"Şaşırt beni" diyordu cocteau'ya Serge Diaghilev . Bu buyrukla kendisi için her zaman değişim durumunda , dolayısıyla tapılası, hayranlık verici kalacak ölçüde yenileyici, yaratıcı ve dahice olması için yalvarıyordu ona.-
gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
19 Aralık 2014 Cuma
Gecenin parçası ve öylesine okumalar...
"Şaşırt beni" diyordu cocteau'ya Serge Diaghilev . Bu buyrukla kendisi için her zaman değişim durumunda , dolayısıyla tapılası, hayranlık verici kalacak ölçüde yenileyici, yaratıcı ve dahice olması için yalvarıyordu ona.-
28 Kasım 2014 Cuma
23 Kasım 2014 Pazar
21 Kasım 2014 Cuma
15 Kasım 2014 Cumartesi
Öyle içimden geldi...
Sen bağırdığında dünya susar: kendi dünyanla uzaklaşır.
Her zaman alamadığından daha fazlasını ver. Ve unut. Böyledir kutsal
yol.
Dikeni çiçeğe çeviren, şimşeği köreltir.
Şimşeğin bir tek evi vardır, birçok patikası. Ev yükselir, patikalar
kırıntısız.
Küçük yağmur yaprakları sevindirir ve geçip gider kendini
adlandırmadan.
Yılanların mahkum ettiği köpekler olabilir ya da ne olduğumuzu
susturabilirdik.
Akşam kurtulur çekiçten, insan yüreğine zincirlenmiş kalır.
Yer altındaki kuş, yeryüzündeki yasın şarkısını söyler.
Yalnız siz, çılgın yapraklar, siz doldurursunuz yaşamınızı.
Bir kitabın ölmeye geldiği bir plajı alevlendirmeye bir demet kibrit yeter.
Açıktaki ağaç yalnız. Rüzgarın kucaklaması ondan daha fazla yalnız.
Şimdiki zamanın kuşkusu ve sözünün hiç kazınmadığı uzakta kızıllığın
bu kör kayası olmasaydı, meraksız gerçek kansız kalırdı. Her sözü
kendimize vaadederken, onu terkederek ilerliyoruz.
Rene Char - Dağınık Terim
13 Kasım 2014 Perşembe
5 Kasım 2014 Çarşamba
2 Kasım 2014 Pazar
alıntı
eğer insan dikkatin sıçramalarını ölçebilseydi, göz kaslarının çalışmasını, ruhun sarkaç hareketlerini ve insanın kendini bir caddenin akışı içinde ayakta tutabilmek için harcamak zorunda olduğuçabanın tümünü hesaplayabilseydi;o zaman büyük bir olsılıkla ortaya atlas'ın dünyayı taşımak için gereksindiği gücü gölgede bırakan bir büyüklük birimi çıkardı ve insan günmüzde hiç birşey yapmayan bir insanın bile ne büyük bir çalışma gerçekleştirdiğini ölçebilirdi.
Niteliksiz Adam - Robert Musil
1 Kasım 2014 Cumartesi
drifter's pick; black mirror!!!
hafta sonu izlemek için şahane dizi önerisi;
yani drifter proudly presents;
black mirror... sadece 3 bölümünü bulabildim diğerlerini arıyorum...
ingiliz yapımı!!!
daha doğrusu televizyonun dahi çocuğu charlie brooker yapımı!
hazır lopçular için link; http://www.dizist.com/dizi/black-mirror/
29 Ekim 2014 Çarşamba
19 Ekim 2014 Pazar
14 Ekim 2014 Salı
11 Ekim 2014 Cumartesi
milli takıma gönderme gecenin parçası;
hayır o değil de milli maç bileti niye 80 tl? yoksa stat dolarsa daha doğrusu stat yandaş olmayanlarla dolarsa futbol direk-törü, federasyon başkanı ve hatta bilhassa hükümet çok pis protesto edilir diye mi? yoksa tamamen iyi niyetli bir basiretsizlik de ben mi çok kötü niyetliyim?
10 Ekim 2014 Cuma
kolaj kafası; zinonos
hey bizim zamanımızda resim dersleri vardı;
hala duruyor mu yoksa dinimiz resimden pek haz etmediği için rsim dersleri müfredattan şuttingen ştrasse edilmiş olabilir yani... ne bileym öyle şeyler duyuyoruz ki..
neyse bir zamanlar vardı resim dersi ve hoca bazen kolaj yaptırırdı. üff ben bayılırdım; kendimden geçerdim kolaj yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım... bir tek kolaj yapmayı severdim zaten çünkü çizmeye yeteneksizim ne yazık!
neyse
anthony zinonos diye bir adam var; kolajları bi thaf hisler uyandırıyor;
çok minimal ama...bi farklı işte
bakın;
just go talk- git ve konuş!
snowdays - kargünleri
jetlagging-
Ace hotel
faults
hala duruyor mu yoksa dinimiz resimden pek haz etmediği için rsim dersleri müfredattan şuttingen ştrasse edilmiş olabilir yani... ne bileym öyle şeyler duyuyoruz ki..
neyse bir zamanlar vardı resim dersi ve hoca bazen kolaj yaptırırdı. üff ben bayılırdım; kendimden geçerdim kolaj yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım... bir tek kolaj yapmayı severdim zaten çünkü çizmeye yeteneksizim ne yazık!
neyse
anthony zinonos diye bir adam var; kolajları bi thaf hisler uyandırıyor;
çok minimal ama...bi farklı işte
bakın;
just go talk- git ve konuş!
snowdays - kargünleri
jetlagging-
Ace hotel
faults
dalmaçyalı
the very first collage i remember was a ransom note to my parents. the note read; "we have our children - send 2,500,000 " my sister and i never did receive that money... diye başlıyor kitabının önsözü.
web sitesinde bir sürü kolaj var ben en çok 'personal work' dediklerini beğendim. diğerleri reklam kampanyalarında kullanılanlar ve dergilere çıkanlar filan onlar da güzel tabi...
bir de 'Burt'ün Arıları' için yapılmış bu animasyon...nefis!
9 Ekim 2014 Perşembe
Drifter's Pick! Internet's own Boy the story of AARON SWARTZ
O kendini astığı sıralarda ben Türkcell'de iphonuma yeni koruyucu bant taktırıyordum. öğle saatleriydi 11 ocak 2013; kızcağız insanüstü bir özenle bandı telefonun ön yüzüne hatasız ve bir seferde yapıştırmaya çalışırken; telefona kasko yaptırmak ister miyim diye sormuştu. Nedenini hiç bilmiyorum ama o gün telefonuma kasko yaptırasım gelmişti. Geçenlerde telefonumun ekran ışığında bir tuhaflık farkedince aklıma kasko yaptırdığım geldi ve kaskonun hala geçerli olup olmadığını anlamak için poliçeye baktım. 11.ocak 2013 Aaron Swartz'ın 26 yaşında kendini astığı gün...
bazı insanlar ne tuhaf pek çoğumuzun bir ömür adasak yapamayacağımız işleri böyle yirmi yılda filan becerip sonra da eyvallah diyip gidiveriyorlar bu acınası dünyadan.
neyse bu film izlenmeli arkadaşlar;
internette var. search engine'de harcayacağınız bir kaç dakikaya bakar;
Aaron Swartz blogger camiasından vefa bekler!
filmin adı;
internet's own boy.
Filmi korsan film sitelerinden online izleyin aaron swartz ın ruhu şaadolsun.
Trailer'ı burada;
http://vimeo.com/ondemand/internetsownboy/94238859
sonra da
www.aaronsw.com 'da Raw Thought adlı bloğuna göz atmak isteyenler olur belki.
özellikle Raw Nerve başlıklı 7 yazılık seri tavsiye edilir.
Hacker la internet aktivist arasındaki felsefi farkı anlamak için...
Not; bloğuna bakınca hiç de öyle kendini asacakmış gibi durmuyor ama...
Yoksa acaba...neyse ben bişey demiyeyim artık.
bazı insanlar ne tuhaf pek çoğumuzun bir ömür adasak yapamayacağımız işleri böyle yirmi yılda filan becerip sonra da eyvallah diyip gidiveriyorlar bu acınası dünyadan.
neyse bu film izlenmeli arkadaşlar;
internette var. search engine'de harcayacağınız bir kaç dakikaya bakar;
Aaron Swartz blogger camiasından vefa bekler!
filmin adı;
internet's own boy.
Filmi korsan film sitelerinden online izleyin aaron swartz ın ruhu şaadolsun.
Trailer'ı burada;
sonra da
www.aaronsw.com 'da Raw Thought adlı bloğuna göz atmak isteyenler olur belki.
özellikle Raw Nerve başlıklı 7 yazılık seri tavsiye edilir.
Hacker la internet aktivist arasındaki felsefi farkı anlamak için...
Not; bloğuna bakınca hiç de öyle kendini asacakmış gibi durmuyor ama...
Yoksa acaba...neyse ben bişey demiyeyim artık.
Yeni 'Blog kış dönemi' hayırlara vesile...
yeni yayın dönemine biraz gecikmeli fakat şahane bi parçayla iştirak edeyim de sonra önemli bir belgesel filmden bahsetcem...
In The Shade by Moullinex & Best Youth from Tiago Ribeiro // BOLD CS on Vimeo.
http://youtu.be/u7XzzXGAGhY
In The Shade by Moullinex & Best Youth from Tiago Ribeiro // BOLD CS on Vimeo.
http://youtu.be/u7XzzXGAGhY
16 Eylül 2014 Salı
Günün şarkısı arkadaşlar; chelsea fm acid pauli kafası
Leonard cohen arada şunları diyor;
"I have no program, I have no five-year plan. … It doesn’t mean that you shouldn’t have one! I just
move from hotel to hotel, and from bar to bar, and by the grace of the One above occasionally a song comes, and I remember sitting at this particularly obnoxious Polynesian restaurant where they served a kind of coconut drink that was particularly lethal and sinister which contained no alcohol but a certain chemical that demoralized you entirely. And I remember writing on one of their very badly designed napkins, “I remember you well at the Chelsea Hotel…”
I remember you well adlı parçanın sözlerini ve aslında parçanın adandığı şarkıcının janis joplin olduğuna dair tevatürü şu linkten okuyabilirsiniz;
http://www.leonardcohen-prologues.com/chelsea_hotel.htm
15 Eylül 2014 Pazartesi
gecenin filmi ; o kadar bi'tuhaf ve o kadar guzel ki...
