8 Eylül 2017 Cuma

Budapeşte'de pal sokağını bulamamak!!!

"...
Arsa...Ey dağlarda ovalarda yaşayan, bir adımda ucu bucağı görünmez tarlalara ulaşabilen güçlü, kuvvetli, sağlıklı çocuklar! siz ki, güzelim mavi göğün altında yaşamaya, sonsuz uzaklıklara alışkınsınız. siz ki, koca apartman blokları arasında sıkışık yaşamak zorunda değilsiniz. Büyük kent çocuğu için boş bir arsa ne demektir bilebilir misiniz? o çocuklar için arsa, ova demek, kır demek, bozkır demektir. çürük tahta perdelerle , göklere yükselen apartmanlarla sınırlanmış küçücük bir toprak parçası, o çocuklar için sonsuzluk ve özgürlük demektir. Pal sokağındaki o arsada bugün dört katlı bir apartman yükselmektedir. O arsa vaktiyle bir sürü çocuk için mutluluk demekti. Bu gerçeği arsanın üzerine dikilmiş apartmandaki kiracıların bir teki bile bilmiyordur."
Pal Sokağı Çocukları / Ferenc Molnar




Budapeşte insanda tuhaf tuhaf hisler uyandıran bir şehir... Bi kere insanı hayran bırakan yapılar var. Tuna'dan katla zarfın içine koy gönder. Ama bi yandan da bi keşmekeşlik; bi çatı katı kokusu. Bi seksenlerin istanbulu hissi.
 Her ne kadar kapitalizmin pençesine düştüğü ayan beyan görünse de hep bi kalmışlık var şehirde; Habsburg'dan kalmışlık, Osmanlıdan kalmışlık, komünizmden kalmışlık...



Çok yağmur yağdı o gün çok. Hani şu istanbul'daki yağmurdan...  Ama yağmurda da bi başka hisli Budapeşte.



Aradım ama Pal sokağını bulamadım. O da başka sefere kalsın. 


Hiç bina üstüne aslımış dev ağrı kesici reklamı görmüşmüydünüz?
Bence günümüzün gerçeği işte tam da bu fotoğraf.

çare: cataflam!



Sıla yolunda Budapeşte'de durmanın bir avantajı bir dezavantajı var. Dezavantaj görülecek çok şey var; küçük bir şehir değil; oysa kısıtlı zamanınız olduğu için aklınız Budapeşte'de kalıyor.  
avantaj ise merkezde çok fazla termal ve spa otel var; fiyatlar akıl mantık çerçevesinde; hiç bir yerini gezememiş olsanız bile bi termal; bi masajla yeniden doğmuş gibi, 'gene gelecek ben' deyip, yola devam edebiliyorsunuz..

ama dikkat! spa mpa derken mayışıp otelde kalırsanız geceyi kaçırırsınız; çok üzülürsünüz. Aslanlı köprü ve sarayların gece ışıklandırması gerçekten büyüleyici...







2 Eylül 2017 Cumartesi

sıla yolunda 3. gün Viyana

Orman; kır, dağ, bayır derken hala memlekete pek yaklaşamamış olmanın da verdiği vicdan azabıyla viyana'da durmamak bir seçenek olabilir. Altmühtal -Viyana arası 502 km. Altmühtal-Budapeşte arası 752 km.
Ama Viyana'da bi durmak, Türklüğün şanındandır onu da belirteyim. 

Arabada yol playlistinden şişince, yol podcasti açılır. 
en sevdiğim 'Melvyn Bragg In Our Time'  
Sırdaki podcast ; The Siege of Vienna 
ahahahaha!


Öncelikle söylemeliyim ki;
Hollanda'dan yola çıkıp üç günde Avusturya'ya giremeyen Türk evladı açtır!  Kesin bilgi! 

Şinitzel hususunda ara not;
viyana usulu şinitzel hayalleriyle tripadvisor'ı açarsanız karşınıza adı batasıca Figlmueller Restaurant çıkar. 
Çok da şeytmeyin. 
ben o yorumları yazanların hepsinin de gerçekten restorana girebildiğini sanmıyorum. 

en nefret ettiğim şey insanların tabldot kuyruğu bekler gibi girmek için kapısında kuyruk olduğu restoranlardır. 

