tuhaf bulduğum bir amerikan geleneği de;
alışveriş merkezlerindeki Santa kılığına girmiş işsiz güçsüzlerin kucağına çocuk oturtup resim çektirme hadisesi...üstelik dünyada pedofili had safhaya ulaşmışken...
gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
28 Aralık 2012 Cuma
24 Aralık 2012 Pazartesi
23 Aralık 2012 Pazar
20 Aralık 2012 Perşembe
15 Aralık 2012 Cumartesi
We'll Take Manhattan
Son zamanlarda izlediğim en tatlı dönem filmlerinden biri bu...
yıl 1962,
henüz Beatles'ı kimse duymamış,
doğuştan bir titri olmayan veya doğuştan zengin olmayanın ünlü olmayı aklından bile geçirmediği zamanlar...
ve "youth culture" diye bişey yokken daha...
David Bailey ve Jean Shrimpton New York'a giderler...
film böyle başlıyor.
2012 yapımı,
bu, modaya yön veren bir fotoğrafçı ve modelin hikayesi...
ateşle barut yanyana durur mu? durur tabi...
aşk meşk bir yana...
bloody english konuşulan filmlere bayılırım zaten...
ella fitzgerald'ın sesini duyduğum filmlere de bayılırım...
ayrıca ingilizlerin casting seçimlerini de çok beğeniyorum. şu yukarıdaki fotoğrafta delici bakışlı adam yani David Bailey'i oynayan Aneurin Barnard'mış ki daha önce hiç duymadım adını...etkileyici.
gelelim Jean Shrimpton'a...
Sen Buckinghamshire dolaylarından küçük bir çiftlikten kop gel, Londra'da cornflake reklamlarında filan oyna...hanım hanımcık....
kader işte, karşısına o zamanlar yeni yetme, picasso'dan fena etkilenmiş ve geleneksel moda fotoğrafçılığının dışında bişey; yani tırnak içinde "birşey" yapmak isteyen dahi gibimsi bir genç adam, David Bailey çıkıyor...
ama bunu vogue'da yapmaya çalışınca tabi işler öyle kolay olmuyor;
güzel bi sahnesi var Bailey'nin..şöyle diyor.
when I sae Picasso I thought,
if he could do that
you can do anything...
but,
maybe you can't
maybe I can't...
sonunda yapıyor tabii...
şöyle şeyler;
Jean Shrimpton'u oynayan Karen Gillan (ki bu ismi de daha önce hiç duymamıştım) gerçek Jean'ın gölgesinde kalmış haliyle... ama aksi mucize olurdu zaten...
çünkü Jean biraz nasıl desem;
"gorgeous" diyorlardı sanırım ingilizler.öyle yani...
filmin adı We'll Take Manhattan
http://www.solarmovie.so/link/play/1102701/
(seyretmek isteyenlere link)
Etiketler:
David Bailey,
görülesi filmler,
Jean Shrimpton,
New York
14 Aralık 2012 Cuma
and the Drifter proudly presents : hide my ass!
Her tür sansüre karşı kulunuz drifter'ın çeşitli mütalalar sonucunda edindiği bilgiye göre şu sıralar en güvenli web proxy budur : http://www.hidemyass.com/
bayılırım gizli kapaklı işlere...
bu da slogan olsun: PROTECT YOUR ONLINE PRIVACY EN AZINDAN!
12 Aralık 2012 Çarşamba
istanbul'u kurtarıyorum kare kare...
sokak sokak dolaşıp kalanı fotoğraflıyorum, bir tek fotoğrafları kalacak elimizde... Bugün bu kapının önünden geçtim :)
Balat - Fener
diğer fotolar fotoblogumda şu hiç itibar etmediğiniz...
(siteme bak!! :)
35 yıl önce bugün...
"Olur mu, Metin Olur mu? üzüntümüzü nasıl unuturuz başka türlü? Hem ben engin ruhluyumdur, şair tabiyatlıyımdır. Kaptırdım mı kendimi tutamam artık Sen beni rahmetli..." Birden şaşırdı fakat üç masaya sığmayan mezelere saldırmaya başladı bile... Kimin rahmetli olduğunu sormak bile aklına gelmedi... Ah rahmetli; ne kadar haklıydın, kimse kimseyi dinlemiyor dediğin zaman.
(Tutunamayanlar)
35 yıl önce bugün rahmet*li olan Oğuz Atay'ı anarken, gani gani...
'
(Tutunamayanlar)
35 yıl önce bugün rahmet*li olan Oğuz Atay'ı anarken, gani gani...
