3 Nisan 2020 Cuma

AÇIK VE SEÇİK BİR BAKIMA DA BELİRSİZ GÜNLER #3


İnsan en çok kendiyle ilgilenir; ama bu ilgi bir yönteme dayanmaz ve kendini tanıma sorunu bilimsel bir yolla çözülemezse sonsuz bunalımlar karanlığına düşer birey. Değerini tam bilmeyen kişi, gereksiz yakınmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider. Kişisel değeri büyütmek de küçültmek de aynı derecede zararlıdır. Yola çıkmadan önce altından kalkamayacakları bir yükün altına girenler daha işin başında ezilip kaybolurlar; gerçek değerinin çok azını ortaya koyanlar da kısa zamanda tembelleşip bir işe yaramazlar. *

Kesinlikle bir yöntemim var. Zati kendimle ilgilenme yöntemim bu benim: 'çile çekmemecilik' diye düşünüyordum. 
Olric olsaydı...Yoktu henüz.

Buda’nın neferleriyiz; çile bülbülüm çile. Bi yogaya mı dursam?
Shakespeare’nin bir oyunu vardı;  All’s well that ends well. Çok güzel çevirmişler; ‘ yeter ki sonu iyi bitsin’... ayrıca sonsuz bunalımlar karanlığında filan değildim sadece d vitamini eksikliği... Annem WhatsApp call’dan denizi gösteriyor işe yarayacağını düşünerek...     
   



"Bütün değerlerimizi önce yok sayarak işe başlamalıyız. Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız.” *

not: kendimi okuduğum romanlardan tanıyorum; okuduğumu anlayabildiğim kadar anlıyorum. Hep göreceli, hep durumsal. Okuduğu romanlardan beni tanıyabilen biri beri geleydi, fikir teatisi olurdu.

- anne ben dönücem. 
- nereye?
- oraya.
bir nefeslik ara veriyor, o esnada belki bir açıklama getiririm diye bekliyor sanki. mecalim yok. anlıyor bi tuhaflık olduğunu.
- ne zaman?
- şimdi.
- nasıl?
- arabayla.
- ne diyosun be?
- ne bileyim? tek kelimelik sorularına tek kelimelik yanıtlar veriyorum. 
- hey allam, tövbe estafurullah! Nooluyo? 
sonunda 'neler oluyor?' sorusunu sormak aklına geldi. 
- noolsun iç güveysinden bi tık kötü. Fenalardayım, daralıyorum. Çok sıkılıyorum. Galiba tesisat sorunum da var. Salonun tavanında, üst kattaki duşun altına denk gelen yerde bir lekelenme var, kesin su kaçağı... Hem geçenlerde de sigorta attıydı hani telefon etmiştim ya babama...
- eee?
-anne bunlar nasıl anne tepkileri yeaaa?
- ne dediğini bi anlasam bi tepki vericem de; şu an ambale vaziyette dinliyorum. Neydi o Gunay Usta var diyordun çağır onu baksın. 
-Anne adam marangoz, ne anlar tesisattan? 
-Alevi diyordun anlayan birini tanıyordur. 
-Alevi olmasıyla nasıl bir alaka kurdun şu an?
- e sen demedin mi geçen çağırdığında  gelememiş Nazım Hikmet günü yapıyorlarmış derneklerinde, hatta seni de davet etmiş. 
-eee?
-sen anlamıyorsun. Aleviler sosyaldir; birbirlerini tutarlar. Hele gurbette daha bi başka. 
-Aleviliğe mi geçeyim , ben de mi Alevi olayım diyorsun? anlamadım.
Gülüyor.
-Eşek sıpası sen benimle dalga mı geçiyorsun? 

Anlıyorum tabi anlamasana.. ne düşünerek genellemeler yaptığını, algısının yönünü, nereden geldiğini; taaa nerelere gidebileceğini...bu yargı onda neden var? anı mı bellek mi? yargılarımız kendi istatistiklerimize dayanıyor. Tuhaf. 
- anne burda hiç güneş çıkmıyor yaa....Günlerdir  renksiz ışıksız, bazen sulu zırtlak, yetti canıma.  Ben dayanamayacağım. Döneyim artık diyorum.
- iyi döön....     ne zaman?
şimdi.
- hah başladık yine, hey allam!!! 
-ama sen de tekrara düşüyorsun napiyim?
- E hani dünya üzerinde insanca yaşanacak tek kıta avrupaydı?

bi es veriyor. sigara içiyor olsa bir nefes çekti diyeceğim. 


- Iyi dön ama... ondan sonra trafikte adam önüme kırdı, emniyet şeridini işgal ediyorlar,  yok çöpçü çöpü alırken konteynırın etrafındaki çöpleri yerde bıraktı, komşunun yeni mutfak inşaatı  pazar saat sekizde başladı diye oraya buraya saldırma.

- yok valla yeminle komşunun külüne molozuna ; matkabına muhtacım. O derece. 
- taze bitti canım hepsi kentsel dönüşüme gitti komşuların. Molozları duruyor tabi lazımsa.
-şakacı anne.
- dayan azcık daha aaaa..99. merdivenden inilmez. Bahar geliyor bir iki hafta izin alır gelirsin. Mayısta gel dut yersin. bir hafta geçmeden de ben döneyim dersin. 
annlamıyorsunuz, hiç anlamıyorsunuz. 
- al bak sana azıcık denizi göstereyim.
kamerayı dışa döndürüyor. Artık resmen uzvu gibi olmuş o telefonun bazı özelliklerine nasıl bu kadar hakim olduğuna, onları bu kadar çevik ve efektif kullanışına hayret ediyorum   bazen.  Annem yarı-sayborg gibi bişey.  İşte deniz görünüyor oralarda bir yerlerde, bahçesindeki badem ağacının dallarının ucundan.
- anne nispet mi yapıyorsun? çok bunalıyorum diyorum.
- arabayla gelme, uçakla gel. Tamam mı?
...

I really do!