Circle of Abstract Ritual from Jeff Frost on Vimeo.
İşte jeff frost diye bir adam yaşıyor, fotoğraf çekiyor, resim yapıyor, müzik yapıyor, yıldızlara bakıyor falan filan...
Bak bu da web sitesi; http://www.jeff-frost.com
İşte jeff frost diye bir adam yaşıyor, fotoğraf çekiyor, resim yapıyor, müzik yapıyor, yıldızlara bakıyor falan filan...
Bak bu da web sitesi; http://www.jeff-frost.com
13 Ağustos 2014 Çarşamba
11 Ağustos 2014 Pazartesi
9 Ağustos 2014 Cumartesi
Bi epeydir günün şarkısı; a hard rain's gonna fall
http://m.youtube.com/watch?v=kgpF5VjWO34
Not: Valla dylan abimin güzel yüreğine sağlık yannız bişey diyeceğim; bu parçayı da kimse paul simon un karısından daha hisli okumamıştır. Bence öyledir yani...
Etiketler:
bob dylan,
drifter'ın ölüp bittiği şarkılar,
Edie brickell,
yağmur
30 Temmuz 2014 Çarşamba
24 Temmuz 2014 Perşembe
Drifter's pick; gecenin filmi
In Turkey - 2014 from Vincent Urban on Vimeo.
Yaaa arkadaş filme bak hizaya gel! Memleket sanat aşığı yönetmenden fotoğrafçıdan geçilmiyor... Daha bugüne kadar şunun ondabirini çekeni görmedim. Tanıtım filmi olsun diye çekilmemiş tabiii ama hani turizm bakanlığınca yapılan tanıtım filmlerine bakıyorum da... Gerçi niye bakıyosam, onlar arap turizt çekmek için yapılan sakil saçma şeyler şunun yanına yanaşabilir mi? Adam ben de...
Bu arada
Directed by: Vincent Urban
Filmed by: Clemens Krüger & Vincent Urban
Edit, Sound Design, Color: Vincent Urban
Yaaa arkadaş filme bak hizaya gel! Memleket sanat aşığı yönetmenden fotoğrafçıdan geçilmiyor... Daha bugüne kadar şunun ondabirini çekeni görmedim. Tanıtım filmi olsun diye çekilmemiş tabiii ama hani turizm bakanlığınca yapılan tanıtım filmlerine bakıyorum da... Gerçi niye bakıyosam, onlar arap turizt çekmek için yapılan sakil saçma şeyler şunun yanına yanaşabilir mi? Adam ben de...
Bu arada
Directed by: Vincent Urban
Filmed by: Clemens Krüger & Vincent Urban
Edit, Sound Design, Color: Vincent Urban
8 Temmuz 2014 Salı
drifter's pick! gecenin kısa filmi; A New Man
from Hughes">http://vimeo.com/hwthompson">Hughes William Thompson on Vimeo.https://vimeo.com">Vimeo.>
I'm just like you;
just trying to keep body and soul together!
I'm just like you;
just trying to keep body and soul together!
7 Temmuz 2014 Pazartesi
22 Haziran 2014 Pazar
19 Haziran 2014 Perşembe
4 Haziran 2014 Çarşamba
alıntı;
...devrimcilerin kendilerine has bir güzelliği olduğunu iddia etmek, beraberinde bir kaç sorunu getiriyor. Yaşam koşullarının zor olduğu, yıkık dökük yerlerde yaşayan, yeni ergenliğe geçmiş çocukların yüzlerinin, bedenlerinin, hareketlerinin ve bakışlarının güzel olduğunu; bu halleriyle direnişçilere benzediklerini herkes bilir. bir çok insan kamp yerlerindeki çocukların böyle bir güzelliğe sahip olduklarını düşünür. Neden böyle düşündükleri şöyle açıklanabilir. Tenlerden eski kuralları çiğneyen, yeni bir özgürlük duygusu fışkırır ve babalar ile büyükbabalar gözlerdeki parıltıyı söndürmekte, şakaklardaki hareketi durdurmakta ve damarlarda akan kanın hızını kesmekte zorlanırlar...
TEK BAŞINA Şatila'da Dört Saat - Jean Genet
TEK BAŞINA Şatila'da Dört Saat - Jean Genet
25 Mayıs 2014 Pazar
Gecenin parçası ve videosu bir arada
A rather lovely thing from El Diablo on Vimeo.
Parça 2003 neveroddoreven albümünden heaven, i monster...
Animasyon The Black Dynasty adlı bir öğrenci insiyatifinin işi...
http://theblackdynasty.com/portfolio/arlt/
Parça 2003 neveroddoreven albümünden heaven, i monster...
Animasyon The Black Dynasty adlı bir öğrenci insiyatifinin işi...
http://theblackdynasty.com/portfolio/arlt/
Etiketler:
drifter's pick,
i monster,
the black dynasty
7 Mayıs 2014 Çarşamba
6 Mayıs 2014 Salı
komikmiş..
"Workout" grubunun Life is a nightmare albümünden son videosu; "If you touch me you might as well kill me"
Arkadaki retro NASA görüntüleri iyiymiş.
parça da fena olmayabilirmiş de nakarat bi tuhaf...
genel olarak bi tuhaf zaten
29 Nisan 2014 Salı
Drifter's pick; gecenin filmi :spider
Spider from Nash Edgerton on Vimeo.
