23 Eylül 2018 Pazar

Olive Kitteridge proudly presents 77 Dreams Songs!

Şu bir sezonda, hatta bir kaç bölümde lafı toparlayıp, diyeceğini diyen ve biten dizileri seviyorum. Tavsiye üzerine iki dizi seyrettim biri Sharp Objects. Amy Adams'ı severiz diye tereddüt etmedim. Hakkaten çekimler, renkler, müzikler, esrarengiz ambians (çok komik ambiyans yazınca zambiya, ambians yazınca ambulans olarak düzeltesi geliyor spellcheckimin) filan.

Neyse bence dizi olacak birşeyi yoktu. film olsaymış da olurmuş.

öbürü enteresan asıl; 
Olive Kitteridge. 
Kadına bitiyorum. Bende bağımlılık yaptı. İki gün görmesem google image'dan resmine bakasım geliyor o derece. 
Frances McDormand. 
Bunun bir de 4 bilbords Outside Ebbing Missouri diye bir filmi var. Görülesi! Oyunculuk göz yaşartıyor. Şov yapıyor!


Olive Kitteridge  Elizabeth Strout'un aynı isimli romanından uyarlanmış. Dizide Richard Jenkins ve Bill Muray de var ki McDormand'dan gözümüzü alabilsek onların oyunculuğunu da öve öve bitiremeyiz muhakkak. 
Asıl mevzuya geliyorum; 
John Berryman şiirleri. Bu mini dizi sayesinde John Berryman'ın 'Dream Songs' adını verdiği 77 şiirden oluşan ama aslında bu kısa şiirler pekiala tek bir şiir olarak da algılanabilen serisini keşfediyoruz. Freud'un dream-works prensipleriyle alteregosu Henri üzerinden stres yüklü dünyada hayatta kalma savaşı veren insanın hallerini anlattığı bu şiirlere ulaştım dün itibariyle. Acayip keyifliyim. Azıcık tadını çıkartayım bir ikisini paylaşırım ilerleyen günlerde.






  

17 Eylül 2018 Pazartesi

16 Eylül 2018 Pazar

Bahçeler, kediler ve başka bisürü şey!


Nereye varacağı belli olmayan bir patikanın ortasında bir kadın. Mevsim bahar, doğa renk cümbüşü... aksine siyahlar içindeki bu kadının bir elinde kağıt, bir elinde kalem. Kalem tutan eli havada ve bilinmeyen bir yere bakıyor; sanki yabani çiçeklerin bittiği kara ormana doğru... ilhamı orada bulacağını düşünür gibi...hatta sanki bulmuş gibi... Ve tabi çeşme ayrıntısı. Kadını yolundan çeviren asıl unsur.  'water of life/hayat suyu' Insanoglunun hayatta kalma , yaşama arzusunu sembolize eden Farsi kökenli -Rumi nin en çok kullandığı- meşhur metafor. Çeşmenin aynısının tıpkısı Cau Ferrat müzesinde...

Bu tablo bir Rusiñol arkadaşlar; ismi  'Alegoría de la Poesía' yani 'şiirin alegorisi'

Santiago Rusiñol  Barcelona'lı ressam-şair-ehlikeyif. Katalan modernizm akımının öncülerinden. Genç Pablo'yu en çok etkileyenlerden biri olduğu söyleniyor gerçi Picasso'nun etkilenmediği ressam yok o ayrı. 
Bahçeler, bahçeler... elit kesimden kadınlar (kendi çevresinin insanları... sonuçta hali vakti yerinde bir aileye doğmuş ) güneşli günler... hep pozitif bir sembolizm. Hayat ona güzelmiş gibi görünüyor.
Bir tablosu var yalnız; adı 'morfine' ! Morfin bağımlısı bir kadını yatakta çizmiş gerçekten etkileyici.  

Barcelona'ya 35 km uzaklıkta Sitges kasabasındaki hem evi hem atölyesi olan Cau Ferrat'ı 1893'de 'Güzellik tapınağı' ilan ediyor. 3. Geleneksel Modernizm festivali esnasında şu sözlerle;

 “the harmony the soul seeks so eagerly; it is the beauty the spirit dreams of; it is the perfumed essence that rises up like incense from the very depths of matter and takes the form of a cloud that envelops the heart of man [...] When beauty awakens, it opens the doors of the day; when it falls asleep, it lights up the stars in the sky; when it passes, the clouds know; they follow it majestically to the beyond, to the chariot of dawn or the beautiful farewell of the sunset. When it stops, it spouts poetry and sings random songs. When it dreams, all the poets dream, when it weeps, all souls tremble; and when it prays, man falls silent, the wind falls silent, the voices of the forest fall silent; and the windows to glory half open and the angels kneel"

Şair adam tabi olcak o kadar.
Cau Ferrat 1933'de public museum olarak halka açılıyor.