Kişinin esasen eyleme geçmesi, esasen trompetlerin üflenmesine bağlı değildir. 
Anımsanan şey uzaklara atılabilir, ama tıpkı Thor’un savaş çekici gibi geri döner, hatta bununla da kalmaz bir güvercin gibi anımsanmayı arzular. Evet bir güvercin gibi, her ne kadar satılsa da, kimselere ait olamaz bir güvercin, çünkü o her zaman yuvaya geri uçar.
hafıza ise doğru hatırlamayla yanlış hatırlama arasında mütemadiyen silinir. Örneğin sıla özlemi dediğimiz şey nedir? Anımsanan bir şeyin yad edilmesidir. Sıla özlemi kişinin yokluğundan kaynaklanır. **

Issızlık durgunluk kadar sarhoş edici başka birşey var mıdır? son okuduğum cümleyi zihnimde gezdirerek kitabı kapattım. Gökyüzüne baktım. ağacın dallarındaki siyah kuşlara baktım.  Cümle zihnimin odacıklarından bir başka kapıyı açtı. Edgar Allen Poe’nun kuyu ve sarkacını bilir misiniz? Şu defterde olacak alıntıladığım cümlesi... Olric getiriver bi zahmet; Alexa, sende ışıkları aç be gülüm karanlık oldu.

the blackness of darkness supervened; all sensations appeared swallowed up in a mad rushing descent as of the soul into Hades. Then silence , and stillness, and night were the universe.
Olric çeviriverdi bir çırpıda. 

'karanlığın siyahı sarıvermişti aniden; ruhun Hades’e inişi gibi, haletiruhiye çılgınca bir hızla yutuluyordu. Sonra sessizlik, ve dinginlik, ve gece kainat oluyordu.'  

-bi müzik bişey aç Olric!
- Alexa diyecektiniz efendimiz.
- hay ben sizin hiyerarşinize...

Aaa ne güzel Kaan Boşnak parçası. 




- 7 mart gidiş 15 mart dönüş, nasıl?

- bomba!
-dönüşü açık mı alsaydım Olric?
- en kötü yakarsınız efendimiz.

DEVAM EDECEK...


* Oğuz Atay - Tutunamayanlar
** Soren Kierkegaard - Hakikat Şaraptadır.

AÇIK VE SEÇİK BİR BAKIMA DA BELİRSİZ GÜNLER #2



'Hayatımda gördüğüm en antipatik İspanyol bu çocuk olabilir, kıyamam n'olcak bunun hali?' diyor Maria Santiago’yu sigara içme alanında yalnız bırakıp, yeniden içeriye girmek için yürürken. “Nolcakmış?”  diyorum. “Peh!” diyor,  “inandın mı kayak tatili palavrasına?”


Santiago

Henüz yirmili yaşlarda, biraz kanca burunlu, ince yapılı- çelimsiz desek de olur; hem hafif kambur durduğu, hem de bir ayağını yere fazla sürterek yürüdüğü için aslında kendine has bir beden stili var. beğenirsin beğenmezsin... 
Genelde beğenmediklerini söyleyebilirim bizim ofistekilerin. Ha unutmadan; bir de üstüne üstlük dört-göz. Yalnız insanların onu antipatik bulmasının asıl sebebi, yukarıda utanmadan, olabildiğince sığ bir perspektiften sıraladığım fiziksel özellikleri değil tabiki sorsanız.
- Kime?
- Insanlara.
Çünkü insanlar benim kadar sığ değiller hiçbir zaman.
Santiago çoğunun sinirlerini zıplatıyor, çünkü fazla kibirli, çalışma arkadaşlarına suratsız ama sinyırlara kraldan fazla kralcı, ispiyoncu olduğunu da söyleyen var; kılkuyruk olduğunu keza...bazen de kantarın topuzunu kaçırıyor, ufak atamıyor, helak oluyor civcivler doyacaz diye.
Ama kimse asıl hikayesini bilmiyor Santiago’nun.
ben biliyorum.

Santiago henüz çocukken annesiyle babasının arasında soğuk savaş baslamış. Ispanya’nın ortalarında, Madrid yakınlarında bir kasabada yaşıyorlarmış. Anne Belediye meclisinde o zamanlar, baba da avukat. Baba büyük şehre taşınmak istiyor, annenin gözü Belediye Baskanlığında. Santiago’nun gözü bozuk ama kimin umrunda? herkes kendi derdinde. Ancak bir kaç dersten birden çakıp sınıf tekrar etmesi gerekince akılları başlarına geliyor. çok geç tabi; Santiago bir yandan sınıfta kalmış bir yandan dört-gözlüğe terfi etmiş oluyor. Sosyal anlamda ilk tökezlemesi denilebilir. iki lafın belini kırdığı arkadaşları bir üst sınıfta; yenilerini bulayım dese, bizimkinin şansına alttan gelen bebeler acımasız ve zorba.  İyice yalnızlaşıyor ister istemez. 
Ama yazlıkta Kral. 
Costa Brava’da anneannesinin büyük villası var denizin hemen dibinde. Her yaz orada takılıyor paşam. Baba avukat, cepte para.  Hep kendinden büyüklerle, plajda sabahlara kadar botellón. Bunda para, büyüklerde kimlik. Yaz bitince de kös kös okula dönmece mecburen.    
zor bir ergenlik velhasıl.
Lise’yi bitirmeye yakın annesi belediye başkan yardımcılığına yükseliyor. Eş zamanlı olarak babasının gizli ilişkisi patlıyor. Birlikte kaza mı yapmışlar ne... öyle bişey. Bildiğin rezalet! Basın filan... Akabinde boşanma. Annede histeri krizleri. Baba Madrid’e taşınıyor, bizimki de Babanın peşine takılmak istiyor Madrid’de yeni başlangıç yaparım diye düşünerekten;  anneyle papaz oluyorlar. Bir süre Madrid’de tatlı hayat, bol esrar, üniversite hazırlık filan hakgetire. Bir de üstüne kafası iyiyken kallavi bir kaza yapıyor... omurga’da hasar ve bacak kırığıyla 'hadi bununla geçmiş olsun, verilmiş sadakan varmış' diyorlar. 
Bir sonraki seçimde annesi belediye başkanı seçilip muradına eriyor ama babasına beddua etmekten geri durmamış olacak ki; babasının manitası, babasını, burodaki bir avukatla beraber olmak için terk ediyor. 
Şok!
Veya değil. 
Bunlar da tası tarağı toplayıp Londra'ya gidiyorlar. Londra nerden çıktı derseniz; büro bağlantıları filan. Santiago boş gezenin boş kalfası zati, babasına Londra ofisinden iş teklifi gelince hemen atlıyorlar. İlk bir iki yıl fena geçmiyor, pizzacıda iş bulup hayata atıldım kafası bile yaşıyor, kendi parasını kazanıp kız arkadaş bile yapıyor. o derece...
De brexit davaları filan Londra’nın tadı kaçmaya başlıyor. Santiago’nun bu başıboş halleri, manita olmayınca babanın da gözüne fazla batar oluyor haliyle. Önce bi isyanlar misyanlar, anneye yeşillenmeler: ne yazık ki anneden umduğu yeşilleri göremeyince, burnunu sürtüp babaya yalvarıyor;
baba bana okul parası! 

