The Lobster'ı daha yeni seyrettiğin için utan utan yerin dibine gir Drifter!
Senin de alacağın olsun Lanthimos! Dogtooth'tan sonra ben ne bileyim daha çok seveceğimi çekeceğini.
çok beğendim, hayran kaldım, nasıl güzel seyrettim bilemezsiniz.
Adam bence dahi. Kesin dahi!
Clockwork Orange'dan sonra çekilmiş en çarpıcı distopya evrenini yaratmış. (çok mu iddialı oldu? bilmem.) 3 alternatifli üstelik, No way out yani!
Filmi deşifre etmeden biraz bahsetmek istiyorum:
şöyle bir gelecek düşünün; toplum düzeni sadece çift olanları kabul ediyor ve bildiğimiz anlamda insan kalmalarına, Şehir denilen yerde aslında bizim yaşadığımıza epey benzer bir hayat yaşamalarına müsade ediyor (Lanthimos'a göre bu da son derece distopik -bayağı berbat- yansıtılmış ya neyse). Couple'lıktan düşenleri mesela karısı veya kocası tarafından terkedilenleri rehabilite etmek için 'Otel' denilen zaman zaman ıslah evi, zaman zaman hastane zaman zaman da infaz yeri olarak işlev gören bir yere gönderiyor (zorla /yaka paça dersem yerinde olacak). 45 gün içinde çiftini buldun buldun; bulamazsan Otele kaydolurken bildirdiğin/seçtiğin hayvana dönüştürülüyorsun ve Orman'a salınıyorsun ki üçüncü distopya mekanı olan Ormanda, bir de Otel'de çiftini bulamayan veya sisteme karşı gelen asiler- filmdeki adlandırılışlarıyla 'looner' yani 'yalnızlar' yaşıyor. Onlar da süper bi grup insan. Rastgele biriyle çift olmayı reddeden , rehabilite olmayı veya şehirde yaşamayı da reddeden bu insanların bir alternatif olacağını düşündürtüyor size önce dahi Lanthimos, ama acale etmeyin diyor hemen ardından çünkü ne yazık ki mekanlar ve düzenler simetrik. Bütün film boyunca bir extreme'den öbürüne savruluyorsunuz ama tüm bu 'çıkış yok' evreninde hala bir çıkış umudu taşıyorsunuz son sahneye kadar...
Bunun dışında Lanthimos'un sinematografik dehasına hayran kalmamak elde değil, renkler, ışık, mekanların görsel tasarımı, tamamen algınızla oyun oynuyor, anestezi etkisi yaratıyor.
Seyretmeyenlerin iştahları kaçmasın diye fazla uzatmıyorum. Görülesi filmler listesine etiketleyip ekliyorum. Colin Farrel ve Rachel Weisz bi de Lea Seydoux oynuyor. 2015 yapımı filmde.
Senin de alacağın olsun Lanthimos! Dogtooth'tan sonra ben ne bileyim daha çok seveceğimi çekeceğini.
çok beğendim, hayran kaldım, nasıl güzel seyrettim bilemezsiniz.
Adam bence dahi. Kesin dahi!
Clockwork Orange'dan sonra çekilmiş en çarpıcı distopya evrenini yaratmış. (çok mu iddialı oldu? bilmem.) 3 alternatifli üstelik, No way out yani!
Filmi deşifre etmeden biraz bahsetmek istiyorum:
şöyle bir gelecek düşünün; toplum düzeni sadece çift olanları kabul ediyor ve bildiğimiz anlamda insan kalmalarına, Şehir denilen yerde aslında bizim yaşadığımıza epey benzer bir hayat yaşamalarına müsade ediyor (Lanthimos'a göre bu da son derece distopik -bayağı berbat- yansıtılmış ya neyse). Couple'lıktan düşenleri mesela karısı veya kocası tarafından terkedilenleri rehabilite etmek için 'Otel' denilen zaman zaman ıslah evi, zaman zaman hastane zaman zaman da infaz yeri olarak işlev gören bir yere gönderiyor (zorla /yaka paça dersem yerinde olacak). 45 gün içinde çiftini buldun buldun; bulamazsan Otele kaydolurken bildirdiğin/seçtiğin hayvana dönüştürülüyorsun ve Orman'a salınıyorsun ki üçüncü distopya mekanı olan Ormanda, bir de Otel'de çiftini bulamayan veya sisteme karşı gelen asiler- filmdeki adlandırılışlarıyla 'looner' yani 'yalnızlar' yaşıyor. Onlar da süper bi grup insan. Rastgele biriyle çift olmayı reddeden , rehabilite olmayı veya şehirde yaşamayı da reddeden bu insanların bir alternatif olacağını düşündürtüyor size önce dahi Lanthimos, ama acale etmeyin diyor hemen ardından çünkü ne yazık ki mekanlar ve düzenler simetrik. Bütün film boyunca bir extreme'den öbürüne savruluyorsunuz ama tüm bu 'çıkış yok' evreninde hala bir çıkış umudu taşıyorsunuz son sahneye kadar...
Bunun dışında Lanthimos'un sinematografik dehasına hayran kalmamak elde değil, renkler, ışık, mekanların görsel tasarımı, tamamen algınızla oyun oynuyor, anestezi etkisi yaratıyor.
