gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
31 Aralık 2015 Perşembe
28 Aralık 2015 Pazartesi
DRIFTER AWARDS 2015/ EN SÜPER FILM; EN SÜPER YÖNETMEN
bu yılın en süper filmini geçen haftalarda seçmiştim zaten!
şurda
http://justdriftingaround.blogspot.nl/2015/11/drifters-pick-drifter-proudly-presents.html
En süper yönetmeni de seçtim
"Taxi Tehran" filmiyle Jafar Panahi.
çünkü;
İran Hükümeti kendisine 20 yıl film çekmeme yasağı koymuştu.
Yurt dışına çıkma yasağı filan da var davaları sürüyor...
neyse bu yasağı delebilmek için arabaya kamera yerleştirip Taksiye çıkıyor ve taksiye binen müşteriler vasıtasıyla Tahran'ın gerçek profilini ortaya koyuyor. Dahice!
Berlin Film festivalinde de Altın Ayı'yı kaptı.
işte o film
http://gunlukfilm.com/taksi-tarhan-taxi-teheran-full-izle.html#more-49055
şurda
http://justdriftingaround.blogspot.nl/2015/11/drifters-pick-drifter-proudly-presents.html
En süper yönetmeni de seçtim
"Taxi Tehran" filmiyle Jafar Panahi.
çünkü;
İran Hükümeti kendisine 20 yıl film çekmeme yasağı koymuştu.
Yurt dışına çıkma yasağı filan da var davaları sürüyor...
neyse bu yasağı delebilmek için arabaya kamera yerleştirip Taksiye çıkıyor ve taksiye binen müşteriler vasıtasıyla Tahran'ın gerçek profilini ortaya koyuyor. Dahice!
Berlin Film festivalinde de Altın Ayı'yı kaptı.
işte o film
http://gunlukfilm.com/taksi-tarhan-taxi-teheran-full-izle.html#more-49055
27 Aralık 2015 Pazar
26 Aralık 2015 Cumartesi
DRIFTER AWARDS 2015/ EN SÜPER REKLAM MÜZİĞİ
bu kategoride de iki favorim var.
1. Rebook Pump to Adapt
2. Renault Kadjar
Reebok'un müziğinin Tony Gee - Iron Box olduğunu daha söylemiştim eski postlarımdan birinde.
Renault'un müziği ise
First Aid Kit- Silver Lining.
bu da videosu
https://www.youtube.com/watch?v=DKL4X0PZz7M
1. Rebook Pump to Adapt
2. Renault Kadjar
Reebok'un müziğinin Tony Gee - Iron Box olduğunu daha söylemiştim eski postlarımdan birinde.
Renault'un müziği ise
First Aid Kit- Silver Lining.
bu da videosu
https://www.youtube.com/watch?v=DKL4X0PZz7M
DRIFTER AWARDS 2015/ FUTBOL
Her ne kadar Melo gittikten sonra futbola biraz tripli, tavırlı filan olsam da; (Yılın hayalkırıklığı!!!)
kazananlarımı açıklayacağım.
Yılın maçı sanırım Beşiktaş'ın Liverpool'u elediği maçtı.
Yılın en süper ruhhastası golünü yine canım zlatan attı. aşağıdaki videoda 3:40'ıncı saniyede.
yılın en berbat futbol şakası da ibrahimoviç'in Galatasaraya transferi bitti haberiydi; sağolsun Bizim Başkan...
Yılın en süper ruhhastası transferi ardında her ne şaibe olursa olsun Arda Turan ve Barcelona! peh!!!
Yılın en süper bidon transferi maalesef Van Persie oldu.
yılın en süper lafı ; "Eto bitmiş!"
gel gör ki bitmemiş!
Bu yıl tutan tek futbol kehanetim; Yılmaz Vural
beni yalancı çıkartmadı yıl bitmeden süper lige geri döndü hoca...
kazananlarımı açıklayacağım.
Yılın maçı sanırım Beşiktaş'ın Liverpool'u elediği maçtı.
Yılın en süper ruhhastası golünü yine canım zlatan attı. aşağıdaki videoda 3:40'ıncı saniyede.
yılın en berbat futbol şakası da ibrahimoviç'in Galatasaraya transferi bitti haberiydi; sağolsun Bizim Başkan...
Yılın en süper ruhhastası transferi ardında her ne şaibe olursa olsun Arda Turan ve Barcelona! peh!!!
Yılın en süper bidon transferi maalesef Van Persie oldu.
yılın en süper lafı ; "Eto bitmiş!"
gel gör ki bitmemiş!
Bu yıl tutan tek futbol kehanetim; Yılmaz Vural
beni yalancı çıkartmadı yıl bitmeden süper lige geri döndü hoca...
DRIFTER AWARDS 2015/ EN SÜPER KONSER
24 Aralık 2015 Perşembe
DRIFTER AWARDS 2015/ EN SÜPER ŞARKI
popooz- ulysses and the sea
aslında bir tane daha var yılın benim için en güzel şarkısı ama onun vidyosu yok zaten boşverin, bununla idare edin.
DRIFTER AWARDS 2015/ EN SÜPER KİTAP
yaa işte bu yıl ülke değiştirme, taşınma, yerleşme, yeni şehre alışma, bisiklet hevesi filan derken çok kitap okuyamadım maalesef ve aslında en süper kategorisine öyle gözüm arkada kalmadan yerleştireceğim kitap yok okuduklarımın arasında; yani bu yıl bir etgar keret çıkmadı maalesef karşıma.. ama yine de 4 kitaba aynı ödülü layık görüyorum.