- Ne okuycan Santiago? 
- Roterdam’da grafik dizayn. 
- Sen ne anlarsın grafik dizayndan Santiago? Pizzacı’da mı umut verdiler sana evladım?
- Baba yaa!

buna benzer bi diyalog olmuştur diye tahmin ediyorum baba oğul arasında zira Santiago babasının Hollanda’ya gelme fikrine başlarda pek sıcak bakmadığını  söylüyordu bana o gün. 

O gün

o günden önceki günün akşamı yemek sonrası,  genel,  evde takılıyordum, telefon çaldı. Santiago’nun beni arıyor olması çok tuhaf gelmişti. Yanlışlıkla çevirdi herhalde diye de çalar çalmaz açmadımdı hatta.

Epey bi çaldırınca açtımdı. 

- Hayırdır Santiago?
- iyi aksamlar, rahatsız ediyorum seni ama senden bir şey rica edeceğim. Kusura bakma biraz zor bi durumda kaldım da; yarın marketin köşesine çıksam işe giderken beni de alır mısın?
önce ‘hangi market?’ diyesim geliyor da...doğru ya Santiago bizim buralarda oturuyordu daha önce bi muhabbette geçmişti. 
-alırım araban mı bozuldu?
-arabam kayboldu.
-nası yani? Çalındı mı?
- yo- k- k!!! hani nasıl anlatacağınızı bilmediğinizde ağzınızdan çıkan son kelimenin son harfine bir kaç kere basarsınız, marşa basar gibi...ama gerisi gelmez. öyle olduydu tam da.  
'ee uzun hikaye yarın anlatırım telefonda meşgul etmeyeyim seni?’ deyip işin içinden çıkıverdiydi. 

ertesi gün sözleştiğimiz gibi marketin önünde bekliyordu. 
'Anlat!' dedim biner binmez.
biraz utanarak; ‘biraz utanıyorum, pek kimseye anlatmasan’ dedi. 
‘Aberr!’ dedim, bakarız manasında. Ispanyol’larla ingilizce konuşurken yeri geldiğinde yani birden dilim çözüldüğünde ispanyolca bi söz, deyim filan yapıştırmak pek keyiflendiriyor beni. 
gülümsedi, biraz güvendi de; başladı anlatmaya. 

O Olay özetle şöyle gelişmiş. 
Ofisten Lemy ve kız arkadaşı bunu bahçede brunch gibi bişeye davet etmişler; Bunlar aslında playstation gencliği.
Muhabbet nasıl evrildiyse akşam Belçika’ya gitmek icabetmis; Brüksel buraya arabayla 1,5- 2 saat . Gerisini pek hatırlamıyordu. Içmişler vs işte,  kendilerini kaybedinceye kadar. Sonra da trene binip gelmişler. Ayılınca arabası aklına gelmiş. Yani Bruksel’e arabayla gittikleri. Ne yazık ki nereye park ettiklerini hatırlayamamışlar. Yuh!
Üçü de!
- Çok etkilendim dedim! 
- Lütfen! dedi - aramızda kalsın babında...

Yol boyunca epey ifadesini aldım. İlgimi çekmişti, ben sordum o anlattı. ilgiyle dinledim. Hey gidi antipatik Santiago diyordum içimden. Bak sen şu tıfıla!

Ne diyordu Kierkegaard? 
“Kişinin Kendisi için bir sır oluşturması ne de müthiş birşeydir.” 
Bene vixit qui bene latuit : 'Hayatını saklayan kişi güzel yaşamıştır.'

Santiago’yla ilgili tüm bu detaylara vakıf biri olarak
Maria’nın kapısını açarken; sen bakma ona buna; bu Santiago’nun işlerine akıl sır ermez deyiverdim. 

Anımsamak (erindre) kesinlikle hatırlamakla (huske) aynı şey değildir.

DEVAM EDECEK... 


   




  





         

28 Mart 2020 Cumartesi

AÇIK VE SEÇİK BİR BAKIMA DA BELİRSİZ GÜNLER #1

Bu günlerde aklıma takılıyor Lars von Trier’in Melancholia’sı!



Şubat ortalarında günlerden bir gün...

