Birine bir söz vermişliğim var; bir iki yıl oluyor, birinin
bundan haberi olduğunu sanmıyorum. Birine bu sözü vermemle kendi kendimle bir
oyun oynamaya başlamam aynı zamana denk düşer. O aralar yine çok sıkılıyordum.
Çocukluğumdan kalma bir alışkanlık işte; ben ne ara çok sıkılsam kendi kendimle
bir oyun oynamaya başlarım; oyunu kendim bulurum, kuralları kendim koyarım,
sıkılana kadar oynarım.
Bu kez de oyunu ben buldum, ancak bu güne kadar hiçbir oyunumun
bir parçası olmamıştı biri… Tam da bu sebeple oynamakta olduğum oyunun
kurallarını keskin hatlarla belirleyemiyorum;
Herşey bir haritayla başladı, onu söyleyebilirim.
Önümüzdeki hafta Belgrad’a gidiyorum; Sebepsiz!
Ama pekiala oyun gereği diyebiliriz.
Az önce kapı çaldı ve beklediğim kargo geldi.
İki kitap; İvo Andriç’in Drina Köprüsü ve Milorad Paviç’in
Hazar Sözlüğü
Sırbistan’a daha önce gitmişliğim yok. Sava Nehrine bakan bir
evde kalacağım; Drina Köprüsü Sırp edebiyatının en meşhur eseri; kitap
kapağındaki nehir manzarası da etkili oldu seçimimde tabi…
Ama…
Asıl bu yazımın bu kadar uzun olmasının sebebi; (malumunuz çok az
uzun yazı yazıyorum bu blogda) , -hatta buraya kadar olan kısım sadece
başlangıç onu da belirteyim; hani ocakta
yemeği olan varsa…-
Evet bana bu ilhamı veren asıl kitap ikincisi oldu;
Milorad Paviç’in Hazar Sözlüğü; (Sözlük mü roman mı belli
değil kafası!)
Şimdi;
Kırmızı yayınlarından
çıkan bu kitabın yazarı tarafından yazılan önsöz niteliğindeki ilk açıklamasını
yazıyorum; sıkı durun!
VE İLK DEFA BİR KİTABI HENÜZ OKUMADAN TAVSİYE EDİYORUM,
Aslında okumaya başlamadan birkaç gün önce diyelim;
LEXICON COSRI- HAZAR SORUNU ÜSTÜNE SÖZLÜKLER SÖZLÜĞÜ
Daubmannus’un 1692’de
engizisyon tarafından imha edilmiş 1691 basımının yeniden oluşturulmuş hali.
Son bilgileri de içermektedir.
ERDİŞİ BASIM İÇİN
Bana göre sanatlar ‘tersine çevrilebilir’ sanatlar ve ‘tersine
çevrilemeyen’ sanatlar olarak sınıflandırılabilir. Gerçekten de bireye –alan kişi-
bir yapıta farklı açılardan yaklaşma, çevresinde dolaşma ve hatta bakış açısını
değiştirerek bakma olanağı veren sanatlar vardır…’Tersine çevrilebilir’
sanatlar olan mimarlık, heykel ve resimde böyledir durum. Ama başka sanatlar da
vardır… Tek yönlü sokaklara, herşeyin başlangıcında sonuna, doğumundan ölümüne
doğru hareket ettiği yollara benzeyen müzik ya da edebiyat gibi ‘tersine
çevrilmeyen’ sanatlar. Ben uzun zamandan beri edebiyatı -‘tersine çevrilmeyen’ sanat- ‘tersine
çevrilebilir’ bir sanat yapmak istedim. Bu nedenle romanlarımın klasik anlamda
ne başı be sonu vardır. Çizgisel olmayan bir yazıyla (nonlinear narratives)
yaratılmışlardır.
Sözgelimi
Hazar Sözlüğü sözlük yapısında olan
bir romandır… 100 000 sözcükten oluşan bir sözlük roman’. Roman farklı dillerde
alfabetik sıraya göre farklı biter. Kiril alfabesiyle yazılmış Hazar Sözlüğü’nün
özgün basımı Latince bir alıntıyla biter… sed venit ut illa impleam et
confirmem, Matta.
BURADA BİR PARANTEZ
AÇIYORUM; çevirmen bu cümleyi çevirmemiş biraz sinir oldum; zaten acayip
kompleksim var Latince öğrenmek için ölüyorum ; neyse şunu demiş olabilir
sadece köklerden giderek çıkarmaya çalışıyorum, “geldi ve ölümü kati kıldı…” filan olabilir
diye atıyorum.
