gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
30 Mart 2012 Cuma
old school bilgisayar oyunlarına benzeyen grafikler super senkronize.. çok hoş;
ama bizim Ali Mahmut Demirel'in pin pon topu hadisesi aklıma geldi;
2001'de yapmıştı kendisi bu video'yu Ritchie Hawtin'e...anmadan geçemeyeceğim.
Etiketler:
ali mahmut demirel,
cerulean,
ritchie Hawtin
you're like a fucking rainbow
gecenin parçası ; fink- honesty
Who was it telling me
Honestly
Honesty is all about the timing
Oh, my bad
There was I thinking that honesty
Was all about truth
Oh, woe is me
With your honesty
We’ve had conversations
About the past
It’s taken long enough to see
Your true colours
You’ve got so many baby
You’re like a fuckin rainbow
Just let me revel in your blue notes
Who was it sitting here
Yesterday
Saying that I’m leaving in a hurry
Oh, my bad
There was I sitting there watching you
Talking like I’m already gone
Oh, woe is me
With your honesty
We’ve had conversations
About the past
It’s taken long enough to see
Your true colours
You’ve got so many baby
You’re like a fucking rainbow
Just let me revel in your blue note
Who was it telling me
Honestly
Honesty is all about the timing
Oh, my bad
There was I thinking that honesty
Was all about truth
Oh, woe is me
With your honesty…
Honestly
Honesty is all about the timing
Oh, my bad
There was I thinking that honesty
Was all about truth
Oh, woe is me
With your honesty
We’ve had conversations
About the past
It’s taken long enough to see
Your true colours
You’ve got so many baby
You’re like a fuckin rainbow
Just let me revel in your blue notes
Who was it sitting here
Yesterday
Saying that I’m leaving in a hurry
Oh, my bad
There was I sitting there watching you
Talking like I’m already gone
Oh, woe is me
With your honesty
We’ve had conversations
About the past
It’s taken long enough to see
Your true colours
You’ve got so many baby
You’re like a fucking rainbow
Just let me revel in your blue note
Who was it telling me
Honestly
Honesty is all about the timing
Oh, my bad
There was I thinking that honesty
Was all about truth
Oh, woe is me
With your honesty…
27 Mart 2012 Salı
24 Mart 2012 Cumartesi
22 Mart 2012 Perşembe
sabahın parçası
şimdi ne yalan söyliyeyim, derbi esnasında önceden de öngördüğüm üzere, canım Hakan Kadir Balta'nın golünün akabinde bir sigara yaktımdı... Emre yapma! dediyse de yaptım. feda olsun ilk 48 saate. Tabi sil baştan.
neyse bugün itibariyle sigarasız geçirdiğim 4.gün.
cravingler iyice azaldı.
bugün daha mutlu kalktım gibi.
ama iflasın eşiğindeyim,
kendimi sigaradan uzak tutacam diye; ve uzak tutarken gamdan kederden verem olmayayım diye harcadığım paranın, seyrettiğim rom-com'un haddi hesabı yok.
emre'den boşansam bu kadar alışverişe verir miydim kendimi bilmem.
neyse "ilk riskli dönem"i atlattım. (ilk üç gün oluyor ilk riskli dönem)
ikinci riskli dönem 3. haftaymış.
bu arada dünkü maçta yarabandı takan Fenerli kadınlar onursuzdur...
bunu da 4 gündür sigara içmiyorum diye söylemiyorum.
öyle yani...
şimdi ne yalan söyliyeyim, derbi esnasında önceden de öngördüğüm üzere, canım Hakan Kadir Balta'nın golünün akabinde bir sigara yaktımdı... Emre yapma! dediyse de yaptım. feda olsun ilk 48 saate. Tabi sil baştan.
neyse bugün itibariyle sigarasız geçirdiğim 4.gün.
cravingler iyice azaldı.
bugün daha mutlu kalktım gibi.
ama iflasın eşiğindeyim,
kendimi sigaradan uzak tutacam diye; ve uzak tutarken gamdan kederden verem olmayayım diye harcadığım paranın, seyrettiğim rom-com'un haddi hesabı yok.
emre'den boşansam bu kadar alışverişe verir miydim kendimi bilmem.
neyse "ilk riskli dönem"i atlattım. (ilk üç gün oluyor ilk riskli dönem)
ikinci riskli dönem 3. haftaymış.
bu arada dünkü maçta yarabandı takan Fenerli kadınlar onursuzdur...
bunu da 4 gündür sigara içmiyorum diye söylemiyorum.
öyle yani...