* tdk'ya göre:
rahmet
isim Arapça ra§met
|
---|
1. isim Birinin suçunu bağışlama, yarlıgama, merhamet etme "Allah rahmet eylesin." |
2. Yağmur "Kubbedeki açıktan rahmet yağar, güneş vurur." - A. H. Tanpınar |
rahmetli olmak |
---|
ölmek |
'
duyularımın dış gerçekliği kaydettiğini, buna karşılık itkilerimin hiç bir zaman duygularıma ulaşamadıklarını şaşkınlıkla keşfettim. Kapalı bir odada yaşıyordu duygularım ve ben, verilen talimata uygun olarak ve hep önceden tasarlayarak onlardan yararlanabiliyordum. Kendi gerçekliğim öylesine derinden bölünmüştü ki, onun farkına bile varamıyordum.
duyguların anılarıyla varoluyordum. Onları yeniden üretmeyi oldukça iyi bilsem de kendiliğinden ifade edemiyordum; yaşadığım sezgilsel deneyimle onun duygusal ifade edilişi arasında, bir mikrosaniye de olsa hep bir zaman farkı vardı...
(Ingmar Bergman)
duyguların anılarıyla varoluyordum. Onları yeniden üretmeyi oldukça iyi bilsem de kendiliğinden ifade edemiyordum; yaşadığım sezgilsel deneyimle onun duygusal ifade edilişi arasında, bir mikrosaniye de olsa hep bir zaman farkı vardı...
(Ingmar Bergman)
11 Aralık 2012 Salı
Flying Lotus
Flying Lotus'un yeni albümü Untill the quiet Comes.
Tiny Tortures'a çektikleri son video bomba olmuş.
David Levandowski yönetmiş;
neyse bi de bu sitede acayip fotoğraflar var gerçekten
http://timothysaccenti.com/category/work/stills/#/flying-lotuscosmogramma-pt-i
Tiny Tortures'a çektikleri son video bomba olmuş.
David Levandowski yönetmiş;
Elijah Wood'u nedendir bilmem ama çok beğenirim ben...
bir gün Küçük Prens'i çekecekler ve onu oynatacaklar diye bekliyorum.
neyse bi de bu sitede acayip fotoğraflar var gerçekten
http://timothysaccenti.com/category/work/stills/#/flying-lotuscosmogramma-pt-i
iyi bir GİF oldu mu kolalı jelibona bile dönüp bakmam!
25 sene olmuş Graphics interchange Format yani GIF icad edileli... icat tabi ne deseydim?
işte GIF kafasının tarihçesi, çok şeker!
10 Aralık 2012 Pazartesi
9 Aralık 2012 Pazar
dağılmış vaziyetteyim!
günlerdir Lautreamont okuyorum...
okumak değil de ne desem bilemedim şimdi...
şöyle şeyler:
...sanki bütün giz açmalara kapalı ve sonsuz bir gizin ezici ağırlığıyla yüklü bir yüreğin vuruşlarını önlemek istermiş gibi. Yaşamdan yorgun düşmüş, kendisine benzemeyen varlıklar arasında yürümekten utanmış, ruhunu bir umutsuzluk sarmış, bir dilenci gibi yapayalnız ilerliyor vadilere.
Yaşam için gereken şeyleri nasıl sağlıyor acaba?
O bu gözetimden kuşkulanmadan , onun yanı başında geceliyor merhametli ruhlar, ve hiç yüz çevirmiyorlar ona:
öylesine iyi! Öylesine yazgısına boyun eğmiş! Bazen duyarlı kişilerle, kendilerine eliyle dokunmadan kolayca konuşuyor ve uzak duruyor düşsel bir tehlike korkusuyla. Kendisine yalnızlığı neden eş seçtiği sorulacak olsa, gözlerini gökyüzüne doğru kaldırır ve Esirgeyici'ye olan siteminin gözyaşlarını güçlükle tutar; ama yanıtlamaz göz kapaklarının karına sabah gülünün kızıllığını yayan bu düşüncesiz soruyu. Konuşma uzarsa, kaygılanır, yaklaşan bir görünmez bir düşmanın varlığından kaçmaya çalışıyormuş gibi gözleriyle ufkun dört bir yanını tarar, eliyle çabucak vedalaşıp uyanan utancının kanatları üzerinden uzaklaşır ve ormanda yitip gider.
Onu genellikle deli sayarlar...
ya da şöyle şeyler:
...ama bir süre karşılaştırma yaptıktan sonra, gülüşümün insanların gülüşüne benzemediğini gördüm, yani gülmüyordum ben, gülüşüm yoktu benim...