Film bir alıntıyla başlıyor;
"It's all fun and games untill someone looses an eye" / biri bi gözünü kaybedinceye kadar herşey oyun, herşey eğlencelidir.
Mum. / Annem
Sonunda tam olarak ne demek istediğini anlıyoruz.
Yönetmen; Nash Edgerton
Yapım yılı: 2007d
Film bir alıntıyla başlıyor;
"It's all fun and games untill someone looses an eye" / biri bi gözünü kaybedinceye kadar herşey oyun, herşey eğlencelidir.
Mum. / Annem
Sonunda tam olarak ne demek istediğini anlıyoruz.
Yönetmen; Nash Edgerton
Yapım yılı: 2007d
dial a poem; gecenin şiiri tuşla gelsin...
hani eskiden telefonda masal dinleme şeysi vardı...sonra telefonda başka bisürü şey dinleme şeysi çıkmıştı. malum..
meğer babası John Giorno'ymuş...
şimdi John Giorno da kimmiş diyenler vikipedyaya baksın; o kadar uzun uzadıya anlatamıycam ama yav ben bu ismi biyerden duymuştum kimdi o yav diyenler için şöylşe hatırlatayım:
kendisi Andy Warhol'un "Sleep" adlı filminde 5 saat 20 dakika uyumak suretiyle başrolü üstlenmiş olan ünlü aktör...
John Giorno'nun "Giorno Poetry Systems" projesi 1968'de "dial a poem" telefon hizmetiyle başlıyor.
bir tuşla kimleri kimleri dinleyebiliyormuşsnuz aklınız şaşar;
Burroughs, bukowski, silvia plath, ken kesey, gregory corso, ginsberg neredeyse tüm beat ve beatnik şairleri, vs. vs...
sonra bu telefon kayıtları albüm olarak piyasaya çıkmış;
mesela bu Totally Corrupt 1972'de basılmış;
diğer albümleri Giorno'nun kendi sayfasında bulabilirsiniz;
o da şurda http://johngiorno.net/gps.html
meğer babası John Giorno'ymuş...
şimdi John Giorno da kimmiş diyenler vikipedyaya baksın; o kadar uzun uzadıya anlatamıycam ama yav ben bu ismi biyerden duymuştum kimdi o yav diyenler için şöylşe hatırlatayım:
kendisi Andy Warhol'un "Sleep" adlı filminde 5 saat 20 dakika uyumak suretiyle başrolü üstlenmiş olan ünlü aktör...
John Giorno'nun "Giorno Poetry Systems" projesi 1968'de "dial a poem" telefon hizmetiyle başlıyor.
bir tuşla kimleri kimleri dinleyebiliyormuşsnuz aklınız şaşar;
Burroughs, bukowski, silvia plath, ken kesey, gregory corso, ginsberg neredeyse tüm beat ve beatnik şairleri, vs. vs...
sonra bu telefon kayıtları albüm olarak piyasaya çıkmış;
allen ginsberg'ün sırıtışı kesin:))
tracklist'i merak edenler buradan bakabilirler; http://www.discogs.com/Various-Totally-Corrupt-The-Dial-A-Poem-Poets/release/1478424diğer albümleri Giorno'nun kendi sayfasında bulabilirsiniz;
o da şurda http://johngiorno.net/gps.html
gecenin şiiri daddy, silvia plath'ın kendi sesinden...
28 Nisan 2014 Pazartesi
Any place is paradise...
Bu kulübede inzivaya çekilmek sabah akşam en sevdiğim elvis şarkısının nakaratını söyleyerek ormanda gezintiler yapmak istiyorum.
Hayattan yakın vadede beklentim budur.
Sonra demiş ki babası...
Ben şampiyon olamazsınız demedim,
Adam olamazsınız dedim!
Demiş!
Gecenin parçası : sheepdogandwolf
Sheep, Dog & Wolf - Glare from THUNDERLIPS on Vimeo.
http://vimeo.com/channels/staffpicks/91349096
Music Video directed by THUNDERLIPS - featuring the heliophobic Daniel McBride.
http://vimeo.com/channels/staffpicks/91349096
Music Video directed by THUNDERLIPS - featuring the heliophobic Daniel McBride.
26 Nisan 2014 Cumartesi
Kasırga
http://www.dailymotion.com/video/xlf05o_bob-dylan-hurricane-1975-live_music?start=9#from=embediframe
Rivera.
Mevzuyu daha iyi takip edebilmek için
http://www.lyricsfreak.com/b/bob+dylan/hurricane_20021332.html
25 Nisan 2014 Cuma
Görmüyorsunuz uykudasınız bulutlar geçiyor ayın önünden!
"işte pek fazla kurcalamazsak dünyanın orta yerindeyiz" diyesi gelmiş bir gün Edip Cansever'in...
bu şarkı güzel ama videoyu daha çok beğendim;
film festivaline kılım.
Eskiden değildim. Artık kılım.
online film siteleri ve fiber internet ve hd görüntü ve başka bir sürü şey yüzünden şımardım.
