24 Kasım 2019 Pazar

ROMANTIK MARATON # 1 PATERSON

Genelde esas oğlan esas kızla kaderin cilveli kafalarında, çeşitli badireler atlataraktan, mutlu son güzergahına saptığında film biter malum.  Romantik filmin olayı nedir arkadaşlar? Kadınla adam kavuştuğunda yani 'gerçek aşk’ ya da bize 'gerçek olduğu yutturulmaya çalışılan aşk' vuku bulduğunda bi yutkunmak, bi oh çekmek ve özellikle de bir kaç, gün, ay, yıl vs sonrasını düşünmemektir.

Bu sebepten mütevellit Paterson bildiğiniz romantik filmlerden değil.
Ama izlediğim, 'kelimenin tam anlamıyla en romantik' filmlerden biri.

kelimenin tam anlamı:


romantik
sıfat
  1. 1. 
    davranışlarında duyguların, düşlerin ve coşkuların aşırı biçimde etkisi bulunan (kimse).
  2. 2. 
    gerçekçi olmayan, düşçü (kimse, görüş).



karakterlerimiz; yani esas oğlan (Adam Driver) ve esas kız (Golshifteh Farahani) gerçek aşk boyutuna film başlamadan epey bi önce geçmiş; orada öylece kalmış, kendilerine sıradan ve ötekilere (biz izleyicilere) son derece tuhaf görünen gündelik yaşamlarına devam etmektedirler.


Esas oğlan New Jersey eyaletinin Paterson kasabasında (bu arada Türklerin de en yoğun olarak yaşadığı Amerikan kasabasıdır ama filmde ne hikmetse bir tekine bile rastlayamadık) otobüs şoförüdür. Bildiğin Otobüs Şoförü. Kendi ismi de kasabanın ismi gibi Paterson’dur. Aslında yüzüne baktığınızda bazen 16-17 yaşlarında bir oğlan çocuğuna bakıyormuşsunuz hissi yaratan bu uzun genç adam,  aynı kasabadan çıkmış meşhur şair William Carlos Williams hayranıdır; tıpkı onun gibi kimisine 'insan kibrit kutusuna şiir yazar mı canım?' dedirten cinsten şiirler yazmaktadır ve içten içe kendini onunla özdeşleştirmektedir. (O konuya sonra değineceğim)

Güzeller güzeli Iran asıllı karısı Laura ise... onu nasıl tarif edeyim bilemedim bir an!
Yani etrafınızda öyle biri olsa, hipnotize olur işi gücü bırakır onu seyredersiniz; o derece ilginç bir kişilik.
Monokrom takıntısından evdeki bütün nesneleri (kendi kıyafetleri ve yiyecekler de dahil) siyah ya da beyaza bazen her ikisine de boyayan, her gün dekorasyon değiştiren, en büyük hayali siyah beyaz cupcakeler pişirip onları sataraktan zengin olmak ile; internette reklamını görüp vurulduğu siyah beyaz harlequin gitarını çalmayı öğrenip ünlü bir country şarkıcısı olmak arasında gidip gelen bir kadın düşünün.

şöyle ki:




gelelim filmin cupidine yani Jim Jarmusch’a... Bence yaşadığımız çağın ilginç yönetmenlerinden biri. şanslıyız yani. Guardian’da çıkan bir review’da onun için şöyle diyordu yazar;

As a film-maker, Jarmusch likes to make movies about the world’s little details; about drifters and seekers and the rambling detours that add up to a life. (ny times)

belki de ondan pek seviyorumdur :D

Mevzumuz aşk olduğuna göre, onun aşka bakışından bahsedelim.
Soru: Aşkın gözü astiğmat mıdır? kör müdür?
bilemiyorum da;
Jim jarmusch bayağı şaşı bakıyor kanımca.

'aşk ve hayranlık birbirini besleyen hisler, bu konuda bir anlaşalım' diyor jarmusch.
'zaman kısıtlamamız yok tadını çıkarın' diye ekliyor. Romantikliği buradan geliyor.

'Kız öyle güzel uyuyor ve sabahları yarı uyur yarı uyanık sayıklarken öyle çıplak oluyor ki, akşam yemek diye önüme çamurdan cupcake getirse yerim.’
veya
'oğlan öyle sevecen ve öyle hayran ve öyle uzun ve dünyaya öyle yavru köpek gibi bakıyor ki; tüm dünya bir gün onun yazdıklarını okumalı ve ben de onun ilham perisi olduğum icin dünyanın en mutlu, en mühim kadını olmalıyım.’