...gülmeyi öğrenmek çok zor, ya da, daha doğrusu, bu yaratılış aykırılığına karşı içimde taşıdığım tiksinti duygusunun kişiliğimin en önemli niteliğini oluşturduğunu sanıyorum. Pekiala, daha çarpıcı bir şeye tanık oldum: Bir eşek yiyen incir gördüm! Ve, gene de gülmedim; içtenlikle söylüyorum, ağzımın hiç bir yanı kımıldamadı bile. Öylesine bir ağlama gereksinimi duydum ki, bir damla yaş aktı gözümden . "Doğa! Doğa!" diye haykırdım hıçkırarak, " Atmaca serçeyi parçalıyor, incir eşeği yiyorve insanı gövdeye indiriyor şerit!" Daha ileri gitmek kararı almaksızın, sinek öldürme yöntemini açıklar gibi mi konuştumacaba diye soruyorum kendime. Evet değil mi? Gergedan yok etme yönteminden söz etmedim, doğru! Bunun tersini ileri sürecek olsaydı bazı dostalrım, dinlemezdim onları, ve övgü ve dalkavukluğun iki kocaman engel olduklarını anımsardım...
birazdan da dışarı çıkıcam sırf söz verdim diye ama hiç bir sosyal fonksiyonumu yerine getiremeyeceğim diye de kaygılıyım çok!
günlerdir Lautreamont okuyorum...
okumak değil de ne desem bilemedim şimdi...
şöyle şeyler:
...sanki bütün giz açmalara kapalı ve sonsuz bir gizin ezici ağırlığıyla yüklü bir yüreğin vuruşlarını önlemek istermiş gibi. Yaşamdan yorgun düşmüş, kendisine benzemeyen varlıklar arasında yürümekten utanmış, ruhunu bir umutsuzluk sarmış, bir dilenci gibi yapayalnız ilerliyor vadilere.
Yaşam için gereken şeyleri nasıl sağlıyor acaba?
O bu gözetimden kuşkulanmadan , onun yanı başında geceliyor merhametli ruhlar, ve hiç yüz çevirmiyorlar ona:
öylesine iyi! Öylesine yazgısına boyun eğmiş! Bazen duyarlı kişilerle, kendilerine eliyle dokunmadan kolayca konuşuyor ve uzak duruyor düşsel bir tehlike korkusuyla. Kendisine yalnızlığı neden eş seçtiği sorulacak olsa, gözlerini gökyüzüne doğru kaldırır ve Esirgeyici'ye olan siteminin gözyaşlarını güçlükle tutar; ama yanıtlamaz göz kapaklarının karına sabah gülünün kızıllığını yayan bu düşüncesiz soruyu. Konuşma uzarsa, kaygılanır, yaklaşan bir görünmez bir düşmanın varlığından kaçmaya çalışıyormuş gibi gözleriyle ufkun dört bir yanını tarar, eliyle çabucak vedalaşıp uyanan utancının kanatları üzerinden uzaklaşır ve ormanda yitip gider.
Onu genellikle deli sayarlar...
ya da şöyle şeyler:
...ama bir süre karşılaştırma yaptıktan sonra, gülüşümün insanların gülüşüne benzemediğini gördüm, yani gülmüyordum ben, gülüşüm yoktu benim...
...gülmeyi öğrenmek çok zor, ya da, daha doğrusu, bu yaratılış aykırılığına karşı içimde taşıdığım tiksinti duygusunun kişiliğimin en önemli niteliğini oluşturduğunu sanıyorum. Pekiala, daha çarpıcı bir şeye tanık oldum: Bir eşek yiyen incir gördüm! Ve, gene de gülmedim; içtenlikle söylüyorum, ağzımın hiç bir yanı kımıldamadı bile. Öylesine bir ağlama gereksinimi duydum ki, bir damla yaş aktı gözümden . "Doğa! Doğa!" diye haykırdım hıçkırarak, " Atmaca serçeyi parçalıyor, incir eşeği yiyorve insanı gövdeye indiriyor şerit!" Daha ileri gitmek kararı almaksızın, sinek öldürme yöntemini açıklar gibi mi konuştumacaba diye soruyorum kendime. Evet değil mi? Gergedan yok etme yönteminden söz etmedim, doğru! Bunun tersini ileri sürecek olsaydı bazı dostalrım, dinlemezdim onları, ve övgü ve dalkavukluğun iki kocaman engel olduklarını anımsardım...
birazdan da dışarı çıkıcam sırf söz verdim diye ama hiç bir sosyal fonksiyonumu yerine getiremeyeceğim diye de kaygılıyım çok!
Etiketler:
comte de Lautreamont,
Lautreamont,
Maldoror'un Şarkıları
3 Aralık 2012 Pazartesi
2 Aralık 2012 Pazar
1 Aralık 2012 Cumartesi
30 Kasım 2012 Cuma
happening!
millet ne ortamlarda nelere şahit oluyor..
vay bee!
atkımı takayım da boynuma, Antep Maçına gideyim bari!
29 Kasım 2012 Perşembe
MARLEY; WHAT IS TO BE MUST BE
2012 yapımı MARLEY filmi, yani Bob Marley belgeseli...
nefis görüntüler var.