Phantom miro çok acayip bişey... Mesela;
Still Life from ZANDRAK on Vimeo.
bu şarkı güzel ama videoyu daha çok beğendim;
Eskiden değildim. Artık kılım.
online film siteleri ve fiber internet ve hd görüntü ve başka bir sürü şey yüzünden şımardım.
Phantom miro çok acayip bişey... Mesela;
Still Life from ZANDRAK on Vimeo.
20 Mart 2014 Perşembe
19 Mart 2014 Çarşamba
18 Mart 2014 Salı
Günün şarkısı; chelsea yi de yeniyo muyuz bu akşam? Bu parça da drogbaya gelsin o zaman ha ha....
http://m.youtube.com/watch?feature=kp&v=gd329SFDVQk
16 Mart 2014 Pazar
Dream
from Christian">http://vimeo.com/user2611079">Christian Haberkern on Vimeo.https://vimeo.com">Vimeo.>
梦想 - The Dream from Christian Haberkern on Vimeo.
15 Mart 2014 Cumartesi
Rene Magritte yazı dizisi #3 ; Magritte'e giden süreç
Georgette’in bu portresi 1921’de yapılmış; sanki hocaya
sunulacak bir resim ödevi gibi… Allahtan altına imza atmış. Georgette Berger o
zaman 19 yaşında, ressam araç gereçleri satan bir dükkanda tezgahtar; babası
kasap! 1922’de evlenene kadar ilişkilerini herkeslerden saklıyorlar; özellikle
kasap babadan…
Örtme, kapama, önüne geçme perdeleme vs…
Şairane bir durum bu.
Kendisi de söylüyor bunu; “the function of painting is to make poetry visible.”( Yani resmin fonksiyonu şiiri görünür kılmaktır.)
Müzede hemen hemen her tablonun önünde bunu hissettim; iyi bir şiir okumuşum gibi…
Onu bu kadar etkileyici yapan figüratif dile çok hakim olması ve kullandığı metaforlar… algımıza oynadığı oyunlar, ezberimizi bozmaya yönelik.
Şairane bir durum bu.
Kendisi de söylüyor bunu; “the function of painting is to make poetry visible.”( Yani resmin fonksiyonu şiiri görünür kılmaktır.)
Müzede hemen hemen her tablonun önünde bunu hissettim; iyi bir şiir okumuşum gibi…
Onu bu kadar etkileyici yapan figüratif dile çok hakim olması ve kullandığı metaforlar… algımıza oynadığı oyunlar, ezberimizi bozmaya yönelik.
Geştalt psikolojisinden bahsetmek istiyorum; bu, bilme
sürecinde algının rölü üzerinde duran bir psikoloji kuramı; yani literatüre
biliş psikolojisi diye geçmiş cognitive psychology’de, görsel algının
rolü
üzerine bazı yasalar koymuşlar;
Temel soruları şu:
Neden gördüğümüz şeyleri bu şekilde görüyoruz?
Neden algısal deneyimimiz kaotik ve tutarsız değil?
Cevap:
Düzen evrensel organizasyon prensipleriyle birlikte gelir. Görsel dünyayı bir mantığa oturtmak için zihin kural koyar. Yani, it has to make sense.
Temel soruları şu:
Neden gördüğümüz şeyleri bu şekilde görüyoruz?
Neden algısal deneyimimiz kaotik ve tutarsız değil?
Cevap:
Düzen evrensel organizasyon prensipleriyle birlikte gelir. Görsel dünyayı bir mantığa oturtmak için zihin kural koyar. Yani, it has to make sense.
Bu kurallar şunlar oluyor:
Şekil zemin ilişkisi; algıda
seçicilik, yani dikkatin yoğunlaştığı obje şekil, diğer yüzeyler zemindir.
Zemin arka plandır. Şekil arka plansız olmaz. Magritte’se bu yasaya hadi ordan
diyor; mesela Endearing Truth’a bakalım;
"the endearing truth"
şekille zemin konusunda zihnimiz
tamamen başıboş kalmış durumda. It doesn’t make sense at all. Şekil ve zemin
sürekli iç içe geçiyor. Tek bir background olması gerekirken birden fazla…
gördüğümüz herşey başka bir şeyi örtüyor.
Açıklık ve Tamamlama; bir imaj ya da
form yarım veya eksik de olsa zihin onu tamamlar. Yani figürün bir kısmı
perdelense ya da önüne bişey gelse de zihin onu tam olarak algılar ve oradaki
varlığını bilir. Şimdi Carte Blanche’ a bakalım;
Magritte bu örtme işlemini
nasıl yapmış;
Ağacı kadınla kadını ağaçla atı hem kadın hem
ağaçla örtmüş… bu mümkün mü? Şekil zemin ilişkisini de açıklık ve tamamlama
yasasını da sarsıyor.
ve diğerleri;
"the ocean"
"titanic days"
"the magician"
Bir oyuncağı daha var; en sevdiğimiz magritte tablolarında
kullandığı şeffaflık…
Şeffaflığı bir örtme biçimi olarak kullanıyor; manzaraya
bakan bir adam görüyoruz; adam manzaranın önünde durduğu için manzarayı
göremememiz gerekir…oysa magritte adamı manzarayla örtüyor. Böylece adamın
içinden geçerek hem manzarayı hem adamı görebiliyoruz. Yani örterek
şeffaflaştırıyor. Çok dahiyane…
Magritte’e bakarken şu kuşku var; ben mi tabloya bakıyorum
yoksa tablo mu bana…
Hep mümkünsüz bir görme biçimi… impossible looking…
Görmüş olamayacağımız bir şeyi görüyoruz sonra da kendi
kendimize soruyoruz:
Neden görmüş olmayayım? Kim demiş?