1. Novalis Sais Çırakları - Paul Klee çizimleriyle
2. M Train - Patti Smith (ama bir Çoluk Çocuk değil onu söyleyeyim)
3. İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı - Nihat Genç
4. Piksel - Krisztina Toth
23 Aralık 2015 Çarşamba
18 Aralık 2015 Cuma
Niffani'yi tanıyan var mıdır aramızda?
Philippe Sollers'i pek severim.
Venedik Karnavalı kitabını Yapı Kredi Basmış, sağolsun Aysel Bora da çevirmiş.
Bir yerinde Sollers, Niffani adlı Mistik bir Arap Şairden bahsediyor;
sözüm ona Duraklar Kitabı diye bir kitabı varmış ve şöyle dermiş Niffani o kitapta;
"içinde sessiz olana susmasını buyur , konuşkan kısım ister istemez konuşacaktır." Başka bir iki afili alıntı daha yapmış Sollers. Ben aslında Arap Mistik şairler peşinde koşan biri değilim; çok da haz ettiğimi söyleyemeyeceğim.
Ama merak ettim kimmiş bu Niffani diye hazreti google'a sordum; yok bulamadım. Sollers'in yalancısıyım isminin kaçak, kaçan , kaybolan ya da dağılıp yok olan gibi bir anlamı varmış; yazık akıbeti de öyle olmuş zira Niffani sır!
Belli ki başka bir ismi var; yok değilse nedir?
sevgili Aysel Bora keşke bir not koyuverseydin de okuru google maduru yapmasaydın.
Hayır Oraya Duraklar Kitabını italik yazınca ben de bir dip not vardır diye umut ettim fekat nayır yoktu.
en sevdiğim şey bir yazarın başka bir yazardan alıntı yapması, kitabının içinde şunu okuyorum bunu seviyorum demesidir.
hemen ben de okuyayım bakayım derim.
üstelik Phillippe Sollers birşey okuyorsa ben de hemen bi göz atmak isterim;
adam boşuna yazmadı ya onu oraya.
Neyse demem o ki;
Niffani'yi duyan bilen varsa bi zahmet aydınlatsın yahu çatlayacağım ben.
Venedik Karnavalı kitabını Yapı Kredi Basmış, sağolsun Aysel Bora da çevirmiş.
Bir yerinde Sollers, Niffani adlı Mistik bir Arap Şairden bahsediyor;
sözüm ona Duraklar Kitabı diye bir kitabı varmış ve şöyle dermiş Niffani o kitapta;
"içinde sessiz olana susmasını buyur , konuşkan kısım ister istemez konuşacaktır." Başka bir iki afili alıntı daha yapmış Sollers. Ben aslında Arap Mistik şairler peşinde koşan biri değilim; çok da haz ettiğimi söyleyemeyeceğim.
Ama merak ettim kimmiş bu Niffani diye hazreti google'a sordum; yok bulamadım. Sollers'in yalancısıyım isminin kaçak, kaçan , kaybolan ya da dağılıp yok olan gibi bir anlamı varmış; yazık akıbeti de öyle olmuş zira Niffani sır!
Belli ki başka bir ismi var; yok değilse nedir?
sevgili Aysel Bora keşke bir not koyuverseydin de okuru google maduru yapmasaydın.
Hayır Oraya Duraklar Kitabını italik yazınca ben de bir dip not vardır diye umut ettim fekat nayır yoktu.
en sevdiğim şey bir yazarın başka bir yazardan alıntı yapması, kitabının içinde şunu okuyorum bunu seviyorum demesidir.
hemen ben de okuyayım bakayım derim.
üstelik Phillippe Sollers birşey okuyorsa ben de hemen bi göz atmak isterim;
adam boşuna yazmadı ya onu oraya.
Neyse demem o ki;
Niffani'yi duyan bilen varsa bi zahmet aydınlatsın yahu çatlayacağım ben.
10 Aralık 2015 Perşembe
30 Kasım 2015 Pazartesi
27 Kasım 2015 Cuma
Bu amcaları tanıyor musunuz?
George ve Gilbert
Tazmanya'dan yeni döndüler şu an Londra'da devam ediyor sergileri
Bu amcalar şöyle şeyler yapıyorlar;
...da sürekli, açık yaralara kolonya bastıkları ve habire agresif çizgiler, punk efektlerle tabu saydığımız; erkek çıplaklığı, vücut salgıları, pornografik cinsellik filan gibi konuları gözümüze gözümüze soktukları için yurdumuzdaki her hangi bir galeride veyahut bir müzede görebileceğimizi sanmıyorum.
sanat dediğin oturmayı kalkmayı bilecek edepli olacak değil mi ama?
Bu ikilinin diğer işlerini merak ediyorsanız (ki aslında merak edilmeyecek gibi değil çünkü 1967'den beri birlikte takılıyorlar o günden beri açtıkları sergilerin sayısı belli değil.) linki budur;
http://www.gilbertandgeorge.co.uk/
23 Kasım 2015 Pazartesi
22 Kasım 2015 Pazar
Drifter's pick! Drifter proudly presents; Welcome to Me
diyelim ki gerçekten kafayı çizmiş vaziyettesiniz; bildiğin 'yaklaşma deli O' türünden; yani öyle böyle değil harbii manyak (tıbben adınızı borderline koymuşlar) evinizde yirmi senedir açık; sürekli çalışan bir televizyonunuz var... bıdı bıdı bıdı bıdı Oprah... yani bence az bile olmuşunuz ama yetmemiş;
eski kocanız gay olmuş; anne babanız bunamış; en yakın arkadaşınız bir looser; psikiyatrınızın iyi bir psikiyatra ihtiyacı var Ve bir gün size elli küsür milyon dolarlık piyango isabet ediyor.
ilk iş ilaçları almayı bırakın derim;
eh bi zahmet artık milyoner de olduğunuza göre dünyanın geri kalanı ilaç kullanmaya başlasa iyi olur.
