21 Ağustos 2020 Cuma

AÇIK VE SEÇİK BİR BAKIMA DA BELİRSİZ GÜNLER # 11


I will tell you what war is. War is a psychosis caused by an inability to see relationships. Our relationship with our fellowmen. Our relationship with our economic and historical situation. And above all our relationship to nothingness, to death.” 
The Magus - John Fowles


Çan sesiyle gözümü açtım. saati anlamak için her bir vuruşu saydım. 9. da kesildi.
öyleyse saat en az 11 olmalıydı. Allam ben yine Tilburg’daydım. 
Hay kaderime bir demet fesleğen Alexa. 
mavi ışık yanıp yanıp söndü. 
Alexa’ya ; ALEXA WOULD YOU MAKE ME A TOAST  deyince cevabı şöyle oluyor ALRIGHT I DID, YOU ARE A TOAST NOW!
Hayatım kelime oyunları zaten. Bi de sen oynama Alexa.
Camdan dışarı baktım. Hayret güneş pırıl pırıl parlıyordu. Ağaçlar iyiden iyiye yeşermiş, orda burda o yabani eflatun çiçeklerden çıkmıştı. Adını bilmediğim, Turkiye’de de görmediğim bu yabani eflatunlar burada baharın habercisi. İlk onlar pırtlıyor topraktan. 
kuş sesli, güneşli bir gün; oh ne güzel. 
Yani Tilburg, 'güneş de açtırdık daha ne istiyorsun' der gibi bir karşılama hazırlamıştı bana. Ne istiycem, bravo hep böyle ol. - de korona’yı napcaz? 
Hakkaten benim durumum ne olacaktı? 
14 gün karantina’da kalmam gerek miyor muydu? Hayır havalanandan öyle elimizi kolumuzu sallaya sallaya çıktık. Kimse bi kaydımızı kuydumuzu da almadı.
Bu nasıl medeniyet yahu?
Mailimi açtım.
Hollanda’ya iner inmez belki merak etmişlerdir diye ‘Finally I’m back safe and sound’ konulu mailime departman şefinden cevap gelmişti. 
'Great news see you on Monday :)’ 

'WHAT THE FUCK?'

