7 Ağustos 2012 Salı

alın-tı # 4

"gelecekteki tarihçilerden biri, belki de şöyle diyecektir: Ansızın , yirminci yüzyılın sonuna doğru, aslında boşa harcanmış zenginliklerin ortasında, toplumsal bağ çözülüverdi. Böyle bir kopuşu kimse beklemiyordu. Önce bir şaşkınlık bir uyuşukluk oldu...iktidar, yalan, cinayet, Tanrı, Şeytan, Kaçakçılık, Seks Ölüm, Para, alışılmış o koca çarkın bütün eski büyük harfleri dönmeye devam ediyor ama boşa dönüyor gibiydi. Salgın hastalık olayından sonra (ki bazıları salgının bile bile çıkarıldığını ima edecek kadar ileri gidiyordu.) erkekler kadınlara gitmez olmuşlardı, kadınlar da erkeklere. Daha da vahimi , erkekler de , kadınlar da birbirlerine gitmez olmuşlardı ki bu da Kutsal olanın temellerini yok ediyordu. Genelde arzu da duyulmuyordu, mastürbasyon da yapılmıyordu. Hiçbirşey gerçekten çekici gelmiyordu. şaşırtmıyordu, hoşa gitmiyordu, ilgilendirmiyordu, çok kızdırmıyordu.
...
Onları kımıldatmak, şaşırtmak, harekete geçirmek, sıraya sokmak, makineleşmiş gibi, hiç şaşırmadan izledikleri kitlesel temsiller dışında, olanaksızdı.
...
Ne olmuştu? Daha önceki dönemlerde, düğümler fazla mı sıkılmıştı?Aniden ip kopmuş asılanları taşımaz mı olmuştu?
...
özellikle şaşırtıcı olan, paraya karşı duyulan ilginin azalmasıydı. Tabi cinsel ateş veya eskiden duyulanölüm korkusu gibi, para yine vardı, sadece ondan söz ediliyordu ama büyünün etkisinden çıkmış olarak. Sözcüğün tam anlamıyla sönüyordu. Artık ondan ne korkuluyor, ne de ona gerçek bir istek duyuluyordu...Aniden yoksulların umutsuzluğu ya da yeryüzünün sürekli sefalet içindeki ülkeleri kimseyi duygulandırmaz oldu...Herkes herkese karşı ilgisizdi.  En içten olanlar ya da en kurnaz olanlar protestoda bulunuyor, dayanışma çağrısı yapıyor, aktif yardımlaşma istiyorlardı; o an alkışlanıyor ve o an unutuluyordu. Kimileri neredeyse herkesin önünde ağlıyor kimileri de zenginleşiyordu ama hiç sevinmeden, başka ne yapacaklarını bilmedikleri için...Büyük caniler de daha fazla etki yaratmıyordu, cezalandırılır cezalandırılmaz unutuluyorlardı...ortalık tarikat kaynıyordu, Sirius'a gidiş garantisi, önceki hayatların hatırlatılması, vitaminli rejimler, vicdan muhasebesi, toplu intihar, kıyametten arınmış haplar. Öğretmenlere gelince onlar çoktan beri öğrencilerin artık birşey öğrenmemesine ve akıllarında birşey tutamamasına alışmışlardı. Zaten öğrenciler artık ne okumayı ne de yazmayı biliyorlardı...Gelip suratınızı dağıtmıyorlarsa ya da bacadan evinize zehirli gaz salmıyorlarsa ne mutlu!

...
Kuralların içinde kalmak için birbirimizden hala nefret ediyor, ruhsal açıdan birbirimizi elimizden geldiğince zehirliyorduk... özellikle yorgunluk had safhadaydı. Kayda değer tek istek olabildiğince az  anımsamak, uyumak, ölmekti, ama ölmek zorunda olmaksızın, Aslında ölmek değil de artık olmamak.

...
Geçmiş geçmiş! diyorlardı bıyık altından gülerek. "Geçmiş! Neden artık bugün, geçmişle kıyaslanabilecek bir şey yok? Dünküler kadar esaslı yaratıcılar nerede?"...
Geçmiş çekip gitti, artık dönmeyecek, kaldı ki klişelerle tıklım tıklımdolu bir unutkanlığın durmayan ilerlemesi sayesinde geçmişe toz kondurmuyoruz.

Beden için: sportif hareketler, dayanışma konserleri, dev ekranlar, mumlar, bel kırmalar, ve hep birlikte kendinden geçmeler...Ruh için: kurnaz, bunak, tahrik olmuş kasıntılı ihtiyarlar...

O tarihte dekor böyleydi. Yani abartmayacak olursak, olayların görünürdeki küçük bir parçası böyleydi.
Doğa harikaydı, bir anlamda uğradığı onca yıkıma karşın, hiç bu kadar güzel olmamıştı. Hatta ona yöneltilen en küçük bir bakış eskisinden bin kat daha derin, ayrıntılı ve canlı olabiliyordu. Düzenlenmiş ve düşünülmüş yalnızlık asla bu kadar iyi korunmamıştı.
...
Son kurnazlık, son derece romansı bir kurnazlık, boş kent kurnazlığı adını taşıyor. Şundan ibaret; zayıfsan, güç yanılsaması yaratmak. Güçlüysen, zayıflık yanılsaması. İnsan zayıfsa zayıflığını göstermeli ki düşman gücünü sakladığını sansın.  İnsan kuvvetliyse kuvvetini sergilemeli ki, rakip, zayıflıkla karşılaşacağını sanarak ihtiyatsızca ilerlesin.

Basit görünüyor, oysa değil.

(Stüdyo- Philippe Sollers)

6 Ağustos 2012 Pazartesi

alın-tı #3

"..dalgın olarak olabildiğince dalgın olarak, içine fırlatıldığım dünyayı gözlemleyip sınıflandırabildim. Herşey önce sesten geçtiği için, ateş yükseliyor, kulaklar uğulduyor, bunları dinlemek üzere gizlice seçildiğim hissine kapılıyorum. Kalbim işitme duyumu verdiğim bir kulak. İşitme, umutsuz sözcük, sanki uzak bir kıta - Asya gibi- ilerisi için evet'in keyfini ve övgüsünü vaat ediyor. Bir de diğer sözcük: şaşkın Girdapla gizlice tezgahlanandan çıkılıyor. tüm sahte evetler, evetlerde gizlenen hayırlarfark ediliyor. Bir balık solungaçlarından mı yakalanıyor?Daha da iyisi: ben kumların üstündeki bir balığım, ama yine de yaşayan bir balık. Zehirlenmiş bir balık, soluk soluğa... çünkü hemen ardından solunum zorlukları başlıyor. Krizler, hırlamalar, iştir gibi soluk alabilmeli insan, ama bizler bu biçimde yaratılmadık. Bir çarpıklık, bir hata, bir düğüm, temelde bir boğulma var." (Stüdyo - P. S)

alın-tı # 2

"Gerçek ajanlar nasıl işe alınır? Dinleme ile. En iyi oyuncu, ister müzikte olsun ister çapraz bilgilendirmede , ille de en teknik olanı değildir...Yeni gözetim toplumu için sinir sistemlerini istila etmek düşünceden olabildiğince arınmış bilgilerle tıka basa doldurmak öyle önemlidir ki, seks bundan böyle gerçek arzu haline gelir." (Stüdyo- Philippe Sollers)