Çok tatlılar çok.

onlar bu kafalarda takılırken, bu saçmalığa bizim (seyirci) gibi ağzı sulanarak bakmayan tek karakter (herhalde dünyanın en kafası bozuk köpeği odur) Marvin. 


bu arada Palm D’Or’da Adam Driver’la birlikte ödül almış. 'Palm Dog’ unvanına sahip.

///

filmde başka ilişkilere de tanık oluyoruz ki, her aşık şanslı olacak diye bir şey yok tabi.

misal 
Everett ve Marie’nin  hikayesi.




Bu da enteresan bir bakış açısı değil mi?
Bu noktada yine Barthes’den alıntı yapmak istiyorum.

‘Aşık olduğum için deliyim, bunu söyleyebildiğim için de değilim, imgemi ikilerim; kendi gözümde çılgın (sabuklamamı bilirim), başkasının gözünde yalnızca mantıksızım.' 

Biraz da şiirden bahsedelim.
Jarmusch William Carlos Williams’i neden gözümüze gözümüze sokuyor?

Mithad Selim yazının bundan sonraki kısmını okusun diye :b (Bugün yazdığı 'no story’ başlıklı şahane öyküsü’nü siz de okuyun neden bahsettiğimi anlayacaksınız. )

William Carlos Williams aslında bugün St. Mary’s General Hospital olarak bilinen hastanede ölene kadar doktorluk yapmış bir Pediatrist (neyse sulandırmayalım).   Biyografi yazarı Linda Wagner soyle yazmış onun hakkında:
yazar olmak için, pediyatrist olmak için çalıştığından daha fazla çalıştı.
çünkü
yazmak onun için bir
'equipment for living, a necessary guide amid the bewilderments of life’ tı

(yaşamın şaşırtıcılığı/hayret uyandırıcılığıyla karşı karşıya kaldığında ihtiyac duyduğu hayatta kalma teçhizatı gibiydi yazmak onun icin.)

Herkese keyifli seyirler.

23 Kasım 2019 Cumartesi

ROMANTİK BİRAZ DA MELANKOLİK KASIM!

Romantik Filmler seyrediyor muyuz?


Kasım’ın sonuna geldik ama yetiştim maratona merak etmeyin. Bu arada Sibel liderliğinde maratona katılan tüm  bloggerlara selam olsun. Seçkiler bomba 👌

Sibel’in sayfasından maratona katılacağımı söylediğimde aklımda olan listeden bir iki filmi çıkarttım. Tekrara düşmeyelim diye. Bunlardan biri, Me and you and Everyone We Know’du.  Sibel yazacak, bekliyorum, ben de keyifle yorum yapacağım; çok çok severim çünkü o filmi. :D

Music from Another Room’u Devrik Cümleler’in listesinde gördüm.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind, Adadenizi’nde;
Çikolata Sule Uzundere’nin sayfasında
Jules et Jim ve In the Mood for Love Kitap Kuşu’nda.
Love me if you Dare Perili Ev'de;
Notebook Periodic Library'de...


Hazırsanız
Kendi Listemi açıklıyorum o zaman :

maraton için 2 kısa film seçtim önden!

ilki  Hotel Chevalier;


Ah O Wes Anderson yok mu? afedersiniz ama tam bir piç kurusu. Bu kısa film’le  özlemi, yoksunluğu, kalp kırıklığını, korkuyu, kaygıyı, iradesizliği, tutkuyu, arzuyu, affetmeyi, şevkati, intimacy ve bağımlılığı, delirmeyi, unutmayı, ızdırabı, oluşu, olamayışı, dolayısıyla aşkı 12 dakikada anlatıyor. Onun için seçtim.

Filmde yaşanan kesit aslında 2007’de çektiği Darjeeling Limited filmindeki karakterlerden biri olan küçük kardeş Jake’in acılı aşk hikayesi. (Bu arada Darjeeling Limited (Küs Kardeşler) filmini seyretmediyseniz şiddetle tavsiye ederim. Owen Wilson, Adrien Brody ve Jason Schwartzman birbirinden kopuk üç kardeşi canlandırıyorlar. Oyunculuk muhteşem, mekanlar muhteşem, hikaye fena, dışavurum enteresan.  Neyse konumuz o değil. Sulandırmayalım. )

Evet tuhaflar ötesi bir tip olan Jake (Jason Schwartzman) ve  asıl filmde adı geçmeyen ve filmin sonunda çok dikkatli seyircinin tek bir karede görüp çakozlayabileceği canım Natalie Portman’ın hayat verdigi nev-i şahsına münhasır ve de esrarengiz kadının melankolik aşk hikayesi.

melankolinin mekanı, rengi, kokusu, müziği ve nesneleri?
filmi seyrederken bunlara dikkat etmenizi tavsiye ederim. O zaman Wes Anderson’a neden piç kurusu dediğimi anlayacak ve bana hak vereceksiniz sanırım.