Benim için bu yılın filmi budur! En iyi kadın oyuncu ödülümü de Kristen Wiig'e veriyorum ve ödül törenimi kapatıyorum.
web sayfası burada;
http://www.welcometomemovie.com/
official traileri burada;
official olmayan full movie linki de burada;
http://www.solarmovie.ac/watch-welcome-to-me-2014-online.html
pazar pazar çok güzel gider valla
eski kocanız gay olmuş; anne babanız bunamış; en yakın arkadaşınız bir looser; psikiyatrınızın iyi bir psikiyatra ihtiyacı var Ve bir gün size elli küsür milyon dolarlık piyango isabet ediyor.
ilk iş ilaçları almayı bırakın derim;
eh bi zahmet artık milyoner de olduğunuza göre dünyanın geri kalanı ilaç kullanmaya başlasa iyi olur.
Benim için bu yılın filmi budur! En iyi kadın oyuncu ödülümü de Kristen Wiig'e veriyorum ve ödül törenimi kapatıyorum.
web sayfası burada;
http://www.welcometomemovie.com/
official traileri burada;
official olmayan full movie linki de burada;
http://www.solarmovie.ac/watch-welcome-to-me-2014-online.html
pazar pazar çok güzel gider valla
21 Kasım 2015 Cumartesi
19 Kasım 2015 Perşembe
16 Kasım 2015 Pazartesi
gecenin kısası; MIGRATION ; tuhaf!
Migration from Fluorescent Hill on Vimeo.
Bu film 2014'de çekilmiş; ne kadar festival varsa katılmış ve şu ödülleri almış
Supertoon 2014 jüri özel ödülü
SeeMor Film Festival 2014 En iyi Animasyon
Giraf Festival of Animated Film 2014 En iyi Film
Canadian Screen Awards 2015 En iyi Animasyon film adayı
Jutra Awards 2015 En iyi animasyon film adayı
Athens Animest 2015 en iyi deneysel film 3.sü.
USA Film Festival 2015 en iyi deneysel film.
Kan-Kan Media Long Week Of Short Films 2015 jüri özel ödülü
Bu film 2014'de çekilmiş; ne kadar festival varsa katılmış ve şu ödülleri almış
Supertoon 2014 jüri özel ödülü
SeeMor Film Festival 2014 En iyi Animasyon
Giraf Festival of Animated Film 2014 En iyi Film
Canadian Screen Awards 2015 En iyi Animasyon film adayı
Jutra Awards 2015 En iyi animasyon film adayı
Athens Animest 2015 en iyi deneysel film 3.sü.
USA Film Festival 2015 en iyi deneysel film.
Kan-Kan Media Long Week Of Short Films 2015 jüri özel ödülü
15 Kasım 2015 Pazar
14 Kasım 2015 Cumartesi
Ruthless kafası!
Avrupa toplumu şok geçiriyor anladık da; bu şok ne kadar
sürecek ne zaman bi ayılıp kendilerine gelecekler? hiç bakınca anlaşılmıyor.
Mesela Hollande, bu bir savaştır Fransa olarak “ruthless” tepki
vereceğiz dedi. Bu şu demek mi açık olsun: 10 bin füze attık suriyede 50 bin
daha atcaz mı demek istedi? Öyleyse öyle deseydi. Ne dediği pek anlaşılmadı
çünkü. Ama dinleyenlerin de umrunda olduğunu sanmıyorum. İyi de ne zaman
umrunuzda olacak acaba çok merak ediyorum.
Dün gece burda Caro Emerald konseri vardı; Tilburg için büyük konser. Önce pek aklım kesmedi;
koskoca Caro Emerald iki adım ötede Rotterdam , Utrecht varken niye Tilburg’a
gelsin diye düşündüm acaba dj set filan olmasın diye iki kere Google translate
yaptım bileti almadan. Türkiye’ye geldiğini düşünün ama istanbul’da değil
konseri İzmit’te veriyor. Kıllanmaz mısınız? Kıllandım ama sonra bilet fiyatına
baktım tamam dedim bu dutch milleti bu parayı dj sete vermez bu kadın harbi
harbi geliyor…
Ben son biletleri
almış olabilirim çünkü iki gün önce gişenin önünden geçerken gözüme çarptı
tükenmişti biletler. Bisikletimle konsere giderken çok havalı hissediyordum
kendimi dün 8 sularında. Burda kışın hava erken kararıyor konser de erken
başlıyor 20:30 da başladı.
Hakkaten hakkını vermek lazım Caro Emerald bir yana;
arkasındaki orkestra ayrı bir olaydı. Epeydir bu kadar keyifli bir sahne görmemiştim.
İçerde ikibin kişi filan vardık. Hadi abartmış olayım en az 1500dük. Bu arada bu ayrıntıyı kaçırmayın Tilburg’da
2000 kişi alabilecek büyüklükte klüp var.
Şimdi bok gibi hissediyorum.
Aynı saatlerde bir grup insan aynı benim gibi bisikletini
park edip heyecanla konser seyretmeye gitti çok benzer bir mekana … Paris
Tilburg’dan sadece 2 saat uzaklıkta… aynı dakikalarda biz electro swing
yaparken onlar kafa sallıyorlardı. Sonra kalaşnikoflar, dehşet ve kangölü.