Sabah 10 civarı, hava 3 bilemedin 4 derece olmalıydı.
Kafeteryanın dışarıya açılan kapısı aşırı rüzgardan sebep, itince açılmıyor.  ‘Eeeh-lla' diyerekten başladığı cümlesini okkalı bi küfürle bitiriyor Maria, bir elinde tuttuğu karton bardaktaki kahveden bir kaç damla kabanına sıçrayınca, kapıya yüklenirken.
Yunanca küfür dağarcığımda bu seferki yok. Mealini sormama fırsat bırakmadan resmen bir tokat akşediyor sağ yanağıma rüzgar.
'Küfrü o salladı tokadı biz yedik, iyi valla' diye geçiriyorum içimden.
'Sigaraya başlamasaydık iyidi' diyorum; 'kasırgayla hiç iyi gitmiyor.' Maria ters ters bakıyor; 'sabah bi kahve-sigara keyfimiz var; suratsızlığınla onun da içine etme' diyor.
- Ben mi suratsızım? Az önce ağız dolusu küfrettin be, gelmişine geçmişine...
- Ettim ne var? ben bu gri gökyüzünün... kasırgasına da...Ben küfredip atıyorum bünyemden. Sen mızmızlanıp karanlığı daha da karartıyorsun. Sende ‘seasonal affective disorder’ var.
diyor Maria kahvesini yudumlarken. Bir yandan da ikinci sigarasını çıkarmaya çalışıyor kutudan. ilkinin yarısını rüzgara kaptırdı çünkü.

-Buyur afedersin?
-Tabi öyle! SAD’sin sen Sad.
-Bi yürü git!

Gülüşüyoruz ama biraz da Sad’im doğru, o sıralarda.
Dedim ya, o zamanlar henüz Olric yok ve ne tuhaftır ki hava raporları günlük bültenlerden sonra degil önce okunuyor bir haftadır, zira Kiera kasırgası Çin’de hızla artan korona ölümlerinin bir haber önünde.    

Maria 'çin’in toplam nüfusu düşünülürse biraz abartılıyor gibi geliyor bana bu rakamlar' diyor.
'bizim basında da senin gibi düşünenler var' diyorum. 'Bu söylentileri çin'in belini kırmak için çıkartıyorlarmış...'
- hatta bir bayram tatilinde 250-300 kişi kaybediyoruz trafik kazasında diye yazmış bir köşe yazarı.
-exactly! diyerek heyecanlanıyor yine.
-virüsün aşısı bulunur, hastalıktan kurtulunur da; cahillik ve yoksulluktan nasıl kurtulur insanlık? bu düzen hepimizi yutacak niye görmüyorlar?

hemen yapıştırıyorum lafı gediğine.

- S.A.D !!!

biz bu minvalde, cin fikirliliğimiz, bilimum kültürlülüğümüz ve yeri geldiğinde yere göğe sığdıramadığımız, yeri geldiğinde gömdüğümüz akdenizliliğimizle, dünya ahvaline çemkirerek havadan sudan anksiyetelerimizi yarıştırken;  ispanyol Santiago yaklaşıyor yanımıza.  O da tüttürecek bi sigara, yarısından fazlasını rüzgarla paylaşaraktan...

O da herkes gibi havadaki ağır kasvetten dem vurdu sigarasını yakar yakmaz işte.
- Önümüzdeki hafta için izin istedim bir hafta Bergamo’ya gideyim, kayak tatili çekeyim kendime diyorum.

Maria’yla, ikimiz birden, aynı anda; ‘nerede orası?’diye soruyoruz.
'İtalya;  Milano’nun kuzeyinde' diye anlatmaya başlıyor bizim tıfıl ispanyol. Lombardia kış tatili için muazzam bir yerdir.

Maria atılıyor:
'kış tatili kavramı çok saçma geliyor bana' diyor. Bizde kışın tatil olmaz. kışın gezi filan olur. Tatil dediğin denizdir; malak gibi güneşin altında yatmaktır diyor. Bana dönüyor onay almak istercesine...
'yoooo' diyorum 'biz de vardır kış tatili kavramı'
'Uludağ olayı var bizde.'
karneyi aldın mı çekersin kar botlarını, montlarını çıkarsın uludağa... kayak, kızak, teleferik, kar helvası...artık doğa ne verdiyse;  neye gücün yetiyorsa. Babam her 15 tatilde, günübirlik bile olsa götürürdü bizi çocukken, kuzenler filan.
Maria yorumuna onay alamamanın isyankarlığıyla ‘peh!’diyor alnını buruşturarak. Biz de de Parnassos var ona bakarsan.
İşte o anlardan biri... yine yedi golü, Yunan damarına bastım, Hahayt.

Arada yapıyoruz bunu birbirimize, bazan o da benim Türk damarıma basıyor. Ama hep kendi içimizde kapışıyoruz. yoksa genelde Hollandalıların arasında birbirimize asla toz kondurmayız. Aynı coğrafyanın  insanıyız diye. Kardaşız o bağlamda. Bir tek dolma hadisemiz var ki:  Milou şahit olmuş; epey bi gerilmişti.
Bilirsiniz işte, ‘dolmanın orijini Turk mutfağından mı Yunan mutfağından mı’ sorunsalı.

'Tabiki Türk!!!' diye tepiniyordum. 'Ne münasebet' diyordu Maria. 'Pekiala Yunan olabilir, ki öyledir!'
'Peki' diyordum söyle o zaman Yunanca ismi ne?
- Dolmaki
- Tamam anlamı nedir 'dolmaki' kelimesinin?
- yahu 'dolmaki' yemegin adı.
- tamam ama kelimenin bir kökü, bir tanımı var değil mi? niye 'dolmaki' koymuşlar bu yemeğin adını?
- ne bileyim ben?
- peki yemek haricinde nerede kullanılır bu 'dolmaki' kelimesi?
- hiç bi yerde!
- neden? düşün bi! çünkü Türkçe! Bizde dolmanın bir anlamı var. Dolmak, doldurmak fiilinden geliyor. Peki bu yemek Yunan mutfağına aitse ne diye Turkçe bir isimle adlandırılıyor?
- ne bileyim ben? bizde bi sürü yemek var bi anlama gelmeyen.
- onlar da Türk yemeğidir de ondan.
- peh!

evet o zaman da peh! demişti aynı burun kıvırma nidasıyla hatırlıyorum.
Santiago lafa giriyor. öyle dudak büküyorsun Maria ama buradan daha güneşli bir yer Bergamo. Telefonundan bi google image buluyor gösteriyor. İşte ilk kez o gün görüyorum o güne kadar adını duymadığım Bergamo’nun resmini. Bayılıyorum.

 herşeyi duyuyoruz hiç bir şeyi bilemiyoruz OLRIC!