Filmin Türkçe altyazılı linki ( https://www.youtube.com/watch?v=L5bzFCxIkKA)
Görüntü kalitesi biraz daha iyi olan orijinal versiyonu
https://www.dailymotion.com/video/x2tyzu3



filmin en can yakıcı iki repliği

Natalie: What ever happens, man, I don't wanna lose you as my friend.
jake: I promise, I will never be your friend.

////

Natalie: I never hurt you on purpose.
Jake: I don't care.



ikinci kısa filmimiz Baggage

Yönetmenimiz Ivan Kander aşk ve aşkın vazgeçilmezi olan kalp kırıklığı konusunda çok çok mühim bir noktaya temas ediyor bu kısacık filminde. Kendisini çok tebrik ediyor, - bir demet papatya bulsam yolliycam o derece- bir alıntıyla sizi filmi izlemeye davet ediyorum.

Alıntımız aşk ve edebiyat uzerine yazılmış gelmiş geçmiş en mühim kitaplardan biri olan Bir Aşk Söyleminden Parçalar yani A lover’s discourse’dan....
Canımın içi Roland Barthes şöyle diyor sayfa 95 Hayalet Gemi başlığıyla....

Aşk Nasıl Biter? -Ne biter mi ki?
Gerçekte , hiç kimse -ötekiler dışında hiç kimse- hiç birşey bilmez bu konuda : bir tur günahsızlık, bu sonsuzluğa göre tasarlanmış , kesinlenmiş, yaşanmış şeyin sonunu gizler. Sevilen nesne ne olursa olsun, ister silinsin ister dostluk bölgesine geçsin, onun ortadan silindiğini görmem:
bitmiş aşk artık ışıldamayan bir uzay gemisi gibi bir başka dünyaya doğru uzaklaşır: sevilen çın çın çınlıyordu; işte birden bir boğuklaşıvermiştir. (öteki hiç bir zaman beklendiği zaman ve beklendiği gibi silinmez.)


Baggage: a short romantic comedy from Ivan Kander on Vimeo.

film için link burada:
https://vimeo.com/46688487



Geçelim uzun metrajlı filmlere: Bu liste için ince eledim sık dokudum. Çok düşündüm ve en son bu 7’de karar kıldım. Genelde bu blogda film yorumunu kısa tutuyorum ama bu maraton için bir prensibi bozup her biri için eni konu film yorumu yazacağım inşallah.  Sıkı durun!!!

1.  Patterson
2.  Breakfast at Tiffany”s
3.  Brief Encounter
4.  Time Crimes
5.  Tony Takitani
6.  Wrist Cutters
7.  GREASE



14 Kasım 2019 Perşembe

ANCAK ABSURDE YELTENEN İMKANSIZIN HAKKINDAN GELİR.

John Biden’in oğlu ukrayna’da ne haltlar karıştırmış falan... bize neyse? Bugünlerde gündem bu ya: illa merak edicek drifter!
Donald Duck amcanın impeachment mevzusu...
Biraz gerçek fox biraz gerçek Cnn izliyorum,  tuhaf tuhaf şeyler fark ettim bu iki kanal arasında. Bir kere Fox alenen Trump’çi, Cnn açık muhalif o kesin.
Reklamlar çok enteresan geldi bana.
Mesela CNN’de dikkat çekici sayıda zenginlere yönelik sağlık hizmeti, tedavi, özel klinik filan reklamı var. Zor hastalıklar için özel tedavi reklamının televizyon kanalında yayınlanması aslında biraz sinir bozucu ve tahrik edici. Yani düşünsenize; adam mesela hasta; veya ailesinden biri hasta. ama dar gelirli ve tedavisini sigortadan karşılamak zorunda ve o özel klinikte yatamıyor, o tedaviyi alamıyor ancak standart tedavi uygulanıyor o da iyileştireceksin mi belli degil filan. Televizyonda gördükçe adamın gece gece siniri bozulmaz mı?  öbür kanalda da tam tersine mide sancısı hapı reklamı var. Gece hamburgere yüklenip midesi gaz yapmış dar gelirli Trump taraftarı adam için herhalde... Amerika kopmuş gidiyor yani... Impeachment hadisesinde henüz bir malumat edinemedim işi sulandırdıkça sulandırıyor demokratlar. Impeachment kelimesinin icindeki şeftaliden olsa gerek. Aksam kuşağı yorum programında Nagehan’ın amerika versiyonu olan kadının saçının balyajı nefisti yalnız hakkını vermem lazım.


neyse onu bunu bırakın da cumartesi çok güzel müzeye gittim onu anlatıcam.
M.C. Escher (böyle yazınca da rapçi ismi gibi oldu, komik oldu.)

hani elin kendini çizdiği karakalem resim vardır ya... İste onu çizen grafik dizayncıların ilahi kabul edilen Escher.