Bizim konser onbir gibi bitmişti eve gelip televizyonu açtım
yanıbaşımdaki dehşeti televizyondan film seyreder gibi seyretmeye başladım. Biraz bbc biraz cnn…
Burada bu iki kanalı sürekli seryeder olunca şunu fark ettim
özellikle CNN’de. Bir kelime veya kavram ortaya atıyorlar, sürekli cümle içinde
kullanıyorlar, bazen tırnak içine alıyorlar ve onun etrafında şekilleniyor
bütün gündem. Sanki bir yafta, yapıştırma;
bir slogan, brand… reklam yazarı kafası…
Dünkü şeydi;
“Soft Targets”
Yani
“Yumuşak hedefler”
Yani biz; konser seyredenler, restoranda yemek yiyenler,
maça gidenler, yoldan geçenler…
Kafamıza kafamıza kaktılar bütün gece; soft target
olduğumuzu… uyuyamayalım diye…
Şöyle hissediyor insan;
Ya, hani markette satılan bir ürün olsa da alsam ve yarın sabaha
‘soft target’ olarak uyanmasam.
Aaa yoksa var mı böyle bir ürün? Bunu CNN mi satıyor? Yada CNN
nerde satıldığını biliyor mu? Parası neyse
verelim alalım ozaman….
‘Soft target’mış
sensin soft targıt!
Sınırı kapatacakmış, Silvan mı burası?
Sen derdini söylesene…
ne satıyorsun onu söyle? İntihar bombacısı tespit cihazı mı?
Nedir Avrupa’nın Ortadoğu politikası? Naaptınız bunca zaman? Ortadoğuda işid yükselişi için ne yaptınız? Peki
şimdi mültecilerden cüzzamlı gibi korkuyorsunuz; Tayyeape üç beş kuruş
sıkıştırarak kurtulabileceğinizi mi sanıyorsunuz acaba? Tayyeap ne yapacak
midilliye geçen botları mı vuracak?
Şimdilerde büyük mevzu mülteciler Avrupa’da. Hummalı Yardım
kampanyaları; kuruluşlar, dernekler, iştirakler…bilimum. Tek yaptıkları eski
kıyafet toplamak. Valla kafaları başka
bişeye basmıyor. Habire kıyafet topluyorlar… Şu memlekette kimse açıkta kalmaz
merak etmeyin elbet bişey bulur geçirir üstüne. En nihayetinde Çinde 3 euroya
çalışıyor köle tekstil işçileri.
Onu diyorum
Kimse aynaya bakmaz olmuş Avrupada? ağzınız burnunuz kaymış
haberiniz yok. Güvenliği arttırın;
yeniden haçlı ordusu kurun; aman ‘ruthless’ olun…
...iyi de düzeniniz sürekli ve hızla
kin yaratıyor; 25 yaşında eline kalaşnikofu alıp herhangi bir mekana binlerce
insanı taramaya giren kini nefreti yaratıyor. Onu naapcaz? Onu naapcaksınız?
10 Kasım 2015 Salı
4 Kasım 2015 Çarşamba
3 Kasım 2015 Salı
l'arrogance - küçümseme
zafer söylemlerini hiç sevmez O.
Hiç kimsenin küçük düşürülmesine katlanamaz, bir yerde bir zafer ortaya çıktı mı hemen başka yere gitmek gelir içinden (kendisi tanrı olmuş olsaydı, zaferleri sürekli tersine çevirirdi- Tanrı da zaten bunu yapar!) En yerinde olan zafer bile söylem düzlemine geçtiğinde, kötü bir dilsel değer, bir küçümseme haline gelir.
Bir yerde bilimin küçümsemelerinden söz eden Battaile'da rastladığımız sözcük, bütün başarılı söylemlere yayılmıştır. Bu nedenle ben üç küçümsemeye katlanırım: Bilim'inkine, Doksa'nınkine, Militan'ınkine.
Doksa; (bu sözcük sık sık gündeme gelecek) kamuoyu'dur. çoğunluğun düşünme biçimidir, küçük burjuva konsensüsüdür.Doğal olanın sesidir. Önyargının şiddetidir.
Dış görünüşe, kamuoyuna ya da pratiğe uyarlanmış her konuşma biçimi doksoloji (Leibnitz'den yadigar) olarak adlandırılabilir.
Dillerin Onu yıldırmasına göz yumduğu için çoğu kez pişmanlık duyardı. Ozaman da biri çıkar şöyle derdi Ona; İyi ama bunlar olmadan da yazı yazamazdınız ki! Küçümseme sert bir şarap gibi, metnin konukları arasında dolaşıma girer. Ara-metinde yalnızca incelikle seçilmiş, gizliden gizliye sevilmiş, özgür, ölçülü, yüksek nitelikli metinleri değil ama herkesin olan başarılı metinleri de içerir. Siz kendiniz de bir başka metnin küçümseyen metni olabilirsiniz.
"Egemen ideoloji" demenin pek öyle yararı yoktur, çünkü bir söz uzatımıdır bu; ideoloji, düşüncenin egemen olması ölçüsünde düşünceden başka birşey değildir. Ama ben öznel olarak daha da ileri gidip şöyle diyebilirim; "Küçümseyici İdeoloji"
(Barthes, 1998)
1 Kasım 2015 Pazar
6 Eylül 2015 Pazar
Drifter erdi muradına siz çıkın artık kerevetine filan…
Öldüm mü kaldım mı bi soran olmadı teessüflerimi bildirerekten
özgürlükler ülkesi Hollanda The Netherlands’dan selam ederim.