Marley'in ilk fotoğrafı, rastasız saçları, kendisini kabul etmeyen beyaz babasının fotoğrafı, futbol oynarken ki görüntüleri (her ne kadar gencecik ölümüne sebep olsa da ölene kadar futbol oynamış Bob Marley) vuruluşunun arkasındaki sebepler, kadınlar, çocuklar, Kingston, No Woman No Cry'da geçen Trench Town'ın o yıllara ait siyah beyaz görüntüleri...turne görüntüleri, şarkı hikayeleri, politik durumlar, Rasta Fari durumları vs. vs....
çok izlenesi bir belgesel olmuş;
full movie linki
http://www.solarmovie.eu/watch-marley-2012.html
bu da trailer:
28 Kasım 2012 Çarşamba
bu da kreatif konferans tanıtım videosu; artık nasıl uçulmuşsa...
pek bi sürreal arkadaşlar ama hepsi pırlanta...
http://offf.ws/lille/
27 Kasım 2012 Salı
26 Kasım 2012 Pazartesi
24 Kasım 2012 Cumartesi
alıntı;
"şimdi acele etmeden düşünmek istiyorum.
İnsanlığın kendinden duyduğu korkuyu seviyorum! Sadece iki yol varmış gibi geliyor ona: Suç ya da kölelik. Aslında insanlık yanılıyor sayılmaz; ama suçluda sadece suçun köleliğini görmekte üstüne yoktur.Genel olarak suç, kader, kaçınılmaz alın yazısı biçiminde ortaya çıkar. Ya kurban? Kuşkusuz; ama kurban lanetli değildir, çünkü o rastlantı sonucu yenik düşer. Alın yazısı sadece suçlu'ya isabet eder. Bu nedenle, hükümran varlık kendini bunaltan bir tutsaklıkla yükümlüdür. özgür insanların durumu gönüllü uşaklıktır.
Gülüyorum. Doğal olarak! Yüce insanlık alçak görünmekten vazgeçemeyen suçlunun istemine cevap veriyor!
...
ama lanet göründüğü gibi değildir. ve lanetlilerin inlemelerine ya da gözyaşlarına mutlulukta ayrılan yer, bir kum tanesinin gökyüzünde kapladığından fazla değil!
...
mutluluğum yatağı olmayan bir nehir gibi sonsuzca akıyor.
...
ölü gelecek, bir bıçak kadar mutlu. Ateş hoşuma gidiyor.
...
acısını duyduğum rahatsızlığın, yazının, edebiyatın üstesinden yalan söylemeden gelinemez.
Kelimelerin düzenini yöneten yasalarla Rahatsız Edici'nin anlaşılması kaleme çığlık attırır. Rahatsız Edici'nin karanlığı sayesinde yaşanan sonsuz heyecan ve mutluluktan söz ediyorum sadece...
Georges Bataille - Rahip C.
İnsanlığın kendinden duyduğu korkuyu seviyorum! Sadece iki yol varmış gibi geliyor ona: Suç ya da kölelik. Aslında insanlık yanılıyor sayılmaz; ama suçluda sadece suçun köleliğini görmekte üstüne yoktur.Genel olarak suç, kader, kaçınılmaz alın yazısı biçiminde ortaya çıkar. Ya kurban? Kuşkusuz; ama kurban lanetli değildir, çünkü o rastlantı sonucu yenik düşer. Alın yazısı sadece suçlu'ya isabet eder. Bu nedenle, hükümran varlık kendini bunaltan bir tutsaklıkla yükümlüdür. özgür insanların durumu gönüllü uşaklıktır.
Gülüyorum. Doğal olarak! Yüce insanlık alçak görünmekten vazgeçemeyen suçlunun istemine cevap veriyor!
...
ama lanet göründüğü gibi değildir. ve lanetlilerin inlemelerine ya da gözyaşlarına mutlulukta ayrılan yer, bir kum tanesinin gökyüzünde kapladığından fazla değil!
...
mutluluğum yatağı olmayan bir nehir gibi sonsuzca akıyor.
...
ölü gelecek, bir bıçak kadar mutlu. Ateş hoşuma gidiyor.
...
acısını duyduğum rahatsızlığın, yazının, edebiyatın üstesinden yalan söylemeden gelinemez.
Kelimelerin düzenini yöneten yasalarla Rahatsız Edici'nin anlaşılması kaleme çığlık attırır. Rahatsız Edici'nin karanlığı sayesinde yaşanan sonsuz heyecan ve mutluluktan söz ediyorum sadece...
Georges Bataille - Rahip C.
23 Kasım 2012 Cuma
19 Kasım 2012 Pazartesi
çok güzel pazartesi parçası ve aylaklık konusunda Kafka'yla uyuşan fikriyatımı seveyim...
önce çok güzel parça
sabah 8:49'da çekiç sesleri...