Zaten öyle atla deve bi yemek de değil; altı üstü una bulanarak kızartılan et yani...arasına eritme peynir koyunca da cordon bleu oluyor. yani illa şnitzel yiyecekseniz herhangi bir lokal restoran da yapar bişey koyar önünüze. Dikkat! Bazı restoranlar domuz etinden veya tavuk etinden yapıyorlar çok lezzetli olmuyor. geleneksel olanı 'veal escalope'dur. Menüde yazması gerekir ama gelince garsonla teyit etmekte fayda var.

amaan ne fena!! gurme yazısı gibi oldu!

neyse başka şeylerden bahsedeceğim;

sıla yolunda en mühim şey konaklama!
günde en az 700 km yapılacağı için gece iyi uyku; sağlam dinlenmek şart aksi halde Türkiye'ye zor varılıyor hatta insanın yarı yoldan dönesi geliyor.  Tecrübeyle sabit. Her atraksiyona atlamamak lazım. Bundan mütevellit merkezin dışında seçilen oteller hem fiyat performansta daha avantajlı oluyor hem de daha sakin oluyor. üstelik Viyana'ya bile tepeden bakabiliyor insan. 
misal;



bi' de böyle otelin hemen önünde halka açık kırlık alan olunca insanın yayılmacı ruhu içinden taşıyor; şehir merkezine filan inesi gelmiyor. (Zaten çok da bayıldığım bi şehir merkezi değil yani)


ayrıca şu dolunay manzarası bırakılıp gidilir mi?






size viyanayla ilgili çok acayip şeyler anlatıcam şimdi; 

 'wiener reisenrad' denilen tarihi bir dönmedolap var Viyana'da. 1897 yılında Imparator 1. Franz Joseph'in jubilesi hasebiyle yapılmış. Ilk yapıldığında epey bi ilgi odağı olmuş; sonra öyle kendi kendine dönmeye başlamış. Taa ki; Marie Kindl adında bir kadın kabinlerden birinin dışına kendini asana kadar... uuuuu ürpertici... Fakirliğine dikkat çekmek için yaptığı söyleniyormuş halk arasında. 




Şu kar küreleri var ya; onu icad eden avusturyalı Erwin Perzy aslında ameliyat aletleri tasarlayan bir mucitmiş ve ameliyathanede kullanılmak üzere biraz daha fazla aydınlatan ampul yapmaya çalışıyormuş. Fikri de kunduracılardan afırtmış çünkü ayakkabıcılar mumun daha geniş bir alanı aydınlatması için etrafına su dolu cam bir fanus koyarlarmış. Eski çağlardan beri uygulanan bir yöntemmiş bu... Bizim Erwin Perzy daha parlak ışık yayan ampulu kotaramamış ama kürenin içine kar yağdırmayı başarmış. Patentini alıp sülalesine yetecek kadar paranın da gözüne vurmuş. Bi daa da ameliyathanenin önünden geçmemiş falan... 

bir diğer viyana icadı da hani şu Seinfeld'in meşhur ettiği pez var ya... o işte!  ne saçma değil mi? 
en az kendisi kadar hahaha!


 şu hani "wienerwald" tavukçusu var ya. O aslında 2000 tür bitki ve 150 kuş çeşidini barındıran Viyana Ormanları yani Wienna Woods'un almancası. 

Peki Mozart'ın hayatını anlatan oscarlı 1984 yapımı Amadeus niye Viyana yerine Çek Cumhuriyetinde çekilmiş biliyor musunuz? 
Miloş Forman Viyana caddeleri için " bune bea ;her yer butik, asfalt, çelik, plastik, camdan geçilmiyor; ayrıca çok pahalı..." demiş. Bunu ingilizce demiş ama ben de aynı Fenerli Samet kadar çevirdim yani...  

Mozart demişken müzikten bahsetmeden olmaz. Viyana Filarmoni temmuz- ağustos kapalı ama şehirde konserler balolar olmuyor değil yazın... bakmak lazım. 
Viyana'da daha makul bir zamanda , daha programlı ve uzun kalırsam izlemek istediğim bir şey var;
Vienna Boy's Choir. Koronun kökleri 1500'lere dayanıyor. Mozart'ın koroyla çalıştığı;  Schubert'in de bizzat üyesi olduğu biliniyor. 
Bugün Viyana Boys Choir çatısında 4 koro varmış. 10-14 yaş aralığında 100 çocuk. Bugün yabancı ülkelerden de koroya alıyorlar ama eskiden sadece Viyana'dan seçiliyormuş. yılda 300 performansa çıkıyorlar birine dek gelmek lazım. 

Viyana'da doğmuş büyümüş yazarlardan en sevdiğim Stefan Zweig: 

" İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür,. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız... Yalnız... "

Sıla yolunda 4. gün Budapeşte!!!

29 Ağustos 2017 Salı

ÜÇ ORMAN

 Not: sıla yolu dediysek;  bu işin normali Hollanda'dan max 3; Almanya'dan 2 günde Türkiye sınırına ulaşmaktır. Benim yazacağım güzergah hakkaten işin bokunu çıkartmaktır. Hayır yola çıkacak bir gurbetçi okur da, denemeye kalkar; sonra küftermesin diye baştan uyarıyorum!  o arkadaşlar için şu site var; gerçek sıla yolu:  https://silayolu.com/

anlaştıysak başlıyorum!