Bugüne bügün uyuşturucu, sex ve başka ne vardı bilemedim
şimdi ama bilimum şeyin serbest olduğu (bana ne faydası olacaksa artık amma
nümayiş yaptım) yeni cennet tabir edilen ‘düşük arazi’(böyle mi çevriliyor bu ‘lowlands’)de
oturma iznim çıkmış bulunuyor. Bu da
demektir ki bir flaman banka hesabı açabilecek, standardı 20 küsür mbps hızında
fiber internet başvurusu yapabileceğim.
Hı bi’ de kumar serbest; hatırladığım iyi oldu.
(Şimdi bi daha düşündüm de ne işim var benim burada yav?)
Bisiklet;
Bisiklet çok güzel bişey; düz ya burası…
Bir ‘gazelle’ bisiklet ömre bedel ama ben kendime yakışıklı
bir Batavus seçtim; ormanda 8 speed gücünde, arkasında postacı çantası; önünde
de sepeti var.
Bir alışveriş kapasitesi ki sorma gitsin.
Ooh park yeri sorunu
yok; mesela yok anahtarı bırak abla’ydı;
otopark doldu valeye ver bariydi gibi dertler yok; paşa paşa bisikletini
kitliyosun kapının önüne bırakıp giriyosun markete.
Sonra bir de ağaçlar var…
Acayip ağaçlar var, mesela 8 katlı binanın tepesinden bakan
ağaçlar var… Onlar, Van Gogh, Van Gogh değil de henüz Vincent’ken; kısa
pantolonuyla karşımdaki koruda pisklete binerken de varmış; yaa işte o ağaçların arasındaki bisiklet
yolunda pedal çevirirken bunları düşünerek, halihazırda kıç dondurucu soğuklar
kapıdan baktırmışken önümdeki kışı düşünmemeye çalışıyorum.
Burası Tilburg bu arada; Amsterdam’ın güneyinde Fransa ve Almanya
sınırına yakın.
Neyse işte bir süre burada yaşamayı deneyeceğim;
Bir drifter klasiği… hadi hayırlısı!
18 Temmuz 2015 Cumartesi
11 Temmuz 2015 Cumartesi
zamanda sıçramalar yaşayan drifter iç karadeniz'de kayıp #2
mühim bir yere gidiyorum, buralara kadar gelmişken gitmemek olmaz çünkü...
yağmur yağdı yağacak; o görünen almus barajı;
bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum.
bu 's' çizen de Niksar çayının bir kolu...
ve o muhteşem kuşburnu marmeladının yapıldığı kuşburnu çiçeği buymuş...
işte bu yoldan gidiliyor o köye...
çok hüzünlü topraklar buralar; adım atar atmaz hissediyor insan... adını değiştirsen de toprağın üstüne sinmiş bi kere...
Deniz Gezmişlerin kesinleşen idam kararını öğrenince bişey yapmak gerek diye yola çıkan Mahir Çayan ve devrimci arkadaşlarının 13 gün saklandıktan sonra ihbar üzerine Jandarma tarafından tespit edildikleri ve kurşun yağmuruna tutuldukları o evin altındaki samanlığı arıyorum Ataköy'de... ya da hepizimizin bildiği adıyla Kızıldere Köyünde... tam 43 sene geçmiş kanlı olayın üstünden ama sanki bir hafta önce olmuş gibi evin her yerinde kurşun delikleri...
işte sadece Ertuğrul Kürkçü'nün sağ kurtulduğu ve geri kalan herkesin öldürüldüğü o ev, bu ev... ve eğer buralara yolunuz düşerse fotoğrafta görünüyor, evin önünde oturan amcayı yine orada otururken bulursanız; olup biteni ilk ağızdan dinleyebilirsiniz. Ben dinledim; ama anlatasım gelmiyor içimden....
https://www.youtube.com/watch?v=40P3qaRy6Rk
yağmur yağdı yağacak; o görünen almus barajı;
bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum.
bu 's' çizen de Niksar çayının bir kolu...
ve o muhteşem kuşburnu marmeladının yapıldığı kuşburnu çiçeği buymuş...
işte bu yoldan gidiliyor o köye...
çok hüzünlü topraklar buralar; adım atar atmaz hissediyor insan... adını değiştirsen de toprağın üstüne sinmiş bi kere...
Deniz Gezmişlerin kesinleşen idam kararını öğrenince bişey yapmak gerek diye yola çıkan Mahir Çayan ve devrimci arkadaşlarının 13 gün saklandıktan sonra ihbar üzerine Jandarma tarafından tespit edildikleri ve kurşun yağmuruna tutuldukları o evin altındaki samanlığı arıyorum Ataköy'de... ya da hepizimizin bildiği adıyla Kızıldere Köyünde... tam 43 sene geçmiş kanlı olayın üstünden ama sanki bir hafta önce olmuş gibi evin her yerinde kurşun delikleri...
işte sadece Ertuğrul Kürkçü'nün sağ kurtulduğu ve geri kalan herkesin öldürüldüğü o ev, bu ev... ve eğer buralara yolunuz düşerse fotoğrafta görünüyor, evin önünde oturan amcayı yine orada otururken bulursanız; olup biteni ilk ağızdan dinleyebilirsiniz. Ben dinledim; ama anlatasım gelmiyor içimden....
https://www.youtube.com/watch?v=40P3qaRy6Rk
22 Haziran 2015 Pazartesi
zamanda sıçramalar yaşayan drifter iç karadeniz'de kayıp! #1
vay arkadaş!