üç numara evini yaptırıyor...bana ne yaptırsın allah daha çok versin de geç yatıyorum ben onu napcaz dedim ustaya. usta yazık çok babacan adam, bir orkestra şefi maharetiyle matkapla tek vücut olmuş halde duvarı delerken orgazm yaşayan arkadaşı durdurdu. konuştuk anlaştık yarın 11de başlayacaklar çekiçli matkaplı işlere.
aylak bir insanım sonuçta hiç sinir yapmadım, hatta lafın bi yerinde ustaya "bakma iyi oldu uyandığım bi iki işimi hallederim vakitlice" dedim sanırım.
hiç de bi işim yok, bayaa bayaa yaymaca...
Kafka da şey demiş: "aylaklık bütün kötülüklerin kaynağı bütün erdemlerin tacıdır."
zlatan'ın golünü seyretti mi herkes?
seyretsin bi zahmet
işte zlatan da böyle bir insan yani. barcelona'da oynayamamış mış da falanmış da filanmış.
geçicen bunları...
manchester maçını da statta seyredicem, neyse fenerli basın bizi unuttu fırat aydınusla ufuk özerten'e sardı. dün gece bi saat lan geyiği döndü. yahu ne biçim bir taraftar kütlesidir bunlar, nasıl bir belaltı çalışmaktır, hayretle izledim...
kafka da ayrı alem, lafa bak:
"don kişot'un şanssızlığı hayal gücü değil sanço panza'dır."
Etiketler:
fener,
galatasaray,
kafka,
zlatan ibrahimoviç
18 Kasım 2012 Pazar
pazar modu; Holly kafası ve Langston Hughes
KAHKAHACILAR
Düş şarkıcıları,
öykü anlatıcılar,
Dansçılar,
gürültülü kahkahacılar
kıskıvrak ellerinde kederin
insanlarım benim
bulaşıkçılar,
asansörcüler,
barbutçular,
aşçılar,
garsonlar,
cazcılar,
dadılar,
liman hamalları,
gösteri sporcuları,
tabelacılar,
vodvil komedyenleri,
ve sirk müzisyenleri
hepsi düş şarkıcıları,
öykü anlatıcılar
insanlarım benim.
dansçılar
Hey tanrım! Ama ne dansçılar!
Şarkıcılar
Hey Tanrım! Ama neşarkıcılar!
şarkıcılar ve dansçılar,
ve kahkahacılar,
Kahkahacılar?
Evet kahkahacılar...kahkahacılar...kahkahacılar
gürültülü ağızlarıyla kahkahacılar, kıskıvrak
ellerinde kederin.
ATLIKARINCA
Bu atlıkarıncanın, bayım,
Jim Crow kısmı nerede?
Ben bilmek istiyorum da.
Aşağıda güneyde, benim geldiğim yerde
Beyazlar ve renkliler
Oturamazlar yanyana
Aşağıda güneyde, trenlerde
Hep bir Jim Crow vagonu vardır
Otobüslerde de
Arkaya oturturlar bizi
Fakat bir atlıkarıncanın
arkası olmaz;
peki siyah bir çocuğun
binebileceği at hangisi?
...
beyaz değilsin sen
geldiğin geceye geri dön!...
ve canım balık istiyor dedi.
kadın düş kitabını açtı , buldu
ve çalmaya başladı.
düş bir kokteyldir Sloppy Joe'nun yerinde
(kimse bilmiyordur belki de.)
Düş Batabano'ya uzanan yoldur
(Fakat kimseler bilmez bunu)
Belki de düşyalnızca onun yüzü
Belki gümüş dantelden bir yelpaze
Belki de bir Vedado gülü
(Quien sabe? Kim bilebilir ki?)
Langston Hughes- Özgürlük Gibi Sözcükler
Çev: Özcan Özbilge.
15 Kasım 2012 Perşembe
Depero'nun ta kendisi!
kim bu manyak sorusunun cevabı.
başlık yani.
Fortunato Depero, şu meşhur Futurist Reconstruction of the Universe (yani, Evrenin futurist yeniden inşası) Manifestosunu kaleme alan iki babadan biri. Diğeri de Ciacomo Balla.
Manifestonun başlığı okkalı da; fotolara bakınca bu deli ne manifestosu yazmış derseniz; şöyle başlıyor:
The lyrical appreciation of the universe, by means of Marinetti’s Words-in-Freedom, and Russolo’s Art of Noises, relies on plastic dynamism to provide a dynamic, simultaneous, plastic and noisy expression of universal vibration.