Bunlar hangi dünya’da yaşıyordu?
ya da ben de miydi sorun? Yoksa sonunda gerçekten 'herşey bir rüyaydı’ mertebesine erişmeyi becermiş miydim? 'Evde Kal’ a noolmustu?
Hemen Sağlık Bakanlığının web sitesine girdim. Yoo kesinlikle haklıydım.Protokol açıktı. Yakın zamanda Uluslararası uçuş yapmış kişilerin iki hafta karantinada kalmaları; ateş, öksürük, bas ağrısı ve nezle gibi semptomlar gösterirlerse, ateş 39’a çıkana kadar evde dinlenmeleri ve 39’u geçerse corona hattını arayıp ambulans istemeleri tavsiye edildiği güzel güzel yazılmıştı. 
Başım çatlıyordu ve biraz da nezleydim. Bu durumda kimse beni evden dışarı çıkartamazdı.
RIVM sayfasına girdim. voow 637 yeni vaka 30 ölüm. haritaya gore vakaların üçte ikisi burda Tilburg’un en kırmızı olduğu Noord Brabant’da. Hangi akla hizmet bunlar bana pazartesi görüşürüz diyorlar diye düşündüm.
Maria’yi aradım.
....
- Stijn bana pazartesi görüşürüz diye yazmış, kafayı mı yedi bunlar?
-  sorma gözu döndü bizim şirketin. krizi fırsata çevirecekmişiz. 'Kapatmıyoruz, tedbirimizi alıyoruz, koronaya yenilmiyoruz' filan gibi manyakça mailler gönderiyor büyük patron, gelmedi mi sana .  
- geldi de, kaale almadım haliylen. ben daha çok sağlık bakanlığının sayfasını dikkate alıyorum. 30 ölüm diyor dün için. 
- Aynen öyle ama her salı o 'twede kamer' dedikleri amcalar toplanıyor; hah tamam bu gün bi lock down kararı gelir en azından Kuzey Brabant’a diyoruz intelligent’dan öteye gidemiyoruz. Tuhaf bi şekilde hergün 600 vaka normalmiş, olağanüstü bi durum yokmuş gibi davranıyorlar.
- Eh o zaman Sağlık Bakanı ne diye iki seksen uzandı yere geçen akşam?
- Ufff gördün di mi? Pavel’la seyrederken acayip panik olduk. Adam resmen yere yığıldı. Öldü sandık. Aşırı yüklenmedenmiş.
- Istifası kabul edildi mi?
- İstifa mı etmiş?
-Evet evet hemen ardından istifa etti. Ama sonrasını takip edemedim.
-Ben de bilmiyorum sen daha iyi takip etmişsin.
- Iyi valla bu Hollanda; sağlık bakanıyım, ama stres oldum ben istifa edeyim. Biz de olsa bizim Reis onu ne yapar biliyon mu?
- kıs kıs kıs (gülüyor)
-Bizde yasak bi kere, Korona zamanı sağlık personeli istifa edemez.
- Mantıklı.
- öyle.  
onu bunu bırak da;  bizden virüs kapan var mı? Maskeyle mi takılıyorsunuz?
- Yok yahu maske filan... milleti tedirgin ediyormuş. Maskeye karşıyız Hollanda olaraktan. Her yerde el dezenfektanlarımız var. Belediye hergün  gönderiyor  Şirkette şimdilik virüs yok gibi. Ingrid bi ara ateşlendi, öksürdü filan ama 40lık olmadı, bir iki gün içinde  atlattı. Peter gelmiyor, rapor almış doktorundan önceki hikayesi yüzünden izinli... bi de santiago var onu saymıyoruz zaten.
-Hah ne oldu, karabatak ortaya çıktı mı?
- Yok yav herif kayıp. En son sen görmüşsün işte. 
- Allah Allah! var bu işin içinde birşey. Hayır hayal gördüm herhalde diyeceğim de Santiago’nun hayal edilecek bi tarafı yok. 
- lokumlarımı getirdin mi?
- Ayıpsın... da 14 gün bekliycen artık. 
- Saçmalama lokum 14 gün bekler mi? 
- valla sen bilirsin, suudi arabistandan donen 21 bin kişiyle aynı havalimanını soludum ben.
- o nedemek yav?
- umre diye bişey duydun mu?
- yooo. bana bak ben anlamam lokumu gelir alırım.
-ben sana bilahare anlatırım, valla lokum yiycem diye virüs kapıp Tilburg’da ikinci dalgayı da biz yaymayalım sonra...
gülüyor.
- Santiago meselesini niye ciddiye almıyorsunuz iki hafta oldu oğlan kayıp?
-Seni bekliyoruz. (gülüyor)
-hakkaten. 
-Yahu herkes kendi derdiyle meşgul; evden çalışmak isteyenler hop oturup hop kalkıyorlar. Çocuğu olanlar okul kapanınca ne bok yiyeceğini sasırdı.  Müdürler bir iki aramış, ulaşamayınca beklemeye geçtiler. Belki Ispanya’ya gitmiş orada kalmıştır senin gibi diye düşünüyorlar. Orda da durum feci boyutlara ulaşmış.
- Bana inanmıyorlar yani. Gördüm diyorum ben onu Tilburg’da.
- Orasını bilmem ama herkes kendi derdinde. 
- Ben de kendi derdime bakayım o zaman. İnsan Kaynaklarını arayıp karantina durumumu teyit edeyim bari. 
- ben den de selam söyle. (gülüyor)



BODRUM BODRUM
BİRAZ DENİZ BİRAZ UYKU BÜTÜN İSTEĞİM BUYDU

Bir kaç gün güneşin altında oturup ona buna kafa yormak, iyi gelmişti. Bende azalıyordu annemin bahçesinde oturup kitap okurken;  ama etrafta  panik ve paranoya artıyordu. Italya’daki bilanço herkesin dengesini bozmuştu. Kimisi ' Italyanların çok yaşlı nüfusu vardı, sağlık sistemleri çökmüştü, kriz fena vurmuştu, hazırlıksız yakalandılar, ciddiye almadılar...’ filan gibi analizler yaparak Turkiye’nin daha hafif atlatabileceğine inanıyordu. Kimisi felaket tellalığı yapıyor; onu bunu suçlayarak kaygısını yönlendirmeye çalışıyor; kimisi de çoktan koyvermiş, balkondan atlama noktasına gelen bir panik yaşıyordu. Aklı selim sahibi olmaktı önemli olan ama herkesin sahip olmak istediği şey kolonyaydı o günlerde. Kolonya krizi çıkmıştı. sonra makarna krizi, sonra tuvalet kağıdı vs. maske krizine gelene kadar irili ufaklı tedarik krizleri çıkıyor ama allahtan çabuk bastırılıyordu.

Markete gittiğimde hani su Amerika’da 'dünyanın sonu’cular var ya. Hani evlerinin altlarına sığınak inşa ettirip; içini beş senelik filan yiyecek,  ilaç, temizlik malzemesi, silah istifleyen... Onlar geliyordu aklıma. Hollanda’da ise esrar stoğu gündemdi. Kapatmaya gidilirse diye panikleyen cigaracılar coffeshopların önünde kuyruk olmuşlardı. Coffeshoplar kapanırsa Türklerin merdiven altı depolarına gün doğacaktı. Yoksa sonunda hepimiz yeraltına mı ineceğiz. Dostoyevskinin kulakları çınlasın. 



"Dünya mı yıkılsın yoksa bir bardak çay mı içersin?" deseler... 
"Ben çayımı içtikten sonra dünyanın canı cehenneme" derdim.


Çay krizi  çıkarsa fena asıl. Sığınağa çay depolamalı. bir de sığınaklarla ilgili filmlerden öğrendiğimiz şey; takvimin hayatın akışına müdahalesinin zayıfladığıydı. Iyi güzel de ben daha ne kadar bu bahçede limon ağacına karşı oturabilecektim ki? Aklımca bir kaç gün iznimi uzatıp Hollanda’daki vaka sayılarını takip edecektim. Daha kötüye giderse durum, gitmenin bir anlamı yoktu zira. Nasılsa tüm dünya bir ağızdan 'evde kal’ diyordu. Ben de evdeydim.  
Ama beş dakkada değişir işler;

THY’den gelen mesajla irkildim. Turkiye lock down kararı almıştı. Uçuşlar iptal edilmiş, sınır kapıları giriş çıkışa kapatılmıştı. Benim durumumdakiler için son uçuşlar düzenleniyordu.O giden uçaklardan birine binmeliydim. Turkiye bana ya gir ya çık diyordu. Çok kararsız kalmıştım. Icimden kalmak ve günlerce limon ağacına karşı oturup ona  buna kafa yorarak dünyanın sonuna burada hazırlanmak geçiyordu.
öte yandan dünyanın sonunun gelmediği sadece belirsiz bir tarihe ertelendiği bir senaryoda ; kalırsam uçuş yasaklarının ne zaman kalkacağı belli değildi;  bir aydan fazla sürebilirdi ve bu durum hollanda’daki hayatım açısından ne tip komplikasyonlar yaratırdı bilemiyordum. 
-‘Mesela?
- yani ne gibi?’ 
dedim kendi kendime. 
Aklıma ilk gelen arabanın aküsü olmuştu.    
böyle bir durumda aküyü düşünmek, diğer sorumlulukları düşünmemiş olmak demek değildir. Akü herşeyin kısaltılmasıdır o an. 
Akü o son uçağa ağlaya ağlaya da olsa bineceğini bal gibi bilmektir. 

Akşam haberlerinde kot ceketli bir kızcağız ağlamaklı ve telaşlı anlatıyordu. Yarım saat önce haber verdiler; eşyalarımızı bile kilitleyemeden apar topar çıkarıldık, kimimizin cebinde otobüse binecek parası yok. Gece yarısı sokakta kaldık resmen....
Umreden gelen teyzeler amcalar ögrenci yurtlarına yerleştiriliyordu. 
dediklerine göre bir iki gün içinde Arabistandan rakamla 21.000; yazıyla yirmibirbin kişi geliyordu. 
sonra hepimizin dumur dağarcığını süsleyen o sahne...
lama teyze polise tükürüyor!  
'bende varsa sana da geçsin!’ diye haykırıyor arkasından.

'çok halis munis olmalıyım yarın yolda diye geçirdim içimden. Asla kimseye bulaşmayayım efendi gibi gideyim, birinin sinirine dokunurum filan...maazallah bi tükürürlerse bittim. Bronşit geçmişim var benim. 
----



Shakespeare'in Fırtına isimli eserinden, perde V, sahne I'deki Miranda'nın konuşmasından alınmıştır:
O wonder!
How many goodly creatures are there here!
How beauteous mankind is!
O brave new world,
That has such people in't!
Türkçe çevirisi:
Bu kadar bunca yakışıklı varlık varıp gelmiş buraya
Ne güzel şeymiş meğer insanlık
Böyle dünyalıları olan
Yaşasın bu yaman, bu cesur yeni dünya
Çeviri : Can Yücel





Hiç yorum yok: