‘İnsan en çok kendiyle ilgilenir; ama bu ilgi bir yönteme dayanmaz ve kendini tanıma sorunu bilimsel bir yolla çözülemezse sonsuz bunalımlar karanlığına düşer birey. Değerini tam bilmeyen kişi, gereksiz yakınmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider. Kişisel değeri büyütmek de küçültmek de aynı derecede zararlıdır. Yola çıkmadan önce altından kalkamayacakları bir yükün altına girenler daha işin başında ezilip kaybolurlar; gerçek değerinin çok azını ortaya koyanlar da kısa zamanda tembelleşip bir işe yaramazlar.’ *
Kesinlikle bir yöntemim var. Zati kendimle ilgilenme yöntemim bu benim: 'çile çekmemecilik' diye düşünüyordum.
Olric olsaydı...Yoktu henüz.
Buda’nın neferleriyiz; çile bülbülüm çile. Bi yogaya mı dursam?
Shakespeare’nin bir oyunu vardı; All’s well that ends well. Çok güzel çevirmişler; ‘ yeter ki sonu iyi bitsin’... ayrıca sonsuz bunalımlar karanlığında filan değildim sadece d vitamini eksikliği... Annem WhatsApp call’dan denizi gösteriyor işe yarayacağını düşünerek...
"Bütün değerlerimizi önce yok sayarak işe başlamalıyız. Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız.” *
not: kendimi okuduğum romanlardan tanıyorum; okuduğumu anlayabildiğim kadar anlıyorum. Hep göreceli, hep durumsal. Okuduğu romanlardan beni tanıyabilen biri beri geleydi, fikir teatisi olurdu.
- anne ben dönücem.
- nereye?
- oraya.
bir nefeslik ara veriyor, o esnada belki bir açıklama getiririm diye bekliyor sanki. mecalim yok. anlıyor bi tuhaflık olduğunu.
- ne zaman?
- şimdi.
- nasıl?
- arabayla.
- ne diyosun be?
- ne bileyim? tek kelimelik sorularına tek kelimelik yanıtlar veriyorum.
- hey allam, tövbe estafurullah! Nooluyo?
sonunda 'neler oluyor?' sorusunu sormak aklına geldi.
- noolsun iç güveysinden bi tık kötü. Fenalardayım, daralıyorum. Çok sıkılıyorum. Galiba tesisat sorunum da var. Salonun tavanında, üst kattaki duşun altına denk gelen yerde bir lekelenme var, kesin su kaçağı... Hem geçenlerde de sigorta attıydı hani telefon etmiştim ya babama...
- eee?
-anne bunlar nasıl anne tepkileri yeaaa?
- ne dediğini bi anlasam bi tepki vericem de; şu an ambale vaziyette dinliyorum. Neydi o Gunay Usta var diyordun çağır onu baksın.
-Anne adam marangoz, ne anlar tesisattan?
-Alevi diyordun anlayan birini tanıyordur.
-Alevi olmasıyla nasıl bir alaka kurdun şu an?
- e sen demedin mi geçen çağırdığında gelememiş Nazım Hikmet günü yapıyorlarmış derneklerinde, hatta seni de davet etmiş.
-eee?
-sen anlamıyorsun. Aleviler sosyaldir; birbirlerini tutarlar. Hele gurbette daha bi başka.
-Aleviliğe mi geçeyim , ben de mi Alevi olayım diyorsun? anlamadım.
Gülüyor.
-Eşek sıpası sen benimle dalga mı geçiyorsun?
Anlıyorum tabi anlamasana.. ne düşünerek genellemeler yaptığını, algısının yönünü, nereden geldiğini; taaa nerelere gidebileceğini...bu yargı onda neden var? anı mı bellek mi? yargılarımız kendi istatistiklerimize dayanıyor. Tuhaf.
- anne burda hiç güneş çıkmıyor yaa....Günlerdir renksiz ışıksız, bazen sulu zırtlak, yetti canıma. Ben dayanamayacağım. Döneyim artık diyorum.
- iyi döön.... ne zaman?