DEVAM EDECEK...


25 Mart 2020 Çarşamba

Drifter is Back!

En çok kafam bozuk olduğunda, bissürü işim olduğunda, epey yorgun olduğumda, çok ağlayasım olduğunda, karnım ağrıdığında, kalın bi kitaba daldığımda ya da yolda olduğumda blogdan uzak kalıyorum.
Hepbirinin sözkonusu olduğu nadir bir ay geçirdikten sonra Drifter is back!!! Savulun!

Bi Andrew Bird mü dinlesek?

https://www.instagram.com/tv/B-IKTjGAfBe/?utm_source=ig_web_button_share_sheet

Corona günlerinde canım andrew bird çaldı çaldı söyledi maaşallah! Hırkasına atkısına ve anlamsızca dağınık saçlarına zeval gelmesin!

Anlatıciim...

Mart başında kendime bir kafa izni çekeyim diyerek skyscanner'dan amsterdam-istanbul biletlerine bakarken henüz italya'da sokağa çıkma yasağı filan yoktu. O zamanlar daha Olric yoktu. Henüz durum bugünkü gibi açık ve seçik, bir bakıma da belirsiz değildi.

Hayatta en çok sevdiğim şey evde kalmakken ve sağdan, soldan, önden, arkadan, her bir yandan "evde kal!" anonsları geçerken, evde kalmak bir yana dursun; evime dönüp dönemeyeceğimi bilemediğim iki haftayı, döndükten sonra kendimi karantinaya aldırabilmek için attığım kırk taklayı, öncesini, sonrasını ve şimdisini anlatıciim.

Drifter Hollanda'nın korona kırmızısının en yoğun olduğu bölgeden, virüsün ilk görüldüğü ve hala en fazla kol gezdiği şehir Tilburg'dan bildiriyor. çok havalı!

Geliyor yazı dizisi; "AÇIK VE SEÇİK BİR BAKIMA DA BELİRSİZ GÜNLER"


Bu parçayı daha bi çok beğendim.

https://www.instagram.com/tv/B92LagHAwe7/?utm_source=ig_web_button_share_sheet

16 Şubat 2020 Pazar

günün tablosu; yıldızlı gece ve ciara kasırgası





günlerdir fırtınayla uğraşıyoruz. Kiera kasırgası çok acayip. Bisiklet kullananlar için alarm geldi. Haberlerde duydum. çocuklara yaşlılara ve 45 kilonun altındaki insanlara bisiklet yasak, fırtına geçinceye kadar.  sosyal medyada şöyle ilanlar görüyorsunuz:
- bahçemden çocukların trambolini uçtu; bulan mesaj atsın;
- 38x65 cm ebadında köpek klubem kayıp!!! (allahtan köpek icinde değilmiş.)
- yarın 7 buçukta is başı yapmam gerekiyor beni walwijk merkeze arabasıyla atabilecek olan var mı?

yollarda ağaç dalları hatta gövdeleri.
gibi gibi...
şenlikli yani.

bu fırtına aklıma Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosunu getirdi. O resme her baktığımda yıldızdan çok fırtına görüyorum ben nedense.


biliyorsunuz sonunda bir kulağını kesmeye varan çıldırış surecinde Van Gogh’cugumuz  Saint-Paul-de-Mausole delirmişler sanatoryumunda  kalıyor. Dediklerine göre bu manzara odasının penceresinden gördüğü manzara. Bu manzarayı resmettiği;  özellikle de resmin soluna doğru yakın plan çizdiği göğe uzayan çalılığı resmettiği 20 kadar resim varmış. Kardeşi theo’ya şöyle yazmış bir mektubunda, oradan çıkarıyoruz :   "I can see an enclosed square of wheat . . . above which, in the morning, I watch the sun rise in all its glory.
Bir keresinde de (1-15 haziran 1889) şöyle yazıyor.  "This morning I saw the countryside from my window a long time before sunrise with nothing but the morning star, which looked very big” 
Bi araştırılıyor ki; 1889 baharında venus gercekten görülebileceği en yakın ve de parlak haliyle o bölgede görülmüş. 
Aslında buraya kadar fazla enteresan birşey yok. Ne var yani? ressam adam oturmuş camın önüne venusu çizmiş diyeceksiniz. 
yok öyle degil. 
içlerinde tek noktrun olan bu manzarayı resmettiği 20 resimden hiç birini o odada çizmemiş. Sanatoryumdan çıktıktan birkaç ay sonra pek bi manzarası olmayan giriş katındaki atölyesinde  çizmiş. Görünen o ki fiziken dışarıda olsa da zihnen hala sanatoryumdaki odasında.


14 Şubat 2020 Cuma

3 Şubat 2020 Pazartesi

2 Şubat 2020 Pazar

Günün tablosu + genel geyik

Otterlo diye bi köy var bu Hollanda'da. 2400 kişinin yaşadığı bir köy. Hiç bir özelliği yok, Kroller-Muller Müzesi dışında. Adı sanı pek duyulmamış bu müze hiç de yabana atılmayacak bir koleksiyona sahip.
Öncelikle, öyle bir iki tane değil, epey bi van gogh var. Müzeye ismini veren Helene Muller de ilk van Gogh toplayıcılardan zaten. Alman bir fabrikatörün kızıymış. Avrupa'da hatırı sayılır sayıda sanat eseri toplayan ilk kadınlardan. Meşhur Potato-eaters ve cafe teras at night la birlikte van Gogh'un akıl hastanesinde çizdiği ciddi sayıda karakalem çalışması sergileniyor.  Bununla bitmiyor; müzede, sentetik kübizm akimının ilk örneklerinden olan  picasso ve George Braque'ın gitarları (picasso'nun violini de) var. Daha meraklıları için Seurat, Metzinger, Signac, Juan Gris, Mondrian vs.vs. 
Bir de heykel bahçesi var ki, baharda pek keyifli olur. Geniş bir alana yayılmış epey heykel var. Gerçi ben tek bir tanesini görmek istiyordum, onu da göremedim çünkü bakım çadırının içinde kalmıştı. Jean Dubuffet'nin jardin d'email'i. Baharda restorasyon bitince bi daha gidicem. 