21 Mart 2012 Çarşamba
gecenin filmi ; RED MOON
Ne demiş baba - Andre Breton;
"Surrealism does not allow those who devote themselves to it to forsake it whenever they like. There is every reason to believe that it acts on the mind very much as drugs do; like drugs, it creates a certain state of need and can push man to frightful revolts.
bu arada Manifesto of Surrealism'in full textini okumak isteyenler için;
http://www.tcf.ua.edu/Classes/Jbutler/T340/SurManifesto/ManifestoOfSurrealism.htm
Etiketler:
Andre Breton,
Manifesto of surrealism,
RED MOON
20 Mart 2012 Salı
Dan Witz'in Human and Otherwise serisini görmeniz lazım.
bunlar fotoğraf değil.
inanılır gibi de değil!
http://www.danwitz.com/index.php?article_id=52
ve;
bu gecenin parçası; little boxes.
Walk off the World'den bir Malvina Raynolds cover'ı;
ama bu insanları da en az Malvina kadar seviyoruz.
Etiketler:
dan witz,
Malvina Reynolds,
walk off the earth
16 Mart 2012 Cuma
Thom York demişken bir de bunların PJ Harvey ile düetleri vardı... (bu arada PJ Harvey diyince hep aklıma pj erhan geliyor ama alakası yok aslında, kadıncağızın adı polly jean, benim de adım polly olsaydı ben de kısaltırdım, polly ve molly ismini hiç tutmam...)
"This mess we're in"
bu gecenin parçası olsun bari...
Can you hear them?
The helicopters?
I'm in New York
No need for words now
We sit in silence
You look me
In the eye directly
You met me
I think it's Wednesday
The evening
The mess we're in and
The city sun sets over me
Night and day
I dream of
Making-love
To you now baby
Love-making
On-screen
Impossible dream
And I have seen
The sunrise
Over the river
The freeway
Reminding
Of this mess we're in and
The city sun sets over me
What were you wanting?
I just want to say
Don't ever change now baby
And thank you
I don't think we will meet again
And you must leave now
Before the sunrise
Above skyscrapers
The sin and
This mess we're in and
The city sun sets over me
hayır herşey tamam da;
"we sit in silence
you look me
in the eye directly"
bu bölümde yıkılıyorum, sanki dizlerimden kırılıyor bacaklarım, öylece bombalanmış bina gibi yığılıyorum...
bu ne cüret ama? Insan nasıl bakabilir direkt gözlerinin içine?
yapamam, nasıl yapılır?
15 Mart 2012 Perşembe
tam iki saat kaldı. iki saat sonra 24 saattir sigara içmemiş bir insan olacağım;
"insan" burada kilit kelime.
çünkü bu süre zarfında inanın ne bir sinir krizi, ne bir şirretlik, ne bir çatışma...
neyse şöyle söyleyeyim, son sigarayı içtikten sonra (ah! dün gibi hatırlıyorum);
evet hemen 20 dakika sonra, kan basıncı normale dönüp kalp atışları yavaşlıyormuş; el ve ayaklar ısınırmış;
bu 20 dakikaya fazla takılmamak lazım, önemli olan ilk 8 saat...
kandaki karbonmonoksit seviyesi normale dönüyor ve oksijen seviyesi yükseliyor. ilk sekiz saati geçirince kendinizi temiz havaya çıkarın biraz nefes alın ciğerlerin kapasitesini zorlayın diyorlar; bu arada ilk sekiz saat içinde en az 18 tane craving geliyor...üff acayip yokluyor yani...
bir şişe şarap işe yarayabilir;
ben bu 8 saatin en azından 6'sını uykuda geçirdim...yani gece bırakmak mantıklı olabilir.
bugünü de yatakta geçirdim. müzik dinleyip, film seyredip, blog okudum (depresif olmayanları- en çok olağanüstü sıradana takıldım; bir de siminya'ya tabi.)
Emre'yi evden gönderemiyorum ama odadan atmayı başardım...bu sayede vukuatsız geçirdik bu günü diyebilirim.
cravingler azaldı gibi. yarın daha önemli bir gün; yarın bu saatlerde koku alma ve tat alma duyularımda değişiklik olacakmış; sinir uçlarımdaki hasar tamir olmaya başlayacakmış, sinir uçlarımda hasar oluğunun farkında bile değildim.
yarını da atlatırsam işim kolaylaşacak, bir tek derbiden korkuyorum, yani derbiden sonra mı bırakmaya kalksaydım şu sigarayı diyip duruyorum kendime...
filmi de seyrettim, sıradan bir rom-com; başındaki kadın erkek diyaloğu olmasa woody allen filmi bile demem.
"sevişirken ölümü unutmak ya da ölüm korkusunu unutturan sevişme" beni biraz etkilemiş olabilir.
ama söyleyeyim o kız puppy bakışlı owen wilson'ı iki günde oklavayla kovalar...
ama bu Angus nasıl bir adamdır?
bu nasıl hisli bir erkek sesidir?
tom york vardı bir de...yok yok bu Angus başka...
