28 Aralık 2012 Cuma

tuhaf bulduğum bir amerikan geleneği de;
alışveriş merkezlerindeki Santa kılığına girmiş işsiz güçsüzlerin kucağına çocuk oturtup resim çektirme hadisesi...üstelik dünyada pedofili had safhaya ulaşmışken...

24 Aralık 2012 Pazartesi

23 Aralık 2012 Pazar

20 Aralık 2012 Perşembe

ali kırca'yı görünce aklımdan geçen tamlama, kıymalı sütlaç. çok ayıp biliyorum ama kendimi alamıyorum.  

kendime şarkı


15 Aralık 2012 Cumartesi

We'll Take Manhattan


Son zamanlarda izlediğim en tatlı dönem filmlerinden biri bu...

yıl 1962,
henüz Beatles'ı kimse duymamış,
doğuştan bir titri olmayan veya doğuştan zengin olmayanın ünlü olmayı aklından bile geçirmediği zamanlar...
ve "youth culture" diye bişey yokken daha...
David Bailey ve Jean Shrimpton New York'a giderler...

film böyle başlıyor.
2012 yapımı,





bu, modaya yön veren bir fotoğrafçı ve modelin hikayesi...
ateşle barut yanyana durur mu? durur tabi...
aşk meşk bir yana...
bloody english konuşulan filmlere bayılırım zaten...
ella fitzgerald'ın sesini duyduğum filmlere de bayılırım...
ayrıca ingilizlerin casting seçimlerini de çok beğeniyorum. şu yukarıdaki fotoğrafta delici bakışlı adam yani David Bailey'i oynayan Aneurin Barnard'mış ki daha önce hiç duymadım adını...etkileyici.

gelelim Jean Shrimpton'a...
Sen Buckinghamshire dolaylarından küçük bir çiftlikten kop gel, Londra'da cornflake reklamlarında filan oyna...hanım hanımcık....
kader işte, karşısına o zamanlar yeni yetme, picasso'dan fena etkilenmiş ve geleneksel moda fotoğrafçılığının dışında bişey; yani tırnak içinde "birşey" yapmak isteyen dahi gibimsi bir genç adam,  David Bailey çıkıyor...
ama bunu vogue'da yapmaya çalışınca tabi işler öyle kolay olmuyor;
güzel bi sahnesi var Bailey'nin..şöyle diyor.

when I sae Picasso I thought,
if he could do that
you can do anything...
but,
maybe you can't
maybe I can't...

sonunda yapıyor tabii...
şöyle şeyler;







Jean Shrimpton'u oynayan Karen Gillan (ki bu ismi de daha önce hiç duymamıştım) gerçek Jean'ın gölgesinde kalmış haliyle... ama aksi mucize olurdu zaten...
çünkü Jean biraz nasıl desem;
"gorgeous" diyorlardı sanırım ingilizler.öyle yani...



filmin adı We'll Take Manhattan


http://www.solarmovie.so/link/play/1102701/
(seyretmek isteyenlere link)


  

photographic works of the Drifter

cumartesi parçası


14 Aralık 2012 Cuma

Cuma parçası; warm up kafası


and the Drifter proudly presents : hide my ass!


Her tür sansüre karşı kulunuz drifter'ın çeşitli mütalalar sonucunda edindiği bilgiye göre şu sıralar en güvenli web proxy budur :  http://www.hidemyass.com/
bayılırım gizli kapaklı işlere...
bu da slogan olsun: PROTECT YOUR ONLINE PRIVACY EN AZINDAN!

12 Aralık 2012 Çarşamba

istanbul'u kurtarıyorum kare kare...

sokak sokak dolaşıp kalanı fotoğraflıyorum,  bir tek fotoğrafları kalacak elimizde... Bugün bu kapının önünden geçtim :)



Balat - Fener 
12 Aralık 2012



diğer fotolar  fotoblogumda şu hiç itibar etmediğiniz...
(siteme bak!! :)

35 yıl önce bugün...

"Olur mu, Metin Olur mu? üzüntümüzü nasıl unuturuz başka türlü? Hem ben engin ruhluyumdur, şair tabiyatlıyımdır. Kaptırdım mı kendimi tutamam artık Sen beni rahmetli..." Birden şaşırdı fakat üç masaya sığmayan mezelere saldırmaya başladı bile... Kimin rahmetli olduğunu sormak bile aklına gelmedi... Ah rahmetli; ne kadar haklıydın, kimse kimseyi dinlemiyor dediğin zaman.
(Tutunamayanlar)

35 yıl önce bugün rahmet*li olan Oğuz Atay'ı anarken, gani gani...