Sitges kasabası hakkaten şahane bir kasaba; Festivalleriyle ünlü. En önemlisi Film festivaliymiş; ekimde oluyormuş bu yıl kaçırmış oldum.


Nefis bir plajı var; falan, gezilesi bir yer. 

ama asıl Rusiñol ile ilgili başka bir yerden bahsedeceğim ben. Barcelona'ya ayak basıp oraya gitmezseniz hatırım kalır. 

Binsekizyüzlerin sonlarında Barcelona'ya yolu düşüp 'nerededir buranın ehlikeyifleri, yok mudur sohbeti güzel? diye' soran kişiye tarif edilen adres Casa Marti'nin giriş katı 'Els Quatre Gats' cafe, cabaret, bar işte ne derseniz. Barcelona modernista akımının şekillendiği bohem, sanatçı ne kadar ehlikeyif varsa toplanıp yiyip içtiği uğrak noktası. Katalanca '4 kedi' manasında ama bu bir Katalan deyimi. Marjinal, değişik, bohem insanlar için "a few people" manasında kullanılıyor.  Hani biz de deriz ya 'şunun şurasında üç beş kişi' diye... 

Buradaki 4 kedi'den biri Santiago Rusiñol. Oradan bağlanıyoruz. Fikrin hayata geçmesi ve sonrasında da hayatta kalabilmesi için sermayeyi koyanlardan başlıcası.
Fikrin babası ise Pe' Romeu; kafenin sahibi ve Kedilerden ressam, şair, yazar filan olmayan tek kişi. Ama işte fikir öyle güzel ki bir sanat akımının bir şehre doğmasına vesile olmuş.  Zamanında Paris'teki Le Chat Noir'de çalışmış.  Oradaki ortamın kralını yaparım ben Barcelona'da demiş ve Rusinol'la Ramon Casas'ı kafalayıp Meşhur Mimar Cadafalch'ın binasının giriş katına açmış cafeyi.



Duvarında Ramon Casas and Pere Romeu on a Tandem isimli şu resim var.


Sağ köşesinde şöyle açıklıyor: 'bisikleti sırtın dik süremezsin' yani iyi bişey büyük bişey yapmak için biraz farklı bir çaba, biraz ağrıması, geleneğin yıkılması gerekir baabında.

Yıl 1897, cafe açılır açılmaz ilgi odağı oluyor tabi sonuçta Barcelona küçük şehir duyan geliyor. Acayip bir sanat ortamcılığı, o şekil vur patlasın çal patlasın!  yemeklere gelince vasat diyelim ayıp olmasın ama içki kalite. Kimler geliyor kimler geçiyor kimler oturup kalkamıyor aklınız durur. Picasso 17 yaşında takılmaya başlamış mekana öyle diyeyim. sokağın başındaki afişi ona tasarlatmışlar, hala duruyor.  Böyle sürüp gidiyor bir dönem tatlı hayat ama 4 kedinin dördünde de para kazanma kaygısı olmadığından ve aaaa o bizim bilmemkimin kardeşi, aaaaa bu benim atöylede genç asistan parası az, aman Santiago'nun Paris'ten arkadaşı gelmiş yok Ramon bundan hesap almayın dedi derken cafe batıyor tabi...


Bunlar sergiydi, dergiydi biraz birşeyler denkleştirmeye çalışıyorlar ama nafile... o hayata can mı dayanır? Romeu batınca cafe de kapanıyor. Adamcağız tüberkülozdan ölmüş. Rusiñol ardından şöyle dokunaklı birşeler yazmış (yine):

«that picturesque place, full of dreams, which frightened the artisan; those pictures on the walls that the girls of the house could not go to see because they liked them too much; that smoke of pipes that made the parishioners of the house drunk of ideas; friend, who you deserve you it, sleep in peace. You had only made the good, and you do not have sorrow of leaving! Yes, we will miss you, and in you we will miss a period in the one that the fantasy made us live».

Yaa işte böyle. 
sonra İspnya İç savaşı herşey herkes bir yana savruluyor filan...
70'lerin sonlarında üç gastronom girişimci bir araya gelip 4 cats cafe'nin kapılarını yeniden açıyorlar o gün bugündür  aynı adreste bir tarih yatıyor. 


bu da 4 kedi kitabından bir sayfa Romeu'yla ilgili bişeyler anlatıyor herhalde Katalanca.




12 Eylül 2018 Çarşamba

excursionistas; drifter kafası gibi bişey!