"insan" burada kilit kelime.
çünkü bu süre zarfında inanın ne bir sinir krizi, ne bir şirretlik, ne bir çatışma...
neyse şöyle söyleyeyim, son sigarayı içtikten sonra (ah! dün gibi hatırlıyorum);
evet hemen 20 dakika sonra, kan basıncı normale dönüp kalp atışları yavaşlıyormuş; el ve ayaklar ısınırmış;
bu 20 dakikaya fazla takılmamak lazım, önemli olan ilk 8 saat...
kandaki karbonmonoksit seviyesi normale dönüyor ve oksijen seviyesi yükseliyor. ilk sekiz saati geçirince kendinizi temiz havaya çıkarın biraz nefes alın ciğerlerin kapasitesini zorlayın diyorlar; bu arada ilk sekiz saat içinde en az 18 tane craving geliyor...üff acayip yokluyor yani...
bir şişe şarap işe yarayabilir;
ben bu 8 saatin en azından 6'sını uykuda geçirdim...yani gece bırakmak mantıklı olabilir.
bugünü de yatakta geçirdim. müzik dinleyip, film seyredip, blog okudum (depresif olmayanları- en çok olağanüstü sıradana takıldım; bir de siminya'ya tabi.)
Emre'yi evden gönderemiyorum ama odadan atmayı başardım...bu sayede vukuatsız geçirdik bu günü diyebilirim.
cravingler azaldı gibi. yarın daha önemli bir gün; yarın bu saatlerde koku alma ve tat alma duyularımda değişiklik olacakmış; sinir uçlarımdaki hasar tamir olmaya başlayacakmış, sinir uçlarımda hasar oluğunun farkında bile değildim.
yarını da atlatırsam işim kolaylaşacak, bir tek derbiden korkuyorum, yani derbiden sonra mı bırakmaya kalksaydım şu sigarayı diyip duruyorum kendime...
filmi de seyrettim, sıradan bir rom-com; başındaki kadın erkek diyaloğu olmasa woody allen filmi bile demem.
"sevişirken ölümü unutmak ya da ölüm korkusunu unutturan sevişme" beni biraz etkilemiş olabilir.
ama söyleyeyim o kız puppy bakışlı owen wilson'ı iki günde oklavayla kovalar...
ama bu Angus nasıl bir adamdır?
bu nasıl hisli bir erkek sesidir?
tom york vardı bir de...yok yok bu Angus başka...
bugün önümüzdeki 10 saat boyunca yapacak daha iyi bir şeyi olan var mı acaba?
güneşli bir gün için ölebilirim...
- filmimi çekmişler, charlize theoron'u oynatmışlar bozuldum. Natalie'yi tercih ederdim.
- derbiye 3 gün kaldı.
- Tutturdular, Woody Allen'ın, Van gogh tablosunda yürüyen Owen Wilson'lu, paris filmini seyret diye...
- yani on tane film olsa 9. sıraya filan koyarım woody allen'ı. Yani woody allen sevmem de diyemiyorum ne haddime, ayrıca seyrettiğim her filmini de gayet... neyse yine de bir şey var woody allen diyince yüzümü buruşturan...
sonra da bir "aaaa cık cık cık.. nasıl sevmezsin woody allen'ı? neden??" tepkisi geliyor.
"ne bileyim, yani bilemiyorum gerçekten , henüz kendim de bilemiyorum yani, üzerine de çok kafa yormadım hani..."
boş boş bir insanım, ne sevdiğini bilen, ne sevmediğini bilen, hiç bir şeyin önünü arkasını düşünmeyen (bu da emrenin lafı) hep bir "ayıkla pirincin taşını" durumu var benim hayatımda...
ama bu istanbul'da herkes sorgu sualci...ne çok konuşkan bir milletiz..duramıyoruz.. herkes herkesin herşeyle ilgili ne düşündüğünü, ve niye öyle düşündüğünü bilmek istiyor...böylesi diyaloglarda ben se hep kendimi suçlu hissediyorum sonunda..
hastayım ben valla!
tür: kasvetli komedi.
13 Mart 2012 Salı
International party machine
Bu icat salonumda dursun, bu Niklas Roy'da iyi dostum olsun istiyorum!
adam, parti moduna girdiğin anda vaziyeti çakozlayıp ambiyans yaratan ve sen koptukça abartan makine icat etmiş. - ama öyle böyle değil bir anda evi minas'ın dükkana çevirecek kadar- / bir de babamın süper 8 film makinesinden bir kaç pornografik retro fotoğraf yansıttık mı duvara, tamam yani.
videoda anlatıyor herşeyi
http://www.internationaldanceparty.com/video.htm
12 Mart 2012 Pazartesi
8 Mart 2012 Perşembe
7 Mart 2012 Çarşamba
6 Mart 2012 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)