Neyse gelelim günün tablosuna. 

Odilion Redon'un tepegözü. Bu tabloyu çok etkileyici bulduğumu söylemeliyim. 

Polyphemus ve Galatea efsanesini bilmeyenler için özet geçeyim; polyphemus poseidon'un tek gözlü (kiklop denilen ki bunlardan üç tane var) canavar oğlu. Bi su perisi olan Galatea'ya aşıktır.  Kikloplar aslında keçi koyun çobanlığı yaparlar ve dağ eteklerindeki mağaralarda yaşarlar. Homer'e bakılırsa yamyamdırlar. Odysseus'un denizci arkadaşlarını çerez yapıp hüpletmiştir, muhabbet esnasında. (Yamyama koyun emanet etmek de nasıl bi kafaysa artık ) neyse mevzuyu dağıtmayalım. Polyhemus da bu tek gözlü canavarlardan biri; ama Onun aşkı mitolojideki ilk kur yapma hikayesidir. ay çok tatlı; Galatea'ya her gün peynir, süt vs ne bulursa getirerek gönlünü çalmaya çalışır. Ne var ki Galatea da Akis'le takılmaktadır.(Akis yani eko.) polyhemus bu meşki kıskanır ve akis'in üstüne kayalar atarak onu paramparça eder. Böyle. Biraz acıklı sonu kabul.  


Tabloya gelince; Kayayla ezme kısmına varıncaya kadar tepegözun ne yasadığını anlatıyor. Tuhaf duygular uyandırıyor insanda inanın. Galatea çiçeklerin içinde sereserpe yatarken zavallı polyphemus dağın arkasından ona görünmeden; o tek gözüyle hem kızı seyrediyor, hem de onu aslında bizden, yani tabloyu izleyenlerden koruyor. Galatea'ya göz kulak oluyor. tablonun onunde dururken o ürkek ama tehditkar bakışı hissediyorsunuz. O tek göz resmen size göz dağı veriyor. Tablonun renkleri ve sahne öyle şiirsel ki sizi de bir rüyanın içine alıyor. Tüyler ürperten bir tablo yani.   

 
 
bu tablo kadar beni duygulandıran bir diğer olay, Sergen'in Beşiktaşa teknik direktör olarak dönmesi. 20.000 kişilik imza töreni filan. Çok güzel oldu bence. 
ayrıca dünkü Trabzon fener maçı pek keyifliydi. Sörloth'u bizim takıma istiyorum. Altı buçuk milyonmuş opsiyonu. Falcao'nun bir yıllık parasıyla Sörloth'u alabilirdik yani. Yeri gelmişken nerde o Falçao bugün? sakat mı? hiç şaşırmam.

Bu arada en sevdiğim Ryan Donk'un gölü de geldi felaket tellalığı yapmayayım efendi gibi maçı seyredeyim bari.


1 Şubat 2020 Cumartesi

19 Ocak 2020 Pazar

John Baldessari kimdir? Bırakayım da Tom Waits anlatsın mı?



Demek ki neymiş?  İsmail Abi'den önce gemilere el sallayan biri daha varmış.

15 Ocak 2020 Çarşamba

gecenin vidyosu; Ed Ruscha'dan 1966 Los Angeles Sunset strip fotolari feat. Jack Keruac

Ed Ruscha ismini görür görmez dikkat kesilirim. Elimde değil.

Fotoğraf sanatçısı Ed Ruscha'nin 1966'da Sunset strip boyunca  çektiği motorize fotolar bir kısa film haline gelmiş ve Yolda'dan bir pasajla birleştirilmiş.
Buyrun buradan:





Bu arada Ed Ruscha; şöyle şeyler yapan popart sanatçısı. Gerçi o kendi işlerine abstract-art diyor ama... (genelleyelim hadi ne ayip!!!sa da)





google hazretlerine sorarsanız bunlar gibi birsürü birsürüsünü bulabilirsiniz. 

evet kendine abstract artist diyor 'ana fikirle bozmuş bir abstract artist' tam olarak kendi ifadesiyle. Ana fikiri patlatmak için sanatının tam ortasına yerleştirdiği klişelerin kullanımının güzelliğine kurnazlığına hayranım. 
  
Neyse gelelim filmde kullanılan fotoğrafların hikayesine: 
bu fotoları 1966 yılında bir pick-up arkasında sunset strip boyunca gidip gelerek Çekmiş. Sonra 'Every building on Sunset Strip' adıyla kitaplaştırılmış. 

Işte kendisinin hayranı olan ve filmi yapan Matthew Miller Yolda'yı okurken Jack'in o paragrafına denk geliyor. Bir anda herşey sunset strip'teki tüm binalar gözünün önünde film şeridi gibi akıyor. Ne evreka bir an olsa gerek, yaratıcılık açısından; gerçekten çok imrendim. 
Böylece editörü Sean Leonad ile tüm fotoları bir kısa film haline getiriyorlar. 
Müthiş olmuş diyor tebrik ediyor iftiharla sunuyoruz.   






14 Ocak 2020 Salı

13 Ocak 2020 Pazartesi

Günün tablosu: Doktor konsultasyonu





bu tabloyu ve ressam Godefridus Schalcken'i yeni keşfettim.
bu tablo Lahey Mauritshuis'da. 