Peki Magritte’i Magritte yapan süreç nasıl işliyor?
En son 1920’lerde kalmıştık;
Rene Brüksel’de Güzel
Sanatlar Akademisi sayesinde kısa sürede sanat ve edebiyat ortamının göbeğine
düşüyor; Bourgoise kardeşler kendini bulma yolunda yoldaşları diyebiliriz.
Bunlar biri avant garde işler yapan bir mimar, diğeri şair iki kardeş. Birlikte
takılmaya başladıkları dönem oldukça üretken bir süreç; birlikte gazete
çıkarıyorlar; bu sıralarda Magritte
empresyonizm ve kübizm arasında kendi sesini bulmaya çalışıyor ama olacak gibi
değil; biliyor aradığı şey burada değil.
Şair olan kardeş Piere Bourgeois sayesinde bir katologda
bazı fütüristlerin çizdiği resimlerle karşılaşıyor ve evreka diyor; bu onu
sürrealizmi keşfedene kadar oyalayacak.
Bu dönemle ilgili şöyle diyor:
"I had before my eyes a powerful challenge to the good sense
with which I was so bored. For me, it was like the light I had found again upon
emerging from the underground vaults of the old cemetery where I had spent my
childhood vacations. In a state of real intoxication.”
Aynı dönemde Dada’ya
da ilgi duymaya başlıyor özellikle İtalyan Futuristler Erik Satie ve Tristan
Tzara’yla yazışıyorlar. Ayrıca bir tiyatro sahnesinin dekorunu çağrıştırın
serilerini çizerken etkisinde kaldığı mimar ve abstrakt ressam dostu Victor
Servranckx’la takılmaya devam ediyor. Mesela
Şu resmine bir bakın;
Neyse
Geldik De Chirico vakasına; yani Magritte’in Magritte olma
yolunda karşılaştığı en mühim İlhamilerden biri…
Magritte, Futurizm, kübizm, abstrakt, purism filan gibi yeni
akımlara hep merakla ve heyecanla yaklaşmış ama yine de aradığının orada
olmadığını biliyormuş.
Şöyle diyor;
In the end, I found that none of these experiments really
satisfied me. I am not I believe a painter in the full sense of the Word.
Yıl 1923 bir gün yine şair bir başka arkadaşı Marcel
Lecomte’yle otururken Georgio de Chirico’nun Le Chant d’amour/ song of love
resmini görüyor.
O şu resim;
"the song of love/Chant d'amour "
Bu resim 1914’de yapılmış. O zaman buna metafizik resim
Chirico’ya da Metafizik ressam diyorlar; eh sürrealizm akımının ortaya çıkışına
henüz bir sene var. Zira Andre Breton 1924’de koyacak ismini akımın.
Magritte çok etkileniyor ve şöyle diyor ‘De Chirico is the
first painter to have thought of making painting speak of something other than
painting’ yani “O bir resme resmin
dışında bişey konuşturtmayı düşünen ilk ressamdır.”
Devam ediyor Magritte;
O şunu anlamış; estetik bir sanat eserinin önemsiz bir
aksesuarıdır; asıl olan fikirdir.
Devam edecek... (bir sonraki yazı; sürrealizm, Magritte'te dil ve imge)
8 Mart 2014 Cumartesi
Rene Magritte yazı dizisi #2 Georgette öncesi rene magritte; ilk yıllar
Yıl 1912, Sambre Nehrinden bir kadın cesedi çıkarılır. Gecedir
ve köprünün üstü çok kalabalıktır. Dehşet uğultulu kalabalığın üzerinde dalga
dalgadır. Kadının beyaz geceliğinin etekleri başına doğru sıyrılmış tüm yüzünü
boğarcasına örtmüştür. Rene’nin
hafızasına kazınan ve hayatı boyunca gözlerinin önünden gitmeyecek olan bu
görüntü Rene’nin annesine aittir.
İşte bu en sevdiğimiz magritte’lerden biri; LOVERS tablosu
Magritte Freud’dan epey etkilenmiş olmasına rağmen freudyan
düşünceye düşman biriymiş… eserlerinin yorumlanmasına da karşıymış doğal olarak
ama bazı kritikler Magritte’le psikolojik gelişiminin arasında bir bağ olduğunu
savunuyorlar… özellikle 13 yaşında yaşadığı bu trajedinin yaratıcılığında
etkisi olduğunu düşünüyorlar.
Peki ama gerçekten gördü mü?
Bir kısmı bu trajediyi hayalinde canlandırmış olabileceğini
savunuyorlar… Görmüş olamazmış, duymuş olabilirmiş.
Burada görme biçimleri devreye giriyor.
Bir obsesyon olarak görme ve bakış….bir fiksasyona varan
yol.
Yasağa bakma, mümkün olmayan bakış, agresif bakış… bunlar
Magritte tablolarında deneyimlediklerimiz.
Kendisinin de vurguladığı gibi; görmek bir fiili bir
durumdur; edilgen değil etkinsinizdir.