Müze Den Haag’da 'Inci küpeli kız'ın sergilendiği Mauritshuis müzesine 150 m uzaklıkta. Herkes Vermeer görmek icin Mauritshuis’a hücum ediyor ama bence, bu müzeyi kaçırıyorlar. Müthiş bir deneyim inanın. Escher’in ağaç uzerine oyduğu detaylar, litografiler inanılır gibi değil  insan işi değil. en azından normal insan işi değil bildiğin deli işi.

mesela woodcut çalışmalarından ikisi:






ama asıl infiniti takıntısı meşhur!





sonsuz merdivenler, merdivenden inip sonsuzluğa karışan insancıklar.
80’lerin bilgisayar oyunu grafiklerine ilham olduğu açıkça görülüyor.

ve bir de denizle gökyüzünün birbirine karıştığı; dolayısıyla balıklarla kuşların içiçe geçtiği, gerçeküstücüsülerle muhabbet eden, 'lucht en water’i var.


 Daliyle kapışacak işleri de var, misal:



Biraz da kendisinden bahsedeyim müzenin girişindeki hediyelik eşyacıda bir kitabi karıştırdım azıcık. 
birkere tipik Hollandalılardan bir takım farklılıklar gösteriyor kişiliği,  onu söylemeliyim. 
enteresanlık çocukluğundan başlıyor. Ufakken hastalanıyor.  1900’lerin başı. Özel eğitim alacağı bir okula gönderiliyor. Ama notlar berbat,  matematik geometri nanay. bi resim super. sınıfta da kalıyor. bundan bisey olmayacak herhalde deyip marangozun yanına çırak veriyorlar. Yaa kader iste ağaç oymaya orada öğreniyor. Ama ne oymak.
1920’de Amsterdam yakınlarında Haarlem’de Mimari ve dekoratif Sanatlar okulu’na kaydoluyor. Orada çizim ve ahşap isleri filan öğreniyor. 
zaten 1920’ler sanatın bir takim kavşaklara geldigi: virajlar aldığı yıllar.   

Aklı dışarda, daha dogrusu güneylerde. Akdeniz’de... excursion modasına kaptırıyor kendisini. Hanimi da alıp Italya’ya uzuyorlar.  Zaten litografların yüzde 90’ında italyan ve ispanyol hatta daha spesifik olarak endulus etkisi var en ince ayrintisina kadar amalfi’yi oymuş falan. 


gelelim sanat camiası tarafından biraz üvey evlat muamelesi görmesi;  görmezden gelinmesi mevzuuna:
onun perspektif oyunlarını sevmiyorlar, simetriyle asimetriyi bir arada kullanışını, ayna icinde ayna obsesyonunu, dışbükey görüşlerini...
biraz ağar kaçtığını düşünüyorlar butun bu matematikselliğin sanata. 
hatta şöyle bir cümleyle ifade ediliyor bu burun kıvırış:

his works have been thought too intellectual and insufficiently lyrical. 

 fazla entellektüel ve şiirselliği (lyrical’dan bahsettiği şiirsellik olsa gerek)yetersiz!!!




neyse Italya’da Mussolini donemi ve faşist düzen belli bir noktadan sonra sanatında grafiğinde olan etliye sütlüye karışmayan allahın Hollandalısı bir insani bile hayatından bezdirdiğinde (9 yaşındaki olguna Ballilla denilen faşist bir organizasyonun üniformasıni giydirmeye kalkınca okul yönetimi) 'hadi hanim toparlan’ diyerekten Hollanda’ya geri donuyor. 

hiç para sikintisi çekmemişler fayans işi yapmış ünlü köşklere filan. 






Müzede kendisinin ve ailesinin fotoğrafları da vardı. Ince adammış ağzından sigarası da hemen hemen hiç düşmüyor.


 bir de ‘demiş ki’ yapayım size son olarak.

Only those who attempt the absurd will achieve the impossible. I think it's in my basement... let me go upstairs and check.


ANCAK ABSURDE YELTENEN IMKANSIZI BASARIR. SANIRIM BODRUMUMDA OLACAK,  BEKLEYIN BI ÜST KATA BAKIP GELEYIM.