We Futurists, Balla and Depero, seek to realize this total fusion in order to reconstruct the universe by making it more joyful, in other words by an integral re-creation. We will give skeleton and flesh to the invisible, the impalpable, the imponderable and the imperceptible. We will find abstract equivalents for all the forms and elements of the universe, and then well will combine them according to the caprice of our inspiration, to shape plastic complexes which we will set in motion.
kabaca çevirmek gerekirse;
Futurizm hareketinin sanat ve edebiyatta tanımladığı evreni, biz futuristler Balla ve Depero, plastik sanatla somutlaştırıp; onu yani evreni daha neşeli bir yer haline getiriciiz, görünmez, elle tutulamaz, ölçülemez ve algılanamaz olana iskelet ve can vericiiz. evrendeki her tür form ve elemente abstrakt denkler bulucaaz ve plastik bileşimlere şekil verirken onları ilhamımızla harmanlayıp ... falan filan.
kabaca çeviri bu kadar olur zaten...
bu arada yıl 1915 ve bunlar sahne dekorları ve balet kostümleri üzerine çalışıyorlar.
manifestonun maddelerine geçelim:
yukarıda sözü geçen plastik komplexler şöyle olacak:
1. abstrakt
2. dinamik (sinematografik hareket+ absolut hareket)
3 aşırı transparan
4. çok renkli ve çok parlak (içine yerleştirilecek ışıkların yardımıyla)
5.otonom (yani sadece kendine benzeyen)
6. dönüştürülebilen
7.dramatik
8. uçucu
9. kokulu
10. gürültülü
11.patlayıcı
çılgın bişi yani.
sonra düşünüyolar taşınıyorlar, bi de yazdıkları manifestoyu bi baştan sona okuyolar; en sonunda oyuncak işine girmeye karar veriyorlar.
valla yalan söylemiyorum , işte aşağıda anlatıyor, yine kabaca çeviriyorum;
ne o öyle küçük trenler,arabalar, kuklalar aptal aptal, antijimnastik, tekdüze, oyuncaklar (antijimnastik ne demekse artık ama ne güzel kelime) bunlar bi çocuğu gerizekalı yerine koyuyor kardeşiiim.
oysa bizim oyuncaklarla oynayan çocuk kahkahalar atarken altına edicek, sonra oyncaa istediği gibi çekiştirip oaraya buraya fırlatabilecek, böyle hayal gücü o biçim çalışıcak, bi de bizim oyuncakla oynamış çocuğu sesi kalınlaştı mı al askere ver eline tüfee, hiç korkma rahat ol.
valla böyle diyo yani.
sonra da bu futuristler vay bize faşist damgası yapıştırdılar diye bozuluyorlar.
işte aşağıda yazıyor aynen.
THE FUTURIST TOY
In games and toys, as in all traditional manifestations, there is nothing but grotesque imitation, timidity (little trains, little carriages, puppets), immobile objects, stupid caricatures of domestic objects, antigymnastic and monotonous, fit only to cretinize and degrade a child.
With plastic complexes we will construct toys which will accustom the child:
1. TO COMPLETELY SPONTANEOUS LAUGHTER (with exaggerated and comical tricks);
2. TO MAXIMUM ELASTICITY (without resorting to the throwing of projectiles, whip cracking, pin pricks, etc.);
3. TO IMAGINATIVE IMPULSES (by using fantastic toys to be looked at through magnifying glasses, small boxes to be opened up at night to reveal pyrotechnic marvels, transforming devices, etc.);
4. TO THE INFINITE STRETCHING AND ANIMATION OF THE SENSIBILITY (in the unbounded realms of the most acute and exciting noises, smells and colours);
5. TO PHYSICAL COURAGE, TO FIGHTING AND TO WAR (with enormous dangerous and aggressive toy that will work outdoors).
2. TO MAXIMUM ELASTICITY (without resorting to the throwing of projectiles, whip cracking, pin pricks, etc.);
3. TO IMAGINATIVE IMPULSES (by using fantastic toys to be looked at through magnifying glasses, small boxes to be opened up at night to reveal pyrotechnic marvels, transforming devices, etc.);
4. TO THE INFINITE STRETCHING AND ANIMATION OF THE SENSIBILITY (in the unbounded realms of the most acute and exciting noises, smells and colours);
5. TO PHYSICAL COURAGE, TO FIGHTING AND TO WAR (with enormous dangerous and aggressive toy that will work outdoors).
13 Kasım 2012 Salı
11 Kasım 2012 Pazar
10 Kasım 2012 Cumartesi
driva man
gizli şeyler, 1908
yaptıklarımdan ve söylediklerimden
kimse tanımaya çalışmasın beni.
Bir engel vardı eylemlerimi ve yaşayışımı bozup değiştiren.
Bir engel,
ben konuşmaya başlayınca
beni susturuveren.
En belirsiz davranışlarımla
En üstü kapalı yazılarımdan-
ancak bunlardan anlayabilirler beni.
Ama belki de değmez bunca sıkıntıya,
bunca çabaya benim olduğumu anlamaya.
Gelecekte , daha kusursuz bir toplumda,
tıpkı bana benzer bir başkası
elbette çıkar ve yaşar özgürce istediği gibi.
kavafis- Cevat Çapan çevirisiyle.
Etiketler:
cayetano,
Cevat Çapan,
drifter's pick,
kavafis
ithaka
ithaka'ya doğru yola çıktığın zaman,
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne Lestrigonlardan kork,
ne Kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan.
Bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer.
Ne Lestrigonlara rastlarsın,ne Kikoloplara,
ne azgın Poseidon'a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.
Dile ki uzun sürsün yolun.
Nice yaz sabahları olsun,
eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde
önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin!
Durup Fenike'nin çarşılarında
eşi benzeri olmayan mallar al.
sedefle mercan,abanozla kehribar,
ve her türlü başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar;
nice Mısır şehirlerine uğra,
ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden.
hiç aklından çıkarma İthaka'yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın.
Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın.
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi;
sonunda kocamış biri olarak demir at adana,
yol boyunca kazandığın bunca şeyle zengin,
İthaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan.
Sana bu güzel yolculuğu verdi ithaka.
O olmasaydı, yola hiç çıkmayacaktın.
ama sana verecek birşey yok bundan başka.
Onu yoksul buluyorsan, aklanmış sanma kendini.
Geçtiğin bunca deneyden sonra
öyle bilgeleştin ki,
Artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini İthakaların.
(Kavafis- Cevat Çapan çevirisiyle)
Kavafis de tokat gibi çarpıyor yüzümüze bu gece Leyla Erbil gibi, ve yüzümüz adam oluyor...
korku kuşku içinde ,
aklımız karışık,
bakışlarımız şaşkın,
bir çıkış yolu bulmaya çabalıyoruz
kendimizi korumak için bizi tehdit eden
o korkunç tehlikeden.
ama yanılıyormuşuz,
böyle bir tehlike yokmuş bizi bekleyen;
doğru değilmiş bize gelen haberler
(ya iyi duymamışız, ya da yanlış anlamışız).
Birden, hiç beklemediğimiz bir başka felaket
hiç acımasızca çullandı üstümüze
ve hazırlıksız yakaladığı için de
sürükleyip götürüyor bizi katıp önüne.
(Kavafis - Cevat Çapan çevirisiyle)
anlatıp duruyorsun önemsiz küçük hayatını, asıl anlatmak istediğin bunlar mı,,,çocukluğundan bu yana ucu bucağı bilinmeyen bir sökük,,, her vakit geliyor sana bu zorba bilinç,,, duvar figürlerinin ilkel gölgeleri,,, o saklı şeyi o güne değinbilincin sakladığı fora edebilecek misin,,,dayanamadığın şeyi,,, nedir o şey,,, bilemediğin,,, aradığın hep,,,bir gemide olsaydın şu an,,, güvertede rüzgara karşı giden bir geminin güvertesinde denizcilerin tutkulu kaba şarkısı rüzgara karışsaydı,,, ahh açık denizler sonsuzca,,,"gözyaşlarımla kabarıyor okyanus" tuzlu su sağanağıyla yıkanan yüzün gökyüzüne dönük yıldızlarla konuşarak birden at-saydın fışırdayan sulara kendini pervanenin çevresinde köpüren beyaz maviliğe,,, yapamazsın. (Leyla Erbil- Kalan)
8 Kasım 2012 Perşembe
çok güzel cover
Katy perry'den, kendisini hiç tanımadığım halde hiç hoşlanmıyorum. O Zoey Deschanel denen kadını da , aslında pek çok konuda fevkalade yetenekli olmasına rağmen sırf katy perry'e benzediği için hiç sevmiyorum. Angus'un ablası -(ya da kardeşi ama bence ablası gibi duruyo - çünkü kalbimde angus, tüm o saçına sakalına rağmen hep küçük bi kardeş olarak kalacak-) olan bu kadını, yani Julia Stone'u sırf bu şarkıyı söylerken (ki sırf bu şarkıyı böyle söylüyor olması da yeterliydi aslında.) tam o "you'd better shape up dediği andaki yanağını şişirip suratına o süper sevimli ifadeyi -işte seyrederseniz göreceksiniz- yerleştirdiği için hayatım boyunca seveceğim.
haa bi de bu inforraphic'i buldum çok güldüm.
haa bi de bu inforraphic'i buldum çok güldüm.
Etiketler:
Angus,
drifter'ın ölüp bittiği şarkılar,
infographics,
julia stone,
seduction
ufff!!!
Nike Savvas'ın "atomic: full of love , full of wonder" adını verdiği bu (şey diyeceğim artık bu neyse muazzam bişey çünkü) şeyi çook görmek istiyorum yakından hatta tam da resimdeki kızın durduğu yerde durmak istiyorum. ve bunu yapamayacağım için de bütün gün mızmızlık yapıp somurtucam ve etrafımdakileri mutsuz edicem. öyle yani.
5 Kasım 2012 Pazartesi
2 Kasım 2012 Cuma
1 Kasım 2012 Perşembe
şahane graffiti yapmışlar şişhane'de...