Dolayısıyla;
Rene’nin gördüğü şey Regina Magritte’nin intiharla
sonuçlanan bir buhran süreci yaşadığı ve bu dönemin Rene’nin ergenlik çağına denk düştüğü… Bu bir
Edgar Poe sendromu; Ergenlikte genç
anneyi/ilk sevgiliyi ölüme verme…
Biraz daha geriye gidelim.
İlk yağlıboya tablosu 1910 tarihli; bu tablo sayesinde babasının Rene’nin yeteneğini takdir ettiği ve resim dersleri aldırarak onu bir ressam olmaya teşvik ettiği söyleniyor. Bu önemsiz bir ayrıntı değil. Magritte’in
içinde bulunduğu aile ortamı hakkında bilgi veriyor. Baba çok sık şehir
değiştiren bir tüccar; ileri depresyondaki anne hem fiziksel hem zihnen
tükenmenin eşiğinde (iki yıl içinde intihar edecek) ve iki küçük erkek kardeş
(biri müzisyen biri iş adamı olacak ileride)… ve Magritte resim
dersleri alıyor…
1914’de aile, Alman işgali yüzünden Chatelet’e geri dönüyor.
Ama Rene kendi ayakları üzerinde
durma sevdasına Brüksel’e gitmeye karar
veriyor; 1915’de bir öğrenci yurduna yerleşiyor… beş sene
Güze Sanatlar Akademisi’nde
“free student” statüsünde ders alıyor (yani sınava girme mecburiyeti olmayan
öğrenci) dolayısıyla bir diploma vermiyorlar.
Orada dönemin önemli sanatçılarının atölyelerine katılma
fırsatı buluyor; özellike dekor resminde önemli bir isim olan sembolist ressam
Constantin Monstald’ın stüdyosuna devam ediyor.
Bu fantom figürü Magritte’in alter egosu olacak ileride de
bazı tablolarında sıklıkla kullandığı figür.
Bu dönemde bir yandan
‘Renghis’ adıyla gizemli öyküler yazmakta. Georges Eekhoud’dan aldığı
edebiyat dersleri ufkunu epey açmış olacak… Bu adamın portresini 4 defa çizmiş.
İki kişi daha var;
Abstract’a eğilimini başlatan Belçikalı ilk abstract ressam Victor
Servranckx ve bir süre stüdyosunu
paylaştığı yakın arkadaşı Pierre Louis Flouquet.
Ortam bu; Rene epey bohem bir ortamın içinde görünüşte olmasada ortamın en bohem hayatına sahip takılıyor… bunun kendi yarattığı bir tarz bir stil olduğu sonradan fark edilecek.
Neden görünüşte olmasa da dedim? Çünkü tuhaf bi şekilde çok
ciddi bir görünümü var. özellikle giyim tarzı; ressam değil sanırsınız evkafta memur. Abartılı bir resmi giyim sitili. Şapkası geniş ceketi bastonu ve piposu… Bu görüntüsüyle de bir şey anlatıyor; bu
resimden anladığımız şeyi belki de… Kendisiyle ötekiler arasına bu resmiyetle
perde çekerek; içindeki yalnızlığı, öteki dünyayı örtüyor.
Magritte tablolarında izleyici olarak maruz
bırakıldığımız mühim bir durum bu. CONSTRUAL; örtme, gölgeleme, önüne geçme,
kapatma anlamlarına geliyor.
(bir diğer ayrıntı
dijital grafik dizaynda önemli bir kavram; fondaki imajın bir bölümünün başka
bir katman üzerine getirilerek kaybedilmesi)
Neyse bununla ilgili
başka şeyler de yazacağım ilerde.
Biz dönelim Rene’nin hayatının dönüm noktasına; Rene işte o stüdyo senin bu atölye benim,
fantomalar, esrarengiz hikayeler, abstract olsun ama, impresyonizm mi, smebolizm mi, kübizm mi? diye dolaşırken…yıl 1920 olmuş bu arada, botanik bahçesinde Georgette Berger’le tesadüfi bir şekilde ikinci kez karşılaşır.
fantomalar, esrarengiz hikayeler, abstract olsun ama, impresyonizm mi, smebolizm mi, kübizm mi? diye dolaşırken…yıl 1920 olmuş bu arada, botanik bahçesinde Georgette Berger’le tesadüfi bir şekilde ikinci kez karşılaşır.
4 Mart 2014 Salı
Rene Magritte Yazı Dizisi INTRO; Gözün ve zihnin Magritte'le imtihanı.
Uyur-uyanık, uyanmadan bir an öncesi;
ama bir an.
Fazla değil…
İşte o andan kalan bölük pörçük hafıza… Bir Magritte tablosu: REM Uykusunun 1. Evresi
Hiç svevo okumuş muydunuz?
Zeno’nun Bilinci romanını çok severim; şu cümlelerin altı
çizilidir benimkinde...
(Birinci sayfa)
Dün kendimi alabildiğine koyvermeyi denedim. Deneyim deliksiz bir uyku
ile noktalandı…
(Birkaç sayfa sonra )
Uyumak üzereydim, ama gözlerim hala güneşle doluydu, bir türlü
kendimden geçemiyordum.
(Birkaç paragraf sonra)
Uykuya daldım sanıyordu, oysa tüm bilincimle uykunun üzerinde
yüzüyordum ben.