* tdk'ya göre:
rahmet 

isim Arapça ra§met
1. isim Birinin suçunu bağışlama, yarlıgama, merhamet etme
"Allah rahmet eylesin."
2. Yağmur
"Kubbedeki açıktan rahmet yağar, güneş vurur." - A. H. Tanpınar

rahmetli olmak 
ölmek


'

gecenin parçası


duyularımın dış gerçekliği kaydettiğini, buna karşılık itkilerimin hiç bir zaman duygularıma ulaşamadıklarını şaşkınlıkla keşfettim. Kapalı bir odada yaşıyordu duygularım ve ben, verilen talimata uygun olarak ve hep önceden tasarlayarak onlardan yararlanabiliyordum. Kendi gerçekliğim öylesine derinden bölünmüştü ki, onun farkına bile varamıyordum.

duyguların anılarıyla varoluyordum. Onları yeniden üretmeyi oldukça iyi bilsem de kendiliğinden ifade edemiyordum; yaşadığım sezgilsel deneyimle onun duygusal ifade edilişi arasında, bir mikrosaniye de olsa hep bir zaman farkı vardı...
(Ingmar Bergman)

11 Aralık 2012 Salı

Flying Lotus

Flying Lotus'un yeni albümü Untill the quiet Comes.
Tiny Tortures'a çektikleri son video bomba olmuş.
David Levandowski yönetmiş;


Elijah Wood'u nedendir bilmem ama çok beğenirim ben...
bir gün Küçük Prens'i çekecekler ve onu oynatacaklar diye bekliyorum.

neyse bi de bu sitede acayip fotoğraflar var gerçekten

http://timothysaccenti.com/category/work/stills/#/flying-lotuscosmogramma-pt-i

iyi bir GİF oldu mu kolalı jelibona bile dönüp bakmam!


25 sene olmuş Graphics interchange Format yani GIF icad edileli... icat tabi ne deseydim?

işte GIF kafasının tarihçesi, çok şeker!


gecenin parçası


10 Aralık 2012 Pazartesi

9 Aralık 2012 Pazar

dağılmış vaziyetteyim!
günlerdir Lautreamont okuyorum...
okumak değil de ne desem bilemedim şimdi...


şöyle şeyler:

...sanki bütün giz açmalara kapalı ve sonsuz bir gizin ezici ağırlığıyla yüklü bir yüreğin vuruşlarını önlemek istermiş gibi. Yaşamdan yorgun düşmüş, kendisine benzemeyen varlıklar arasında yürümekten utanmış, ruhunu bir umutsuzluk sarmış, bir dilenci gibi yapayalnız ilerliyor vadilere. 
Yaşam için gereken şeyleri nasıl sağlıyor acaba? 
O bu gözetimden kuşkulanmadan , onun yanı başında geceliyor merhametli ruhlar, ve hiç yüz çevirmiyorlar ona:
öylesine iyi! Öylesine yazgısına boyun eğmiş! Bazen duyarlı kişilerle, kendilerine eliyle dokunmadan kolayca konuşuyor ve uzak duruyor düşsel bir tehlike korkusuyla. Kendisine yalnızlığı neden eş seçtiği sorulacak olsa, gözlerini gökyüzüne doğru kaldırır ve Esirgeyici'ye olan siteminin gözyaşlarını güçlükle tutar; ama yanıtlamaz  göz kapaklarının karına sabah gülünün kızıllığını yayan bu düşüncesiz soruyu. Konuşma uzarsa, kaygılanır, yaklaşan bir görünmez bir düşmanın varlığından kaçmaya çalışıyormuş gibi gözleriyle ufkun dört bir yanını tarar, eliyle çabucak vedalaşıp uyanan utancının kanatları üzerinden uzaklaşır ve ormanda yitip gider.
Onu genellikle deli sayarlar... 

ya da şöyle şeyler:

...ama bir süre karşılaştırma yaptıktan sonra, gülüşümün insanların gülüşüne benzemediğini gördüm, yani gülmüyordum ben, gülüşüm yoktu benim...

...gülmeyi öğrenmek çok zor, ya da, daha doğrusu, bu yaratılış aykırılığına karşı içimde taşıdığım tiksinti duygusunun kişiliğimin en önemli niteliğini oluşturduğunu sanıyorum. Pekiala, daha çarpıcı bir şeye tanık oldum: Bir eşek yiyen incir gördüm! Ve, gene de gülmedim; içtenlikle söylüyorum, ağzımın hiç bir yanı kımıldamadı bile. Öylesine bir ağlama gereksinimi duydum ki, bir damla yaş aktı gözümden . "Doğa! Doğa!" diye haykırdım hıçkırarak, " Atmaca serçeyi parçalıyor, incir eşeği yiyorve insanı gövdeye indiriyor şerit!" Daha ileri gitmek kararı almaksızın, sinek öldürme yöntemini açıklar gibi mi konuştumacaba diye soruyorum kendime. Evet değil mi? Gergedan yok etme yönteminden söz etmedim, doğru! Bunun tersini ileri sürecek olsaydı bazı dostalrım, dinlemezdim onları, ve övgü ve dalkavukluğun iki kocaman engel olduklarını anımsardım...

birazdan da dışarı çıkıcam sırf söz verdim diye ama hiç bir sosyal fonksiyonumu yerine getiremeyeceğim diye de kaygılıyım çok!

2 Aralık 2012 Pazar

1 Aralık 2012 Cumartesi