3,5 milyon yıl diyor rehber. aklıma mukayyet olayım. ok-kadar çok dokunmak istiyorum ki; ama her bir dokunuş 15 yıl çalıyor sarkıtlardan...keşke çocuk olsam, o zaman varoluşta 15 yıllık zamanın ehemmiyetine varamayabilir ve çaktırmadan dokunurdum illaki.
Ballıca Mağarası'ındayım. ya da eski adıyla "in deresi"
büyülenmemek elde değil. en ihtişamlı sanat eserinden bile daha etkileyici inanın. girer girmez diyorum ki;
daha önce böylesini görmemiştim.
nutkum tutuluyor.
ama
nefes alıyorum deriin deriiin.
çünkü atmosferdeki oranın yaklaşık dört katı saf oksijen içeriyormuş içerideki hava...
haftada bir astım ve koah hastalarını getiriyorlar buraya.
rehber ve ekipten biraz geride kalıyorum herşey çok halüsinatif herşey çok saykodelik; sarkıt ve dikitlerin baktıkça değişen şekillerini izlemeye doyamıyor insan herşey bir an birşeye benziyor; ama sadece bir an ve sonra değişiyor ışıkla.. hareketle...
sarkıt duvarların üzerindeki siyahlıklar mağara sakinlerinin eseri yani cüce yarasa kolonisinin; rehber burada temizlik şirketi gibi çalışıyorlar diyor. içerideki sinek ve böcekleri barındırmıyorlar her akşam hava karardıktan sonra sekiz gibi mesela dışarıya çıkıyorlar ve içeri girerken yarattıkları hava sirkülasyonuyla mağara ziyaretçilerinin gün boyu yarattığı hava kirliliğini dışarı atıp temiz havayı içeride tutuyorlar.
belki biliyorsunzdur mağaralar oluşumları bakımından iki tiptir; volkanik mağaralar ve erime mağaraları...
ballıca bir erime mağarası; kireç taşı erimesiyle oluşmuş; yani bütün bu muhteşem yapının müsebbibi su.
mağarada nem oranı %55'in üzerinde her daim.
ve bunlar da mağaraya ismini veren bal taşlar
permo triyas mermerleri (yapısında %80'den fazla kalsiyum karbonat içeriyormuş.)
mağarada bir kaç farklı renkte taş oluşumu görmek mümkün
kırmızılar; demir minerallerinin eseri
mavi ve yeşil taşlar bakır azurit
bu arada söylemeyi unuttum burası dünyanın en büyük mağaralarından biri 5 kattan ve sekiz salondan oluşuyor ama heniz açılmamış salonları var onlar yarasa odaları. Tamı tamına ne kadar bilmiyoruz ama 685 metresi ziyarete açık ve tavanın en yüksek olduğu yer 15 m yüksekliğinde.çok acayip değil mi?
yürü yürü bitmiyor.
yarasalardan korkmasam bütün gece burada kalasım var.
girişteki havuzlu salonda insanların yaşamış olduğuna dair bulgular varmış; rehber anlattı ama fotoğraf makinesinin iyi netice vermesi için ayar yapmakla meşguldüm kaçırdım.
1992'de keşfedilmiş çok geç değil mi?
neyse işte geç meç bulunmuş ya! çok muhteşem bir yer
tokat ilimizin pazar ilçesinde!!!
gidin görün.
valla bak dua edersiniz bana....
3,5 milyon yıl diyor rehber. aklıma mukayyet olayım. ok-kadar çok dokunmak istiyorum ki; ama her bir dokunuş 15 yıl çalıyor sarkıtlardan...keşke çocuk olsam, o zaman varoluşta 15 yıllık zamanın ehemmiyetine varamayabilir ve çaktırmadan dokunurdum illaki.
Ballıca Mağarası'ındayım. ya da eski adıyla "in deresi"
büyülenmemek elde değil. en ihtişamlı sanat eserinden bile daha etkileyici inanın. girer girmez diyorum ki;
daha önce böylesini görmemiştim.
nutkum tutuluyor.
ama
nefes alıyorum deriin deriiin.
çünkü atmosferdeki oranın yaklaşık dört katı saf oksijen içeriyormuş içerideki hava...
haftada bir astım ve koah hastalarını getiriyorlar buraya.
rehber ve ekipten biraz geride kalıyorum herşey çok halüsinatif herşey çok saykodelik; sarkıt ve dikitlerin baktıkça değişen şekillerini izlemeye doyamıyor insan herşey bir an birşeye benziyor; ama sadece bir an ve sonra değişiyor ışıkla.. hareketle...
sarkıt duvarların üzerindeki siyahlıklar mağara sakinlerinin eseri yani cüce yarasa kolonisinin; rehber burada temizlik şirketi gibi çalışıyorlar diyor. içerideki sinek ve böcekleri barındırmıyorlar her akşam hava karardıktan sonra sekiz gibi mesela dışarıya çıkıyorlar ve içeri girerken yarattıkları hava sirkülasyonuyla mağara ziyaretçilerinin gün boyu yarattığı hava kirliliğini dışarı atıp temiz havayı içeride tutuyorlar.
belki biliyorsunzdur mağaralar oluşumları bakımından iki tiptir; volkanik mağaralar ve erime mağaraları...
ballıca bir erime mağarası; kireç taşı erimesiyle oluşmuş; yani bütün bu muhteşem yapının müsebbibi su.
mağarada nem oranı %55'in üzerinde her daim.
ve bunlar da mağaraya ismini veren bal taşlar
permo triyas mermerleri (yapısında %80'den fazla kalsiyum karbonat içeriyormuş.)