Tablodaki gözü yaşlı genç kadın hamile. Elinde idrar numunesi tüpünü tutan doktor sol eliyle ben ne yapayım sonuç pozitif diyor.  Muhtemelen çocuğun babası ortada yok. Solda oturan kız babasının yüz ifadesinden,  yumruğunu sıkışından ne kadar kızgın olduğunu anlayabiliyoruz. 
pekiii
tablonun sağ kösesinde bize doğru; gözümüzün içine direkt bakan çocuğun el işaretini fark ettiniz mi?
ablam ayvayı yedi mi diyor?
şaka değil yemin ederim.
müzede bunu gördüğümde şok geçirdim resmen!
tablonun yapılış tarihi 1660.

Muzip Schalcken'in bu doktorla pek çok anısı olmuş anlaşılan, bir kaç sahne daha çizmiş ama en kralı bu bence!






  

11 Ocak 2020 Cumartesi

31 Aralık 2019 Salı

DRIFTER AWARDS 2019 KAPANIS; YILIN EN GÜZEL PARÇALARI

Bu yıl en sevdiğim şarkılar

Habanot - so far
Bakar - hell & back
Alex Ebert - truth
İmam baildi - agrosvinis muni
Micatone -handbrake
General electrics - migration feathers

Galiba yılın şarkısı'nı seçemeyeceğim.

Böylece 4. Geleneksel Drifter Ödül Töreninin de sonuna geldik; 2019'u da devirdik arkadaşlar. Yeni yılda görüşmek üzere, herkese harika bir yılbaşı gecesi ve en süperinden bir yeni yıl sabahı diliyorum.

Bu da drifter'in new years eve party essential playlisti
Buyrun afiyetle 🍾🍸🍷🍹🎆🎇🎉🎉🎊💖❤️💜💛💙🎷🎤🎹🎼💃✌🏻️🎶😍

https://open.spotify.com/user/drift%28er%29er/playlist/17yXyJGGmwdAS3HzlWyjen?si=m9NOFqlrROeeE6yyQvHt5w



DRIFTER AWARDS 2019 YILIN ANIMASYONU

Leonard Cohen'in New Yorker'a verdigi bir roportaj; adeta bir veda...
 drifter proudly presents;

DRIFTER AWARDS 2019 YILIN FİLMİ

Bu yılın filmi Joker tabiki
Zaten onu seçmesem Maria canıma okur! Bi ağladı bi ağladı sinemada görseniz...çok seviyo jaquin phoenix'i.



Yalnız arkadaşlar ben Marriage Story'i de çok beğendim. Herkes sever mi bilemem ama ben Scarlet'e hayran kaldım, ağzım açık seyrettim. Seyrederseniz çok farklı bir scarlet bulacaksınız ama bazı sahnelerde ağzım açık kaldı oyunculuğuna. Adam Driver'a diyecek birşey bulamıyorum zaten. Hayır bir de son derece distinctive bir fiziği var; bu adamı başka bir rolde hayal edemem diyorsunuz her seyrettiğiniz rolü için her seferinde sizi şaşırtmayı başarıyor. Yetenek böyle bir şey. Bir sonraki rolünü merakla bekliyorum.



Son olarak eklemeden geçemeyeceğim; woody allen artık film çekmese mi? Yeter bence!

DRIFTER AWARDS 2019 YILIN ŞARKICISI

Bu ödül Los retros'a gidiyor;
Bu çocuğun sesine, yorumuna hastayım.
Nasıl hisli okuyor, serseri şey! bi de sevimli.





30 Aralık 2019 Pazartesi

DRIFTER AWARDS 2019 MABELARD ŞİİR ÖDÜLÜ

Bu yıl bir dergide Kate Chopin'in bir şiirine rastladım. Aslında şairliğiyle ünlü biri değil Kate Chopin malum ama bu şiiri çok hoşuma gitti. Sade ve derin. Çok samimi.
(Çeviriyi yaparken 'by the way' le oynadığı küçük oyunu görmezden gelmemeye hatta ortaya çıkartmaya çalıştım onun için bi tuhaf gelebilir ilk dörtlük.)



Let  the Night Go

The night is gone , the year and yesterday;
the dozen little hours i had stole
and hid within the shadow of my soul
to play with by the way

Let the night go! the year and yesterday!
I've kept one little hour from the past;
a pretty thing -a bauble to hold fast
and play with - by the way.


Bırak Geceyi Gitsin

Geçti o gece, o sene
ve dahi
dün;
Ama bu arada
Bir düzine küçük saati çalıp sakladım
ruhumun gölgesine
oyalanayım diye

Bırak gitsin
gece, ve yıl ve dahi dün
Ben ayırdım kendime
Geçmişten bir saatçik.
Tatlı bir boncuk
Tutmak için sıkıca
Tam oynuncak
Yol boyunca.







DRIFTER AWARDS 2019 YILIN FOTOĞRAÇISI

minimalist fotoğrafçılık...
Ölüp bitiyorum.

Consuelo Cabiedes
Matias Celis Areco
Stefano cirillo
Yener Torun

Ama bu yılın en süper fotoğrafçısı ödülü
Andhikaramadian ( asıl adı bu mu bilmem ama instagram sayfasında buisimle)
https://www.instagram.com/andhikaramadhian/






DRIFTER AWARDS 2019 YILIN SERGİSİ

Brassai!
inşallah İstanbul'a da yolu düşer bir gün.
Müthişti.
onun dışında bu yıl çok mühim diyebileceğim bir sergiye tanık olmadım malesef.

DRIFTER AWARDS 2019 YILIN KİTABI

Bu yıl pek güzel okudum yine... Anais Nin okudum, günlükler günlükler.... George perec okudum, lichtenberg okudum, Saul Below'un Herzog'unu okudum.
 Saul Below
Sonra elime Mary McAuluff diye bir tarihçinin yazdığı iki ciltlik bel epoque tarihi elime geçti.
Biri twilight biri dawn of the bel epoque.  Paris'in tüm bohem-sanat camiası hikayeleri mevcut içinde. Tam benlik hala okuyorum.