'excursionism' diye bir kavram varmış okuyup öğreniyoruz.
insanın yaşadığı coğrafyayı keşfedip, görüp, tanıması; kültürüyle bağlantı kurması için yapılan gezi manasında kullanılıyor. Çok güzel, ne güzel tabi keşke herkesin fırsatı olsa. Gezmek görmek gibisi var mı? yok!

Bir de bu Katalanlarda assesyonculuk/klüpçülük almış yürümüş  hala da öyle. Hemen herşeye bir assesyon kuralım oradan yürürüz kafasında bakıyorlar.  O da hoş!

İşte bu excursionism Katalan rönesansı esnasında epey popüler olmuş bir kavram. Şairler, ressamlar, mimarlar filan hemen bir assesyon kurup üye oluyorlar başlıyorlar turlara... Entellektüel elitin disiplinlerarası etkileşim için bulunmaz fırsat saydığı bu turlara katılmayan kalmamış ... Gaudi maudi (maudi mi yazdım ben?) hepsi en az bir defa gitmiş.





Bu da eşli çocuklu filan excursionistalar. Ne şeker foto.


9 Eylül 2018 Pazar

Torre Agbar

Eixample'nin ağaçlıklı tek şeritlik yollarını bitirip daha geniş bir caddeye varınca karşımıza çıkan bu saçmalığı gösterirken işte 'the giant vibrator of Barcelona' diyor Lynn. devam ediyor;


"Bunu buraya ne ara diktiler hiçbirimizin haberi olmadı - biraz da mahallenin dış çeperinde kalıyor- bir sabah uyandık hoppalaa...
Gerçi gece görmelisin çok acayip aydınlatıyorlar..."

Neyse bu muhabbetten sonra okudum öğrendim.
Binanın adı Torre Agbar, Jean Nouvel adlı fransız bir mimar tarafından 2005'de bitirilmiş. Lynn'e bakmayın onun kafası iyi, 34 katlı kulenin yapımı 6 yıl sürmüş. Yeşil Bina ödülü almış Avrupa konseyinden boru değil. Dizaynda ilginç olan; dış kaplamasındaki cam ve alüminyum paneller ototmatik olarak açılıp kapanmak süretiyle olabilecek maksimum doğal ışığı içe yansıtıyor. Gaudi'nin Sagrada Familiasından etkilendim aynı mantığı işlettim diyormuş Nouvel.


Gecenin espirisi ise;
renk değiştiren 45000 led panelle aydınlatılıyor ama ledler güneş enerjili olduğundan bu dev vibratörün aydınlatılmasının saati hepi topu 6$'a patlıyormuş. 




gece de görüntüsü böyle.
bizim köprünün ışıklandırması projesi için taa ozaman hürriyette haber çıkmıştı 1756 led kullanılıyor köprünün aylık elektirik faturası 80.000 tl diye. Şimdi ne oldu acaba fatura? Led teknolojisi bu kadar geliştiğine göre bizim sarfiyat da düşmüştür diye umut ediyorum.  

8 Eylül 2018 Cumartesi

drifter is back!

"pırıl pırıl güneşli olmakla birlikte , Cumartesi sabahı yine palto havası vardı ortalıkta..."

Allam bu iklime nasıl alışır insan?
sızlanmalarımdan anlayacağınız üzre Hollanda'ya intikal etmiş bulunuyorum.

Barcelona'da aklım,gözlerim,kalbim, böğrüm, ciğerim... işte işe yarar ne varsa orda kaldı. Ha bir de bilgisayarım... O, 'ben dönmem yazı olmayan memlekete beni buraya göm' dedi.
Huzuur içinde yat ey cefakar!

söz verdiğim gibi bir barcelona günlüğü tutamadığımı düşünüyorsanız çok yannış tanımışsınız beni. Tuttum! sadece dijital değil.
Yine birbirinden değişik izlenimler (bana göre tabi), pırlanta insanlar, alaca karanlık kuşağı hikayeleri, sanat ortamları dedikoduları falan filan...
Noolur yaz çok okumak istiyoruz dediğinizi duyar gibiyim.
Ayıbediyorsunuz tabiiki yazıcam.

önce size şu arkadaşları takdim edeyim.
'arkamdan konuşma' grubu ya da 'Habla de mi en presente' sokak müzisyenliğinden almış yürümüşler.  Dedim biz de de 'yüzyüzeyken konuşuruz' diye bi grup var, nezaketen etkilendiler.


bu da 
ev halleri 



canım üç sene önceki halleri; şimdi daha bi toparlanmışlar her biri düzgün bi kız arkadaş edinmiş filan; Barcelona'dan turneye çıktılar, Avrupa turnesi kapsamında yakında istanbul'a da geleceklermiş haberiniz ola...