Şişhane'deki otoparkın girişindeki binanın duvarının tamamını kaplayan bu şahane graffitiyi ben bugün fotoğrafladım, Eylül sonu yapmışlar, ama çok güzel olmuş. Üstelik big chefs'in karşısındaki ara sokaktaki muhteşem graffitinin akıbetine uğramayacak çünkü belediye tabelayı çakmış duvara... Amerikan Konsolosluğu ve Beyoğlu belediyesi işbirliğiyle diye yazıyor son fotoğrafın sağ alt köşesinde göreceksiniz. Keşke şehrin diğer yerlerindeki sokak resimlerine de aynı duyarlılığı gösterse belediyeler; ben biliyorum pek çoğunu duvarı kirletiyor diye boyuyorlar üzerine olur olmaz afişler yapıştırıyorlar, canım acıyor. Mesela Brezilya'lı (artık ünlü diyeceğm, konuyla ilgili olanlar adını biliyorlardır zira) ETHOS'un İstanbul'da bu duvarı boyadığıyla ilgili bir post'a denk geldim yabancı bir kültür portalında...Bu sokağın nerde olduğunu bilmiyorum, silinmeden gidip görsem diyorum ama haberde adres vermemişler tabi...allahtan resimde, yan binada satılık ilanı gözüme çarptı. Orada bir telefon numarası var, arayıp soruciim adresi...
çok güzel şiir kitabı, 'sincabın sakladığı sözcükler'
doğumda ilk viyaklama
tindeki ışığı yakar
ölümde son iç çekiş
gerçekliği anlatır.
Fakirlik hiç güzel değil,
zenginlik de öyle!
CREDO
Kabul ediyorum
daha yaşlı olduğumu
daha genç olanlardan
sanırım buna
boyun eğmek gerekiyor zamanla-
daha genç olduğumu da
kabul ediyorum
daha yaşlı olanlardan
ama sanki hep öyleydim ben
bildim bileli
bırak otursun masada o tahtakurusu
görmemiş gibi davran.
(bu da kendine yazığı şiir, bayıldım tabi ben, ayrıca kendine şiir yazan insanlara hep bayılmışımdır.)
LAUGESEN şair değildir
diye yazdılar otuz yıl önce
şimdi de
LAUGESEN oyun yazarı değildir
diye yazıyorlar
elbette hakları var
LAUGESEN hiç birşey değildir.
şair ya da oyun yazarı olmadan
Danimarka Akademisi'nin
üyesi olabildiğine göre
niçin başka bir şey olsun ki
turnayı gözünden vurmuştur LAUGESEN
işte o kadar
(hem de saçmasız fişekle
ondan başka türlüsü yok çünkü)
uslu bir delikanlı olduğu için
ancak gerekeni yapar LAUGESEN
ve dünyanın hiçbirzaman
istediği gibiolmayacağını
iyi bildiğinden
hiçbirşeyi de iplemez
görebildiğini görmüş
yapabildiğini yapmıştır çünkü
ve onun yaşındakilerin bildiği gibi
LAUGESEN de bilir ki
işemek zordur aşağıdan
kendi gömüt taşına
hele bir de LAUGESEN yazılıysa
o taşın üstünde
so what.
tindeki ışığı yakar
ölümde son iç çekiş
gerçekliği anlatır.
Fakirlik hiç güzel değil,
zenginlik de öyle!
CREDO
Kabul ediyorum
daha yaşlı olduğumu
daha genç olanlardan
sanırım buna
boyun eğmek gerekiyor zamanla-
daha genç olduğumu da
kabul ediyorum
daha yaşlı olanlardan
ama sanki hep öyleydim ben
bildim bileli
bırak otursun masada o tahtakurusu
görmemiş gibi davran.
(bu da kendine yazığı şiir, bayıldım tabi ben, ayrıca kendine şiir yazan insanlara hep bayılmışımdır.)
LAUGESEN şair değildir
diye yazdılar otuz yıl önce
şimdi de
LAUGESEN oyun yazarı değildir
diye yazıyorlar
elbette hakları var
LAUGESEN hiç birşey değildir.
şair ya da oyun yazarı olmadan
Danimarka Akademisi'nin
üyesi olabildiğine göre
niçin başka bir şey olsun ki
turnayı gözünden vurmuştur LAUGESEN
işte o kadar
(hem de saçmasız fişekle
ondan başka türlüsü yok çünkü)
uslu bir delikanlı olduğu için
ancak gerekeni yapar LAUGESEN
ve dünyanın hiçbirzaman
istediği gibiolmayacağını
iyi bildiğinden
hiçbirşeyi de iplemez
görebildiğini görmüş
yapabildiğini yapmıştır çünkü
ve onun yaşındakilerin bildiği gibi
LAUGESEN de bilir ki
işemek zordur aşağıdan
kendi gömüt taşına
hele bir de LAUGESEN yazılıysa
o taşın üstünde
so what.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)