mimleri birileri okuyor mu gerçekten? Neyse Ayşa mimlemiş, farkına varmamışım. Mimleri okumuyorum itiraf ediyorum. Ama oyunbozanlık etmek istemem sonuçta. Bu mim işinin bazı prosedürleri var sanırım. Anladığım kadarıyla benim de birilerini mimlemem gerekiyor ki (yani bu soruların cevaplarını vermesini istediğim izleyicilerimin isimlerini yazmam gerekiyor) bu zincir devam etsin. Bu sebeple mimliyorum 86 izleyicimin tamamını. (bu arada 87 olmuş.) Böylece baştaki sorumun cevabını almış olacağım aklımsıra.   

işte mim soruları veee başla!

Çaresi bulunmayan bir hastalığa yakalandınız ve bunun sonucunda yaklaşık 1 yıldır ömrünüzün kaldığını öğrendiniz. Kalan 1 yılda ne yaparsınız?

Parti.

Fobileriniz, takıntılarınız var mı? Varsa neler?

Yok sanki. Ama asla yapmayacağım şeyler var; bungee jumping, parasailing, paraşüt,  roller coster, safari falan gibi bol adrenalinli işlerle işim olmaz. Yükseklik korkum varmış gibi algılanmasın yine de yok çünkü.  

Takıntım yok bağımlılıklarım var. 


Bir sabah kalktınız ve dünyada hiç insan olmadığını öğrendiniz, ne yapardınız?

Bir insan bulma umuduyla yola çıkardım.

Dünyayı dolaşmak isterseniz hangi ülkeden başlarsınız? Neden?
Buradan başlayacağım kesin burada yaşadığıma göre ama güzergah soruluyorsa, karadenizden yola çıkardım. Batuma geçerdim ilk önce oradan devam ederdim…Rusyayı baştan sona gezmek en büyük hayalim ama ben çok üşüyen biriyim onu napıcaz?

İtiraf edin prens/prensese dönüşür diye kaç kurbağa öptünüz?

Hiç.

Kurbağa burada metafor anladım. “Hayal kırıklığı yaratan adam” kastediliyor bu soruda evet.

Hiç derken hem kurbağayı hem de bu tip bir adamı kastetmiştim. Ama şimdi kurbağayı tanımlayınca birden hatırladım sanki birkaç tane öptüm. Ama öperkenki niyetim prense dönüşmesi değildi. Daha çok ‘bile bile lades’ diyelim.

En son yaşadığınız küçük düşürücü, unutamadığınız olay?

Ben bu tip şeyleri anında unuturum.    

Asla yanınızdan ayıramadığınız 3 şey?

Asla iddialı bir kelime. O üç şey hep değişiyor.

Hayatınızın kitap/film olmasını isteseydiniz hangi kitap/film olmasını istersiniz?

Hayatımın kitap film falan olmasını kesinlikle istemiyorum ama illa isteseydim;
Gorki- Ana (ilk aklıma gelen muhteşem hayat hikayesi)

En yakın arkadaşınızın bir uzaylı olduğunu ve ilk sizi denek olarak kendi gezegenine götüreceğini öğrenseydiniz. N'apardınız?

Denek? Ben?

İsviçreli bilim adamları görünmezlik hapını buldu ve siz bu hapı kullanan ilk kişisiniz. Hapı kullandıktan sonra yapacağınız ilk şey nedir?

Hehe o da bana kalsın.

Kendinizi kötü hissettiğinizde yaptığınız şeyler?

Arabaya binip gittiğim bir yer var. Oturduğum yere 5 km.  Ağlama yerim diyorum ben oraya. Geçen sene buldum orayı, kayalıklar var ve kimse yok. Oraya varır varmaz sıkıntımın yüzde ellisi geçmiş oluyor zaten. Gerisi ağlama, zırlama falan filan J


22 Ağustos 2012 Çarşamba

summer of love

samian chow - summer of love

devamı için

                                                  http://saimanchow.com/filter/work