İşte Svevo ilk yirmi sayfada böyle uyutur sizi…
Önce şunun farkına varıyoruz.
Fact: seeing
is an act!
kiss 1938
bu resme bakıp uykuya dalmayı deneyin.
evet tablonun ismi 'kiss' 'öpücük'...
Bu deneyim zihninizin bilincinizle imtihanı olacak…
yarın devam...
yarın devam...
3 Mart 2014 Pazartesi
Brüksel; Magritte ve bir de günün şarkısı
vee sonunda Drifter muradına erer...
40 yaşıma gelmeden yapmam gerekenler listesinde en üst sıralarda bulunan bu dileğimi sonunda gerçekleştiriyorum.
Magritte Müzesi vay be! çok heyecanlı... Paul Mccartney'den arta kalan tüm koleksiyonun olduğu müze...
buradayım kapısının önünde!
hepsini anlatıcam;
şu nehre atlayıp intihar eden anne olayını, kelimeler ve imajlar mevzuunu, georgette mevzuunu, georgette'den önce ve sonra Magritte'i, brüksel sürrealist sanat ortamcılığını,
Rene ve arkadaşlarının home movie oyunlarını
hepsini...
önümüzdeki bir kaç gün size bir dizi Magritte yazacağım;
hadi yine iyisiniz :)
şu yandaki fotoyu da magritte shop'un önünden çektim;
ah bavuluma sığsa o aynayı alacaktım...
1 Mart 2014 Cumartesi
utrecht;
Utrecht;
Aslında artık hissi olarak yönümü bulabiliyorum, birilerine
sormayı bıraktım. Az çok old town’un nereye düştüğünü kestirebiliyorum. Çünkü bütün
Avrupa şehirleri aynı sistemi takip ediyor.
Ama burada başka bişey var; nerede olursanız olun
görebileceğiniz bişey; Upuzun bir
katedral kulesi…Dom Tower, Hollandalılar DOMTOREN diyorlar. İşte orada… amma
heybetli...meydan da onun etrafında olmalı.
Meydana iner inmez; biraz da hava yağmurlu ve kasvetli bugün; aklıma çocukken seyrettiğim gülün adı filmi geliyor, hani sean Connary’li, Jean jaques Annaud’un filmi. Ne acayip bir çağrışım…filmi hayal meyal hatırlıyorum. Ama koku aynı, buram buram ortaçağ…
Bilmiyorum başka bişey!
Mimaride Gotik tarzın en meşhur örneklerinden birinin
dibindeyim. Başımı kaldırıp en ucuna bakıyorum ürkünç bir yapı. Kuleye
çıkmalıyım diyorum. Çıkılabiliyormuş çünkü…
Sadece tourist guide eşliğinde ve 10-15 kişilik gruplar
halinde… gruba dahil oluyorum. Çok sevimli bir rehberimiz var 6 çocuk 3 alman
bir ben ve 8 hollandalı 112.5 metre uzunluğundaki ve bilmem kaç on yüz küsur merdiven çıkarak ulaşabileceğimiz
kulenin tepesine doğru yola koyuluyoruz.
Tur bir saat sürüyormuş, dinlene dinlene çıkacağız.
İlk etapta kulenin yapımıyla ilgili bilgileri alıyoruz. Burası
aslında kuleyle birlikte bir katedral kompleksi olacakmış. İnşaata kuleyle başlanmış.
yapıma 1321’de başlanmış kule tam 61 yılda bitmiş. Tam da bitmiş
diyemiyoruz çünkü planlanandan sapılmış; para yetmemiş. Aslında mevzu şu; burası
dinsel olarak önemli bir merkez Netherlands’da… kule de archibishop yani baş
piskopozun güç gösterisi olacak. Öyle pahalı, öyle ihtişamlı ve aynı zamanda
öyle estetik bir yapı yapılacak ki…
Kimin parasıyla?
Kimin parasıyla?
Cennet tapusu aldıklarını düşünen zavallı insancıkların
parasıyla...
Düşününce insanlık pek ileriye gitmiyor be! aynı alıklık
devam ediyoruz… bazıları da bugün ayakkabı kutularından kuleler yapıyor…
neyse.
neyse.
İkinci etapta çan kulesine ulaşıyoruz; çocuklar çok hayran
ve çok mutlu… şunu fark ediyorum çocukları refleksif olarak heyecanlandıran ve
mutlu eden bazı formlar var ve şeyler… çan bunlardan biri kesin… burası çan
dolu bir oda… acayip bişey, irili ufaklı bir sürüler… sayamıyorum.
Hepsinin isimleri var. Rehber tek tek sayıyor; en büyük
olanın ismi Salvator. Çapı 230cmmiş. Ağırlığı tam 8200 kilo. Sesini duymak
istiyoruz; rehber grubun en küçüğünü
seçiyor; eline kocaman bir baget veriyor; var gücünle vur diyor. Böylece salvator’un
sesini duyabiliyoruz. Aslında yasakmış…
Ve sonunda beklenen an…
Kulenin tepesine ulaşıyoruz. Acayip esiyor… dondum; ellerim
titreye titreye fotoğraf çekmeye çalışıyorum.
başka resimler baurada
http://photographicworksofthedrifter.blogspot.com.tr/2014/03/utrecht.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)