- şimdi.
- hah başladık yine, hey allam!!!
-ama sen de tekrara düşüyorsun napiyim?
- E hani dünya üzerinde insanca yaşanacak tek kıta avrupa’ydı?
bi es veriyor. sigara içiyor olsa bir nefes çekti diyeceğim.
- Iyi dön ama... ondan sonra trafikte adam önüme kırdı, emniyet şeridini işgal ediyorlar, yok çöpçü çöpü alırken konteynırın etrafındaki çöpleri yerde bıraktı, komşunun yeni mutfak inşaatı pazar saat sekizde başladı diye oraya buraya saldırma.
- yok valla yeminle komşunun külüne molozuna ; matkabına muhtacım. O derece.
- taze bitti canım hepsi kentsel dönüşüme gitti komşuların. Molozları duruyor tabi lazımsa.
-şakacı anne.
- dayan azcık daha aaaa..99. merdivenden inilmez. Bahar geliyor bir iki hafta izin alır gelirsin. Mayısta gel dut yersin. bir hafta geçmeden de ben döneyim dersin.
- annlamıyorsunuz, hiç anlamıyorsunuz.
- al bak sana azıcık denizi göstereyim.
kamerayı dışa döndürüyor. Artık resmen uzvu gibi olmuş o telefonun bazı özelliklerine nasıl bu kadar hakim olduğuna, onları bu kadar çevik ve efektif kullanışına hayret ediyorum bazen. Annem yarı-sayborg gibi bişey. İşte deniz görünüyor oralarda bir yerlerde, bahçesindeki badem ağacının dallarının ucundan.
- anne nispet mi yapıyorsun? çok bunalıyorum diyorum.
- arabayla gelme, uçakla gel. Tamam mı?
...
I really do!
Kişinin esasen eyleme geçmesi, esasen trompetlerin üflenmesine bağlı değildir.
Anımsanan şey uzaklara atılabilir, ama tıpkı Thor’un savaş çekici gibi geri döner, hatta bununla da kalmaz bir güvercin gibi anımsanmayı arzular. Evet bir güvercin gibi, her ne kadar satılsa da, kimselere ait olamaz bir güvercin, çünkü o her zaman yuvaya geri uçar.
hafıza ise doğru hatırlamayla yanlış hatırlama arasında mütemadiyen silinir. Örneğin sıla özlemi dediğimiz şey nedir? Anımsanan bir şeyin yad edilmesidir. Sıla özlemi kişinin yokluğundan kaynaklanır. **
Issızlık durgunluk kadar sarhoş edici başka birşey var mıdır? son okuduğum cümleyi zihnimde gezdirerek kitabı kapattım. Gökyüzüne baktım. ağacın dallarındaki siyah kuşlara baktım. Cümle zihnimin odacıklarından bir başka kapıyı açtı. Edgar Allen Poe’nun kuyu ve sarkacını bilir misiniz? Şu defterde olacak alıntıladığım cümlesi... Olric getiriver bi zahmet; Alexa, sende ışıkları aç be gülüm karanlık oldu.
the blackness of darkness supervened; all sensations appeared swallowed up in a mad rushing descent as of the soul into Hades. Then silence , and stillness, and night were the universe.
Olric çeviriverdi bir çırpıda.
'karanlığın siyahı sarıvermişti aniden; ruhun Hades’e inişi gibi, haletiruhiye çılgınca bir hızla yutuluyordu. Sonra sessizlik, ve dinginlik, ve gece kainat oluyordu.'
-bi müzik bişey aç Olric!
- Alexa diyecektiniz efendimiz.
- hay ben sizin hiyerarşinize...
Aaa ne güzel Kaan Boşnak parçası.
- 7 mart gidiş 15 mart dönüş, nasıl?
- bomba!
-dönüşü açık mı alsaydım Olric?
- en kötü yakarsınız efendimiz.
DEVAM EDECEK...
* Oğuz Atay - Tutunamayanlar
** Soren Kierkegaard - Hakikat Şaraptadır.
** Soren Kierkegaard - Hakikat Şaraptadır.