Romanımın Yunanca basımışu cümleyle biter: Anında
fark ettim ki bende tek değil üç korku vardı.
Hazar Sözlüğü’nün
İbranice, İspanyolca, İngilizce ve Danca basımları şöyle biter: Sonra
okuyucu geri döndüğünde tersi oluyordu ve Tibon yürürken okuma sırasında aldığı
izlenimlere dayanarak çevirisini düzeltiyordu.
Kitabın Çin ve Kore
basımları aynı cümleyle biter. Latince harflerle basılan Sıpçası, Nordstedts’de
yayımlanan İsveççesi, Hollandaca, Çekçe ve Almancaları şu cümleyle biter: Bu
bakış Cohen adını havaya kaydetti, fitili yaktı ve lamba eve kadar yolunu
aydınlattı.
Hazar Sözlüğü’nün Macarca basımı şu cümleyle biter: O
sadece sana gerçek karakterini hatırlatmak istedi.
Fransızca,
İtalyanca, Katalanca basımlar şu cümleyle biter: Gerçekten de Hazar vazosu uzun
zaman önce kaybolmuş olsa da kullanılıyor.
Tokyo Zogen Şa yayını
Japoncası şu cümleyle biter: Genç kız dünyaya bir parıltı kız getirdi –
ölümü. Bu ölümde güzelliği aryan ve kesilmiş süt oldu ve dibinde kamış tutan
bir ağız görünüyordu…
Hazar Sözlüğü’nün farklı sonları olduğu gibi cinsiyeti de
vardır. Bu kitap 1984’de eril ve dişil basım olarak yayınlandı…Okuyucu istediği
basımı okuyabilirdi.
Kitabımın eril ve dişil basımları arasındaki temel farklılık
çok sık soruldu bana. Bunun nedeni bir erkeğin dünyayı kendi bedeni dışında
yaşaması, buna karşılık kadının evreni içinde taşımasıdır. Bu farklılık
romanımın eril basımına da dişil basımına da yansımıştır. Şöyle söyleyebiliriz:
Eril kolektif zaman ve dişil bireysel zaman içinde ayrılan zamanın yok oluşunun
imajı… Jasmina Mihayloviç’in Okuma ve
Seks’te değindiği bir konu.
Hazar Sözlüğü işte böyle, sayısız amaçları, eril ve dişil
haliyle Anthony Burgess’in deyişiyle ‘yarı hayvan’ –half an animal- gibi bütün
dünyayı dolaştı… Avrupa’dan iki Amerika’ya, Japonya’ya, Çin’e Rusya’ya kadar
gitti ve yazarının ve öteki kitaplarının iyi ve kötü yazgılarının tohumlarını
ekti. (bkz. http://www.khazars.com)
Hazar Sözlüğü bugün Kova burcunda XXI. Yüzyıla giriyor ama
sadece dişil basımıyla… Okuyucunun şu anda elinde tuttuğu basımdır bu: Okuyucu
eril basıma ise bu giriş yazısında ulaşacaktır. XX. Yüzyılda iki cinsiyet olan
kitap XXI. Yüzyılda erdişi oldu. Ya da ensest gibi bir şey bu! Editoryal
kaygıların zorladığı bu yeni görünümü altında bu kitabı dişil zamanın eril
zamanı da içine aldığı bir yer gibi görebiliriz. Eril basımdaki farklılık
doktor Dorothea Scultz’un 11. Mektubunda şu cümleden sonra yer alıyor. Ve
masada duran birkaç sayfa fotokopiyi uzattı bana.
Eril kitap, burada romanın dişil basımına giren Hazar Ağacı
şöyle:
O anda ateş edebilirdim. Bundan daha uygun bir fırsatolamazdı – bahçede
tek bir tanık vardı- ve bir çocuktu bu. Ama herşey farklı bir biçimde gelişti.
Elimi uzattım ve sana bu mektupla gönderdiğim şaşırtıcı sayfaları aldım. Onları
alırken ateş etmek yerine tırnakları fındık gibi olan o Sarezen parmaklara bakıyordum ve Halevi’nin
Hazarlarla ilgili kitabında anlatıldığı ağacı düşünüyordum. Her birimizin bir
ağaç olduğunu düşünüyordum. Yağmur ve rüzgarlarla gökyüzüne ve Tanrı’ya
yükseldikçe çamur ve yeraltı suları aracılığıyla cehenneme doğru köklerimizi
kazmak zorundayız. Yeşil gözlü Sarazenin verdiği bu sayfaları bu düşüncelerle okudum. Çok şaşırdım ve
Muaviye’ye bu yazıları nereden bulduğunu sordum. MILORAD PAVIÇ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder