gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
25 Ocak 2016 Pazartesi
Vermeer tablolarının ardındaki sır perdesini tesadüfen öğrenen Drifter soluğu Lahey’de alır!
Lahey Ocak 2016,
Hava dışarıda eksi 10 derece hissediliyor.
Allah hissettirmesin diyerek donmadan meşuuur Dudok cafe’ye giriyorum.
Abartacak
bişey yok aslında, Ankara’dan sıcak;
“Trabzonda kar sebebiyle maç ertelenmiş, sen neden bahsediyorsun?” derler
adama… Ama söyleyeyim bu Beşiktaş’ın lehine olmadı, hep Fenere yarıyor bu işler
valla içim el vermiyor.
Neyse,
Dudok Cafe’de sıcak apple pie yemeyeni dövüyorlarmış
bilginize.
Geçenlerde tesadüfen süper garip bir şey öğrendim; Johannes
Vermeer’le ilgili.
Hani şu meşhur “İnci Küpeli Kız” tablosunu yapan ressam; (Scarlet johanson desene yahu diyenleriniz olabilir.)
Bu tablo şimdilerde Kuzeyin Mona Lisa’sı kabul ediliyor. Tahminen 1650’lerde yapılmış. (Tahmin ,çünkü tam tarihi
belli değil.) 17.yy Hollanda’nın altın çağı. Sanat almış yürümüş zaten. Ama Vermeer konusu biraz muamma.
Şimdi yukarıda ismini zikrettiğim zaaatı muhteşemin oynadığı
filmi seyreden arkadaşlar “oo biz biliyoruz o muamma değil artık, kızla ressam
arasında aşne fişne varmış” diyecekler. Her ne kadar sanatın magazinsel kısmı
da en az sanat kadar beni can evimden vuruyorsa da bu sefer durum öyle böyle
değil. Hakkaten çok şaşırtıcı anlatacaklarım.
Birincisi, söylüyorum: tabloyu gördüm! Küpe kesinlikle inci
değil; metalik bişey; ama mevzu bundan çok daha önemli.
Johannes Vermeer gerçekten ressam mıydı değil miydi?
Soru bu!
Şu tablolar İnci Küpeli’den sonra en çok tarzını yansıtan
tabloları Vermeer’in… Gözünüze takılan bir şey var mı?
Johannes Vermeer 17. Yüzyılın ortalarında Lahey’e 15 dakika
uzaklıktaki Delft’te yaşamış hayatı boyunca. Amsterdam’ın miniği gibi bir şehri
Hollanda’nın; onun gibi kanallı filan. Porselen işçiliğiyle ünlü. Hatta şu Hollanda
porselenlerindeki lacivert’e “delft mavisi” deniyor.
View of Delft
Mauritshuis müzesinde bu tablonun sergilendiği odaya
girerseniz hemen anlayacaksınız; odada sanırım 5- 6 tablo daha var, ama gözünüz
başka hiç birşeyi görmüyor. Çünkü bu tablo canlı gibi. Fotoğraf gibi diyeceğim
dilimi ısırıyorum.
Neyse;
Johannes Vermeer’in özelliği tablolarındaki ışık ve
renklerin mucizevi şekilde gerçekle birebir olması; Hatta yok artık insan
evladı bunu nasıl çizer dedirtecek kadar.
Bu nasıl bir görme kardeşim?
Leonardo Da Vinci zamanında şöyle buyurmuş;
“The surface of every object partakes of the color of the
adjacent object” yani şunu demek istiyor; bir nesnenin rengine yanındaki
nesnenin rengi etki eder… ışık, tonlar ve gölgelerden bahsediyor. İşte Vermeer
tablolarında şaşırtıcı olan bu tonların birebir gerçeği yansıtması hatta
bazıları gözün göremeyeceği tonları ortaya çıkartıyor.
Normalde bir ressamın tekniğini incelemek için tutulan kayıtlara
bakılıyor; büyük ressamların çoğunun çıraklık döneminden ustalık dönemine kadar
teknikleri, stilleri kağıda dökülmüş. Kimden el aldıkları, kimleri eğittikleri
etkiledikleri belli. Ama Vermeer tam bir
muamma. Resme ne zaman merak saldı,
kimden eğitim aldı, fırça tekniğini kimden öğrendi bilinmiyor. Onunla ilgili
bilinenler; babasının resim alıp sattığı, dolayısıyla da pek çok ressamla yiyip
içtiği... Ama bu öyle aynı sofrada oturarak kapılacak bir stile benzemiyor.
Aynı dönemde yapılmış diğer tablolara bakınca fark
piksellerde; bu piksel çeşitliliği o dönem için biraz fazla değil mi?
Bir diğer gariplik; resimlere dikkatli bakarsanız hep aynı
oda ama farklı mizansenler. Sanki Vermeer her bir resim için başka bir sahne
kuruyor ama nedense hep aynı odada… Yer karoları ve pencerelere dikkat edin.
İşte tam bu noktada şüpheler size o soruyu sordurmak
üzereyken Tim Jenison devreye giriyor.
O da kim?
Drifter proudly presents!
Tim Jenison dünya üzerindeki sayılı değişiklerden biri… Çok
meziyetleri var, saymakla bitmez; zamanında bu meziyetlerin bir tanesini para
kazanmak için de kullanmış ve paranın gözüne vurmuş. Para çok olunca abuk sabuk
ne varsa yapmış şimdi de yapacak başka bir şey kalmayınca kafayı Vermeer’e
takmış. Diyor ki; “mümkünatı yok! Vermeer bunları öyle kafadan ya da bakarak
model kullanarak çizmiyordu; teknolojiyi kullanıyordu. Ben de aynısını çizicem
göreceksiniz."
Neee?
1650’lerde ne teknolojisi?
Ama doğru biliyor musunuz?
O dönem Delft’te yaşayan meşhur biri daha var. Adı Anthony van Leeuwenhoek. Mikroskopu bulan amca
Vermeer’in komşusu. Buyur burdan yak.
Tim jenison’a göre Johannes Vermeer tabloları Camera
Obscura, Camera Lucida ve iç bükey/dış bükey ayna kullanarak çiziyodu.
Leeuwenhoek’in
tasarladığı mercekler tam da “music lessons” tablosundaki halının dokusunu
çizebilmek için kullanılmış olmalı.
Yani fotoğraf makinesi yokken o eldeki
imkanlarla fotoğraf çekmeye çalışıyordu. O bir ressam değil bir fotoğrafçı
olmak istiyordu aslında.
Tim Jenison amca bu filmde çok daha güzel anlatıyor. Gerçekten
dumur bir durum.
Link burada iyi seyirler!
http://putlocker.is/watch-tims-vermeer-online-free-putlocker.html
ya da
http://www.solarmovie.sk/external.php?title=Tim%27s+Vermeer&url=aHR0cDovL3d3dy50aGV2aWRlby5tZS82YzUwcWN0NGtncmU=&domain=dGhldmlkZW8ubWU=&loggedin=0
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)