mağarada bir kaç farklı renkte taş oluşumu görmek mümkün
kırmızılar; demir minerallerinin eseri
mavi ve yeşil taşlar bakır azurit
bu arada söylemeyi unuttum burası dünyanın en büyük mağaralarından biri 5 kattan ve sekiz salondan oluşuyor ama heniz açılmamış salonları var onlar yarasa odaları. Tamı tamına ne kadar bilmiyoruz ama 685 metresi ziyarete açık ve tavanın en yüksek olduğu yer 15 m yüksekliğinde.çok acayip değil mi?
yürü yürü bitmiyor.
yarasalardan korkmasam bütün gece burada kalasım var.
girişteki havuzlu salonda insanların yaşamış olduğuna dair bulgular varmış; rehber anlattı ama fotoğraf makinesinin iyi netice vermesi için ayar yapmakla meşguldüm kaçırdım.
1992'de keşfedilmiş çok geç değil mi?
neyse işte geç meç bulunmuş ya! çok muhteşem bir yer
tokat ilimizin pazar ilçesinde!!!
gidin görün.
valla bak dua edersiniz bana....
6 Haziran 2015 Cumartesi
KEDİDİR KEDİİİ!!!
Bundan iki hafta öncesiydi; seçimler yaklaştıkça herkes
birbirinin ağzını arar olmuştu hani ‘veriyoruz dimi chp’ye’ diye…
- vermiyom cehepeye mehepeye onnar benim kalbimi kırdılar
çok
diyordum;
-hiii nee selahattin’e mi verecen yine?
- hayır bikere ben onu cumhurbaşkanlıı seçiminde Ekmeleddin
çatı yalıtım çözüm sistemlerine tepkisel olarak şeyettiydim. Hem alla alla!!! cehepe olmazsa selahattin
diye bi tipim mi var benim?
Ne alakası var sol soslu kimlik siyasetine
kaptıracak oyumuz yok evelalla.. Belki Perinçek’e vericem; boş gezenin boş
kalfası olabiliriz ama ne zaman oy verecek parti bulamasam ortalıkta işçi
partisine veririm ben…ammaan bilmiyorum işte kararsızım koşarak kaçasım var…
diyerek ve
Bu gibi muhabbetlerden bunalıp seçimlere kadar güneye inmek
suretiyle şehirden kaçtım.
Ohh mis!
Bodrum’a yerleşip çocuk yapan veya çocuk yapamayıp organik
tarım yapan arkadaşlarım bi mutlular ki sormayın gitsin…
Bütün gün sahilde yatıp şöyle manzaralara bakıyodum.
Sonra Galatasaray Beşiktaş derbisi geldi çattı
Bi de şampiyon olduk mu; ne keyif ne keyif…
Bi hafta tebrikleri kabul ettim sahilde yatarken…
sonra bi telefon geldi;
Gökçe
-Biz Cuma akşamı yola çıkıyoruz sen de atla gel; assos’da buluşalım.
Oluur dedim ; ayy ne güzel oluur diye ekledim…
Ben Cuma sabahı çıktım yola
Bafa böyleydi geçerken;
İzmir Çanakkale yolu hakkaten duble yağ gibi kayıyo ama
kayacak yerlerin çok ağrıyabilir çünü heryer kamera… aliağa’dan sonra biraz
sevimsiz yol ayvalık’a kadar… biz konuşuyoz onnar yapıyo ; sanki ceplerinden
yapıyo… ödediğim vergiler ve duble yollarda yediğim trafik cezaları nereye
gidiyo?
Neyse
Arkadaşlarla tatil gibisi yok… bi de şampiyon olmuşuz ki;
ertesi gün babakale’de Pazar varmış gidelim bi otlar çaylar filan alalım; bi de
kalamar yiyelim buraya kadar gelmişken dedi gökçe… bindik onun arabaya
gidiyoruz. Klimayı kapattık pencereyi açtık; püfür püfür boğaz rüzgarı… koyun
çanları kuş sesleri filan arasında kedi miyavlamaları… dedim ki kedi yavrulamış
nasıl bağırıyor.
Sonra babakaleye vardık ve pazara daldık… pazarda herbişeyi
çiğ çiğ ye… o kadar yani…zaten köylü de öyle yapıyor aslında; soruyosun mesela 'teyze bu ne otu?'
- - O mu? Evegömeç
ya!
- - Nası yapılıyo o?
- - Sahanda şöyle bi çevir
- - Ee
- - Kavur işte ; ööle yeriz biz, kavurma.
- - Peki o ne?
- - Acı filiz?
- - O nası yapılıyo
- - Onu da çevir sahanda.
- - O da mı kavurma
- - Evet tabi. Çok güzel olur. Yumurta kır istersen!
- - O ?
- - Labada.
- - Sormuyorum direkt kavuruyoruz.
- - Evet kavur güzel olur.
Yani köylünün pek bi kuzey ege mutfağı diyebileceğimiz bir
tarifi yok; genel olarak ‘kavur’ ya da ‘kaynat çay diye iç’… bu! Ama çok süper
insanlar…
Neyse Pazar sonrası babakale’nin muhteşem köy kahvesinde
asmaların altında yorgunluk çayına oturuyoruz.
Evet Behramkale-babakale arası
bütün köy kahvelerinde hala kadın erkek oturup çay içebiliyor bu köyler hala bu
derece medeni…
Tam osırada tuhaf bişey oluyor; siyah takım elbiseli bir
adam elinde mikrofonla köy kahvesine giriyor ve ardından daha normal giyimli
bir başka adam ve ellerinde broşürlerle birkaç kadın… meğer CHP Şey için
gelmiş; adayı tanıtmak ve oy şeysi için işte…
Tamam tamam bizim oyumuzun yeri belli diyip yavaştan
uzuyoruz.