Amsterdam'dan yola çıktıktan 260 km sonra ilk mola... (8'de çıkarsan 11 civarı oradasın!)


ilk orman Königsforst ; Köln yakınlarında 2500 hektarlık bir orman! 

2000'lerin başlarında ambient tekno bir albüm çıkmıştı. Gas Project - Königsforst ; o zamanlar dj berk doan diye bi arkadaş vardı; uniqe'de çalardı ara sıra. (vardı öyle bi güzide mekan pera!da) bu plağı onda görmüşlüğüm var... dinliyoduk o dönemler böyle şeyleri naapcan işte; alla' şaşırtmasın...



neyse diyeceğim o ki; albüme ismini veren orman bu orman; Gas project denilen arkadaşlar bu ormanda LSD'leri çakıp çakıp; o şekil takılıyorlarmış(tı) demek ki...

oysa ben
 şezlongumu açıp deriiin nefesler alıyorum!
ağaçların nereye uzandığını görmek için başımı kaldırıyorum göğe doğru; başım dönüyor. 
kafalar değil ağaçlar yüksek!



Hollanda ve Almanya'da park/ orman gezmeye kalkışacaksanız;
essentials(!):  çakmak kablolu araba buzluğu/soğutucusu 
çakmak kablolu ketıl + türk kahvesi 

- neden?
- tesis yok! (ticari zekaları bizimki kadar gelişmemişse demek ki!!!) ondan mütevellit taşıycan yanında suyunu, kahveni, meşrubatını...

bu noktada hemen uyarasım geldi; çeşit çeşit araba buzluğu var piyasada. 25-30 litrelikleri filan var amman kanmayın; büyüğüne kaçmayın; bende 6 litreliği var; o bile zor soğutuyor. 12v çakmak girişiyle buzdolabı mı çalışır değil mi?  

bölgede şirin şirin butik oteller var, bir iki camping var; 2 de gurme restoran var. 
kalınır aslında bi gece ama yolcu yolunda gerek!

2. durak Kara Orman /Schwarzwald
381 km güney batıya...
- neden?
-e namı büyük kara ormanı görmeyelim mi? hepi topu 3.5 saat uzatçaz yolu.
bu arada Almanya'da gerçekten hız tahdidi mevhumu; complicated!
kamyona tıra 150; arabaya 200 gibi... 
bas basabildiğince...
- ne bascam yaa sağ şerit çok güzel!!

Kara Orman diyorduk değil mi?
Fıransa sınırına doğru wikipedi yaklaşık 12000 km2 olduğunu söylüyor...Bi-raz orman yani...
 Orman -Dağ karışımı dillere destan bölge...
Ren Nehri ve Tuna Nehrinin kaynağı burada; nesli tükenmekte olan Türklüğün simgesi bozkurtlar burada!!! (bunlar hep wikipedi)

Bu avrupalılar böyle arkadaş... ağaç kesme kültürleri gelişmemiş. Her yer orman!

oysa biz öyle miyiz?

şarkısı bile var;
Sen ne güzel bulursun kessen anadoluyu
dertlerden kurtulursun kessen anadoluyu...
di mi?

neyyse; kara ormanda hava kararınca konaklama seçeneklerini düşünmek lazım bölgede ikibin küsur tesis var ama favorim bu site http://www.schwarzwaldplus.de 



ertesi gün için önerim ; Feldberg zirvesi yaklaşık 1500 m. 
Felberg'de çeşitli yürüyüş parkurları var; Alpine path dedikleri parkur mesela üç buçuk kilometre. 
biraz kayaları aşmacalı filan ama orman ne güzel ne güzel!




3. Orman Altmühtal

230 km doğuya

(Biraz zig zag oldu ama rüzgar karşıdan esince napıcan?)

artık güzergahı Tuna Nehri çiziyor. Tuna nereye drifter oraya...


  
yaklaşık 3000 kmlik doğal park alanı Bavaria Eyaletinin Altmühtal ormanı. Hava hala 18 derece; oksijen çarpması diye bişey var! 


orman Ingolstadt şehrinin hemen kuzeyinde kalıyor. 
meşhuur Ingolstadt buraymış demek!!!

ingolstadt diyince bi an çıkaraamışsınızdır belki amma bu minnacık Bavaria şehrinin boyundan büyük işler döndürmüşlüğü var!
illuminati burada kurulmuş biir;(18. yy)
Mary Shelly'nin Frankenstein romanının geçtiği mekan burasıdır ikiii...

zaten bu ikisi yeter bence!