 


Bir diğer enteresan kitap elime geçen
Seinfeld and philosophy : a book about everything and nothing


İlginçti.



Zizek şakaları
Süperdi. Kendisinin hastasıyız zaten.


Sumana Roy 'dan How I Become a Tree.


Bakın bu çok enteresan bir kitap gerçekten. Keşke Türkçe'ye çevrilse de daha çok insana ulaşsa. Anı, doğa bilimleri, botanik özellikle, tarih sanat edebiyat tarihi hepsi iç içe geçmiş enteresan bir roman. Narin bir dille yazılmış. Yazar hindistanın sub-himalayan bengal diye bir kasabasından.

Fakat Drifter 2019 yılın kitabı ödülü Robert Walser'in Gezinti'sine gidiyor. Biliyorum kitap eski ama ben yeni okudum. Geç olsun da güç olmasın.



(Bu arada Etgar Keret'in fly already kitabını aldım. Henüz okumadım. Okusam belki yılın ödülünü ona verirdim. Özellikle okumadım. )



29 Aralık 2019 Pazar

DRIFTER AWARDS 2019 YILIN VIDEOKLIBI

Bu yıl pek çok " ayy ne güzel" klibe denk geldim ama içlerinde en çok bunu sevdim.


DRIFTER AWARDS 2019 YILIN DUMURU

Yılın dumuru tabiki buzul erimesiyle oluşmuş 12000 yıllık doğal gölün iki süper zeka içinde hazine olduğunu varsaydı diye devlet eliyle kurutulması.


Ama Trump'ın Basına sızan mektubu da az dumur bir olay değildi yani. Hani koskoca TC Cumhurbaşkanına "dont be a fool"diye başlayıp, "i will call you later" diye bitirdiği mektup. Ben zaytung haberi filan sandım ilk önce, yine de sinirim bozulduydu, gerçek olduğunu öğrendiğimde tarifsiz duygular içindeydim.

DRIFTER AWARDS 2019 YILIN GOLÜ

Yılın golü


Çokomel Falcao

yok Falcao'nun golü değil;
bizzat kendisi!!!
Galatasaray'a atılmış bir gol kanımca.

DRIFTER AWARDS 2019 EN SÜPER KARIKATÜR


Bu yıl yine Uykusuz’a çok güldüm.





Bi de buna

27 Aralık 2019 Cuma

DRIFTER AWARDS 2019 YILIN DİZİSİ

Handmaids Tale ve Mr Robot görülesi diziler onu belirteyim.




Ingiliz yapımı Flea Bag




benim için izlemesi çok keyifliydi.
 

La casa de papel'e çekilen sezon 3 de süper tabi. Her ne kadar ' Berlin öldü daa da seyretmem ben o diziyi' diye trip atmış olsam da seyrettim tabi ki, ayrıca benim gönlümü almak için flashbackle geri getirmisler Berlin'ciğimi. Çok güzel şarkı da söylüyor bak burda ;



Amaaa!!!!

Bu yıl Drifter 2019 yılın dizisi ödülüm The Affair'in final sezonuna gidiyor! Çok çok iyi bir kapanış yaptı dizi. Hikaye de oyunculuk da müthişti.  Final sezonu, ilk sezonuyla kapışan çok az dizi vardır belki de yoktur. Çok takdir ettim.



DRIFTER AWARDS 2019 YILIN TASARIMI

Dutch Design ödülünü mimari tasarım dalında bu yıl bizim Tilburg'a yapılan yeni kütüphane aldı. Pek bir gururlandım. Evime bisikletle 8 dakika. 
LOCHAL
https://www.dutchdesignawards.nl/update/lochal-uitgeroepen-tot-building-of-the-year-2019/





Evet arkadaşlar  burası bir kütüphane!!!
Buna rağmen Drifter Awards 2019 Yılın Tasarımı ödülü  
Marshall Blecher and Magnus Maarbjerg, 
creative and multidisciplinary studio Fokstrot,' a gidiyor!


Şurada:

DRIFTER AWARDS 2019 YILIN KELİMESİ

Bu yıl John Koenig Dictionary of Obscure Sorrows yani Tarifsiz kederler Sözlüğünü hayata geçirdi. Ben de şurada iftiharla sundum hatırlarsanız :
https://justdriftingaround.blogspot.com/2019/05/drifter-iftiharla-sunar-tarifsiz.html

Drifter Awards 2019 Yılın Kelimesi;
des vu : bu anın sonunda bir anıya dönüşeceğinin farkında olma durumu.




DRIFTER AWARDS 2019 YILIN EN SÜPER REKLAMI


volkswagen reklamlarına her daim hastayım.

Andy Warhol'un hamburger yediği Burger King reklamını gördunuz mü? 1982'de çekilmiş. Epey creepy! 
Samsung galaxy de güzeldi.

scrabble reklamları çok başarılıydı, şurada:
https://justdriftingaround.blogspot.com/2019/04/drifters-pick-scrabble-reklamlarna.html

ama !!!!! Drifter Awards 2019 yılın en super reklamı ödülü, her nekadar alınabilir bir ürün olmasada, Hermes çantacısına gidiyor.
tuhaf tabi bir çantaya o kadar para verecek insan evladı bu reklamdan ne anlayacak o da ayrı konu. neyse!











Hermès - Endless Road from Thomas Harnett O'Meara on Vimeo.


DRIFTER AWARDS 2019 AÇILIŞ TÖRENİ

Bu yıl biraz geç kalmış olsam da yollarını gözlediğiniz 4. Geleneksel Drifter Ödüllerini açıklamaya başlıyorum. Bu yıl ki kategorilerimiz şöyle:

Yılın en süper reklamı
yılın kısası
yılın animasyonu
yılın dumuru
yılın kitabı
yılın karikatürü
yılın dizisi
yılın filmi
Mabelard Şiir ödülü
yılın sergisi
yılın videoklibi
yılın en super tasarımı
yılın sanatçısı
yılın golü
Yılın en güzel müzikleri

Öyleyse başlıyorum.