Meğer köy kahvesinde oy toplamacılık böyle oluyormuş; buna
da şahit oldum yani şu yaşımda…
Dönüş yolunda yine pencere açık…
Birden acı bir viyaklama duyuyoruz
“Aa kediiii”…derken
Gökçe birden aman allahım diye feryat ediyor.
-Galiba ses arabadan geliyor…
-Ne?
- yaa dün akşam Ozan,
‘Gökçe galiba arabanın altına kedi kaçtı baktım bulamadım ama ben park ederken çıktı herhalde bir daha
sesi çıkmadı’ demişti; çıkmamış olabilir mi?
Diyor.
-yok artık nerdeyse 24 saat olacak… taa cihangir’den buraya
kaçmış olsa bile ölür hayvan!
diyorum ama;
arabanın altına eğilip lastiğin arasından bakınca; minnacık
bir çift gözün korkuyla bana baktığını görüyorum.
Allllaaaaaaa!
El kadar bile değil parmak kadar;
Ödü patlamış…
Nasıl patlamasın;
Cihangir’den assos’a
duble yollarda 180’le lastikte gelmiş… aç susuz 24 saat ve son gücüyle
miyavlayıp sesini bize duyurdu…
Fakat iş burada bitmiyor çünkü hayvan acayip bir travma
geçiriyor ve katiyen çıkmak istemiyordu. Biz de üstüne gidip çıkartmaya
yeltendikçe kendini motora doğru sıkıştırdıkça sıkıştırdı.
İşte o an tansiyonum
düştü gözlerim karardı gerçekten bayılacaktım.
kedinin sesini duyduğumuzda bu yoldaydık!
fotoğrafta görünmüyor ama allahtan biraz gerisi benzinlik.
Ozan köyden bir amca buldu arabayı çalıştırmadan traktörle
benzinliğe çektik; krikoyla yukarı kaldırdık işe yaramadı; altını açtık belki kendi kendine çıkar diye…
Tam üç saat uğraştık; hava kararana kadar…
Sonunda arabayı orada bırakmaya karar verdik; ve moralimiz
berbat bir şekilde kös kös kaldığımız yere döndük. Kimsenin içi rahat değildi;
eğer çıkmazsa bir gece daha dayanabilecek miydi aç susuz?
Sabah ilk iş arabaya gittik.
Ses yoktu; hiç ses yoktu…
Kendimizi kötü sona hazırlamıştık zaten hayatta kalmasının
mümkünatı yoktu…
Biri eğilip motorun içinde yerini tespit etmeliydi… bu iş
erkek olduğu için Ozan’a düştü.
‘Gördüm.’ dedi bir süre sonra.
- Ama kızlar hiç hareket etmiyor maalesef. Ve öyle bir yerde
ki çıkarmamız mümkün değil; değil el sopa bile girmez naapıcaz?
Sonra bir sopa bulup
dürtmeye karar verdi ve filim o zaman başladı çünkü bizimki can havliyle
viyakladı ve sonra tısladı…
Gökçeyle ağlamaya başladık gerçekten mutluluk gözyaşları
akıttık yemin ediyorum. Müthiş bişeydi.
Benzinlikte herkes
başımıza üşüşmüştü v e bazıları su tutmamız gerektiğini ancak öyle çıkacağını
söylüyorlardı. Çünkü gerçekten bir insanın elinin ulaşamayacağı bir yere
sıkıştırmıştı kendini.
Sonunda razı
olduk ve hortum geldi. Bütün iç aksamını yıkadık arabanın ve nihayetinde
bizimki sucuk vaziyette kendini aşağıya bıraktı.
Can havliyle kaçmaya çalıştı, Ozan önünü kesti ben boynundan
kavradım… kucağıma aldım tir tir titriyordu. Miyavlayacak gücü kalmamıştı. Bizim
de konuşacak gücümüz kalmamıştı. Gökçe ve ozan kahkahalar atıyorlardı; Emre
Uefa Kupasını kazanmış Fatih Terim gibi dizlerinin üstüne çökmüştü ben
kucağımda kedi ağlıyordum. Benzinlikteki amca hortumu topluyordu (onların
hayvanlarla duygusal ilişkileri pek bizimkine benzemiyor tabi)
Tam 30 saat aç susuz yollarda…
Hemmen biberonla süt verdik su içirdik titremesi aralıksız
yarımsaat sürdü ama sonra uyuya kaldı.
Adını “Limbo” koyduk şeyden geliyor ‘living in limbo’ deyimi
var ya… hani şarkısı da var Jane Birkin söylüyor…
ŞU;
Tabiiki ben koydum…
Limbo şimdi çok mutlu travmayı atlatması sadece birkaç saat
sürdü; zaten o da tüm cihangirliler gibi
güneye kaçıp kafe açma derdindeymiş te… vesayiti yannış seçmiş yoksa abartılacak
bişey yok yani.
ve huzurlarınızda Mucize Kedi Limbo;
Ama vatandaşlık görevimizi yapcaz;
Onun için mahalleye geri döndük, dönerken arabanın arka koltuğunda seyahate etti ve kendisi de bunun daha konforlu bir seçenek olduğunu kabul etti.
Ve ben de karar verdim limbo’nun
hatrına (artık o bi sinyal oldu gibi) son bir şans daha vericem cehepeye.
fotoğrafını çekmeye doyamıyorum kedi annesi oldum yine hay allam!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)