Biz ormanda kalalım!
Herman Hesse okuyalım biraz mesela;  Bäume. Betrachtungen und Gedichte' sinden...
şöyle diyor...

"...Tepelerinde dünyanın uğultusunu duyarlar, kökleri ise sonsuzluktadır; ama onların içinde kendilerini yitirmezler, tam tersine, yaşamlarının tüm gücüyle yalnızca, bir tek şey için çaba gösterirler: Kendi içlerinde var olan yasaları gerçekleştirmek, kendilerini yansıtmak. Güzel ye güçlü bir ağaçtan daha kutsal, daha yetkin bir şey olamaz.
Bir ağaç kesildigi zaman, ölümüne yol açan çıplak yarasını güneşe tuttuğunda, gövdesi ve mezar taşının aydınlık halkalarında onun tüm öyküsünü okumak mümkündür: yaş halkalarında ve budaklarında, tüm savaşımı, tüm acıları, tüm hastalıkları, tüm mutluluk ve gelişimi harfi harfine yazılıdır verimsiz yıllar, bereketli yıllar, atlatılan saldırılar, uzun süren fırtınalar, hepsi! Ve her köylü çocuğu, en sert ve en soylu odunun, en dar halkalısı olduğunu, dağların yüksek yerlerinde, süregelen tehlikeler içinde en kuvvetli, en güzel, en sağlam ve en yetkin ağaçların yetiştiğini bilir.
Ağaçlar kutsal varlıklardır. Onlarla konuşmasını, onları işitmesini bilen, gerçeği de yakalar. Onlar öğretiler ya da hazır reçeteler öğütlemezler, onlar bireyi dikkate almadan, yaşamın en eski yasasını vaaz ederler. Bir ağaç şöyle diyor: İçimde bir öz, bir kıvılcım, bir düşünce saklı, ben ölümsüz yaşamın yaşamıyım. Ölümsüz doğa ananın, benimle gerçekleştirmeyi göze aldığı deneyim ve oğul verme çabasının eşi benzeri yoktur. Benim kalıbım ve derimin damarlarının da eşi benzeri yok, doruğumdaki en küçük yaprak oyunu ve kabuğumdaki en küçük yara bile benzersiz. Görevim, böylesine belirgin olan bu benzersizlikte sonsuzu yaratmak ve göstermektir.
Bir ağaç şöyle diyor: Gücüm güvenden gelir. Babalarımı bilmiyorum, her yıl benden doğan binlerce çocuğumu da tanımıyorum. Tohumlarımın gizini sonsuza dek taşıyacağım, tek düşüncem bu. Tanrı'nın içimde olduğuna güveniyorum. Görevimin kutsallığına güveniyorum. Bu güvenle yaşıyorum.
Üzgün olduğumuzda ve yaşama katlanamadığımız zamanlarda bir ağaç bize şunu diyebilir: Sessiz ol! Sakin ol! Bana bak! Yaşam kolay değil, yaşam zor da değil! Bunlar çocukça düşünceler. Tanrı'yı konuştur içinde, o zaman onlar susarlar. Yolun, seni annen ve yurdundan ayırdığında korku duyarsın. Ama her adımın ve her günün seni yeniden annene götürüyor. Yurdun orası ya da burası değil. Yurt senin içinde ya da hiç bir yerde.
Akşamları rüzgârda hışırdayan ağaçları duyduğumda, yüreğim yolculuk tutkusuyla dolar yeniden. Uzun süre sessizce dinlendiğimde, yolculuk tutkusunun özü ve anlamı ışığa çıkar. Bu, sanıldığı gibi acılardan kaçış isteği demek değildir. Bu, yurda, Doğa ananın belleğine, yaşamın yeni meselelerine olan özlemdir. Bu, eve götürür insanı. Her yol eve çıkar, her adım yeni bir doğuştur, her adım ölümdür, her mezar doğa anadır.
Biz çocuksu düşüncelerimizden korktuğumuzda, hışırdar ağaç orada akşamları. Nasıl bizden uzun yaşıyorlarsa, öylesine uzun düşünceleri vardır ağaçların; uzun soluklu ve sakin. Onların dediğini gerçekten anlamadığımız sürece, bizden daha akıllı görünürler. Fakat eğer agaçları duymayı öğrenirsek, işte o zaman özellikle düşüncelerimizin kısırlığı, aceleciligi ve çocukça telâşının, eşsiz bir neşe kaynağı olduğunu görürüz. Ağaçların dediğini gerçekten duyabilen kişi, artık ağaç gibi olmak istemez. O kişi artık oldugundan başka bir şey olmayı da istemez. İşte bu özüne, vatanına dönüştür. İşte bu mutluluktur..."

Herman Hesse Bäume. Betrachtungen und Gedichte