Seyretmeyenlerin iştahları kaçmasın diye fazla uzatmıyorum. Görülesi filmler listesine etiketleyip ekliyorum. Colin Farrel ve Rachel Weisz bi de Lea Seydoux oynuyor. 2015 yapımı filmde.
6 yorum:
Filmi merak ediyorum aslında da şu kıyaslamadan sonra heyecan katlandı:
"Clockwork Orange'dan sonra çekilmiş en çarpıcı distopya evrenini yaratmış."
Ölmedik atom bombası da at :) Bu ay bitmeden izlemeye çalışayım.
hehe çok iddialı kıyaslama değil mi?
ama izleyin sonra yine konuşalım.
ayrıca fazla ayrıntıya girmek istemedim filmi ballandırırken ama daha pek çok şey var 'brilliant' demekten kendimizi alamayacağımız.
mesela siz hangi hayvana dönüştürülmek isterdiniz?
ben mesela filmin bittiği andan itibaren düşünüyorum hala seçemedim; kafam çorba! :D
Filmi Black Mirror'cılara söylediğimde (kolay kolay da söylemem ya neyse) hemen hepsi şok geçirmişti kkkk. Yıllarca dizi izlemeyen ben, eskiden -yani daha akıllı bir veled iken- hiçbir dizinin filmden iyi olamayacağını iddia eder dururdum. Sonra ne oldu bilmem, dizi evrenine daldım. Birkaçı hariç hâlâ eski söylenceyi tekrarlıyorum. Ve Lanthimos hakikaten bir dâhi! Ya da İngilizce işine bulaşmasa, öyle idi, yahut da yazarlığı -ane, tam bilemedim. =)
Sevgili Martin
İki sabah önce bi uyandım, depresyon! Baş köşe sığışmacılık! Dışarda hava buz; sığışacak yer bulamadı zaar.. yoksa seni daha neşeli karşılar; birer sade kahve pişirir, yanına kurabiyelerden koyar ordan oraya atlayaraktan anlatır dururdum. Kurabiyeleri de yedi hep ağzını burnunu kırasım var.
Sen anlat ben bunu defetmesini bilirim.
niye öyle dedin? İngilizce işi hakkında...
Bi de hangi bi kaç dizi, bi filmden daha bile…?
Black mirror’cılara niye kolay söylemem dediğini anladım onun için onu sormuyorum.
*aSDASDAeefhsfkjs Soruların cevapları aslında çok uzun, kısaca şöyle: İngiliz işi film çekti bu sene, senaryosu kendinin değil, ben sanırım Lanthimos'un senaryoculuğunu daha çok seviyorum. İngilizce değil de İngiliz olacaktı o yani.
*Bu filmi genelde bilmeyenlere söylemem, hatta genelde kimselere çok film önermem. Ama Black Mirror'ın bir bölümünü çok övünce bir arkadaş, ona bu filmden çalıntı olduğunu söylemiştim, o da ötekine demiş vs vs. Olaylar böyle büyümüştü. Genelde dizilerin çoğu düşüncesel olarak bir roman ya da filmden çalıntı oluyor zaten.
*Birkaç dizi için filmden bile iyi diyebilirim, genelde birbirinin tekrarı yeni bölümler ve yetmeyip yeni sezonlar çıktıkça hiç sevemiyorum dizileri demek istedim.
Selamlar ve bol tatlılı günler dilerim =)
Black Mirror'la ilgili dediğini, ( anladım sormuyorum dediğimi) de hiiç anlamamışım hahaha - şimdi anladım. çiftlerin ilişki sürelerini data analizle belirleyip, bazı mekanlara yönlendiren, süre dolunca ayıran filan bişeyler olan bölümden bahsediyorsun sanırım. Evet fikir ciddi arak ama işleniş çooook yüzeysel tabi lobster'ı gördükten sonra.
sonra da ister istemez mevzu bambaşka bi romantizme bağlanıyor. Buram buram yapımcı kaygısı…
ben de Black mirrorcular'a söylemem gibi anladım 'black mirrorcular'deyince... (kendimi de bir bakıma bu kategoriye koyuyorum aslında da ) bazan fazla toz kondurmuyormuşuz gibi geliyor. Şıftırttıkları çok bölüm var aslında. Oysa ilk sezon ne kafa açıcı ne heyecan vericiydi.
Çook eskilerde monkey dust vardı; çizgi. Her bir bölümü birbirinden ince. Ne keyifliydi izlemesi. iki kişiydi yapan, biri yazan biri çizen. Bunlardan biri öldü birden. Çoook üzülmüştüm çok. Öldüğüne ayrı; yeni monkey dust bölümü olmamasına ayrı. Bir daha bu kafalarda insanlar bir araya gelir bizlere kadar ulaşacak bişeyler yaparlar mı ki diye dertlenmiştim. Black mirror’ın ilk bölümünü seyrettiğimde (domuzlu olanı) ise - o dobralık o nalına mıhına söylem- uuuv beybi diyip yapıştık tabi ekrana bekler olduk bi sonraki bölümü.
Şu beğendiğin birkaç dizi hakkında da ser verip sır vermemişsin :)
Yorum Gönder