22 Aralık 2019 Pazar

ROMANTİK MARATON #6 BİLEKKESENLER : BİR AŞK HİKAYESİ



Etgar Keret'in Kneller's Happy Campers (Kneller'in Mutlu Kampı) Tanrı Olmak İsteyen Otobüs
Şoförü kitabının kapanış öyküsu. Bilek kesenler de bu öykünün filmi, ama bence bir bağlantı kurmaya çalışmadan izlemelisiniz. (tabi öyküyü okumuş olanlar için söylüyorum; okumayanlar da okuyacaklarsa, filmden bağımsız düşünerek okusunlar bence.)

Baştan sulandıracağım bu kez kusura bakmayın; öyküyü okuduğumda da, filmi seyrettiğimde de  dedim ki kendi kendime, bir gün olur da 'Etgar Keret intihar etti' filan diye bir haber okursam asla inanmam.
Hayatın içindeki acılara; umutsuzluklara; tuhaflıklara iştahlı bir ilgiyle hatta bazen öykünmeyle bakan birisi çünkü Etgar Keret. Onun için bunlar, deneyimin bir parçası ve aslolan da deneyim.  Onun için seviyoruz kendisini; Avi pardo'yu da...

gelelim filme;
(bi kere Tom Waits'in dead and lovely'si çalmaya başlıyor daha ilk sahneden bu bile filmi seyretmek için yeterli bir gerekçe. )

Diyelim ki hayatınızın anlamı olduğunu düşündüğünüz insan bir gün hayatınızdan çıkmaya karar veriyor. Sizi yalnız; hayatınızı anlamsız bırakıyor diyelim. Fazla yalnız ve anlamsız hissedince, siz de hayatınızdan çıkmaya karar verdiniz. Gittiğiniz yerin nasıl bir yer olacacağını bir düşünün bakalım.

Esas oğlan Zia (filmdeki adı bu) Desree'den ayrılmanın hayatında yarattığı boşluk duygusuyla başedemediğini  düşündüğü bir anında karar verir ve bileklerini keser. Tekrar gözlerini açtığında      ölüdür ve kendisi gibi intihar eden diğer tuhaf ötesi insanlarla birlikte dünyanın hemen hemen aynısı bir paralel dünyada bulur kendini. Her şey aynıdır sadece renksiz bir dünyadır bilek kesenlerin dünyası; insanların yüzleri ifadesiz ve donuk; gökyüzü yıldızsız, yeryüzü ağaçsız, çiçekler renksizdir filan.
Tam intihar ettiğine pişman olmak üzereyken Desree'nin de intihar edip bilek kesenler dünyasına geldiğini öğrenir ve onu aramak icin yola çıkar. Bundan sonrası tatlı bir yol ve aşk hikayesi; yolda TomWaits 'e (Kneller) rastlarlar filan....

Bilekkesenler; Bir Aşk Hikayesi'ni Romantik Maratonun bir parçası yapmamın sebebi aşkın ve aşksızlığın, içinde yaşadığımız dünyayı algılayışımızdaki etkisi üzerinde durması. Aşkı kaybetmek; dahası umudu kaybetmek; bir daha aşık olamayacağını düşünmek; asla öyle hissedemeyeceğini kabullenmek... kendini renksiz, soluk, heyecansız, anlamsız bir dünyaya hapsetmek gibi birşey olsa gerek diyor film özetle...  Bunu tatlı bir yol hikayesiyle anlatıyor.

şöyle diyaloglar filan:

Zia: You remember the other day when you were talking about missing things from life and how you wanted to go back and I told you I didn't miss anything?

Mikal: Yeah.

Zia: Well... When I'm here, with you, I kind of miss myself, the way I used to be.

Mikal: What were you like?
Zia: I was happy at a time...




ayrıca Keret'in öyküsünden farklı bir sonla kapanıyor mevzu.



Böylece geldik Maratonun son filmine yani Grease'e.... 

 

14 Aralık 2019 Cumartesi

ROMANTİK MARATON #5 TONY TAKITANI

'Onunla evlenerek Tony Takitani hayatının yalnızlık dönemini kapatıyordu. Sabahları uyandığında ilk işi onu aramaktı;  onu yanında uyurken bulduğundaysa hissettiği, rahatlama duygusuydu. Eğer yanında değilse huzursuzlanıyor kalkıp evin içinde onu arıyordu. Yalnız hissetmemekle ilgili ona tuhaf gelen birşeyler vardı. yalnız olmayı sonlandırdığı gerçeği,  tekrar yalnız kalabilme olasılığının sebep olduğu bir korkuyu tetikliyordu’  [Haruki Murakami]


“By marrying her, Tony Takitani brought the lonely period of his life to an end.
When he awoke in the morning, the first thing he did was look for her. When he found her sleeping next to him, he felt relief. When she wasn't there, hefelt anxious and searched the house for her. There was something odd for him about not feeling lonely. The very fact that he had ceased to be lonely caused him to fear the possibility of becoming lonely again.” 



Murakami’nin ayni isimli öyküsünden beyazperdeye uyarlanmış film 'görsel bir şiir’ diye ifade edildi pek çok film eleştirmeni tarafından. Katılıyorum. Jun Ichikawa sofistike zevkleri olan sinema seyircisinin önüne bir kup limonlu dondurma koyuyor sanki.

Minimal fotoğraf ilginizi çekiyorsa bu filmden hiç sıkılmayacaksınız, hayran hayran bakacaksınız. Aksi durumda biraz baygın (bir arkadaşımın bizzat yorumu böyleydi)  gelebilir.   
zira şöyle fotoğraflar göreceksiniz film süresince... 

(son zamanlarda benim de takıntım minimal fotoğrafları layklamak. Kendimi alamıyorum  Instagram’a teslim olmamı sağlayan da minimal fotoğrafçılık itiraf ediyorum. Neyse sulandırmayalım.)











gibi...


Hoşuma giden bir diğer şey de sayfa çevirme efekti yaratan çok yumuşak sahne geçişleri. Gerçekten  ara ara, 'kitap mı okuyorum film mi seyrediyorum belli değil' diyor insan.

Gelelim mevzuya;

Toni Takitani, annesi o bebekken vefat etmiş, babası ise bir jazz müzisyeni olduğu için sürekli turnede; bu sebeple yalnızlık küçüklüğünden beri tam içine işlemiş olan bir insandır. Çizim yeteneği olduğundan dışavurumu resimle olsun istemiştir vefekat çizdiklerinde duygu eksikliğine karşı şekli doğruluk öne çıkınca illustrator olmaya yönelmiştir. Boylece zaman gecmis, Tony Takitani, orta yaşlı, münzevi bir grafik tasarımcı olarak takılmaktadır. 

Bir gün ofiste bir sekreter alımı görüşmesinde adaylardan birine karşı birşeyler hisseder. Önce karar veremese de, kız ise başladıktan bir sure sonra ona aşık oldugunu fark eder ve ona evlenme teklif eder. Bu kız kendisinden epey genç , kendisi kadar yalnız ve bir o kadar da ilginç biridir.  İlginçliği takıntısından gelmektedir. Kızda giyim takıntısı vardır. Dolayısıyla da alışveriş manyağıdır.  

Murakami, kızın takıntısının onun kişiliğinin belirleyici özelliği olduğu konusunda net; oyunun kahramanı Tony ise bir ikilem yaşıyor. oraya sonra gelelim.

Ana mevzu; bir yalnız bir yalnızla artık yalnız olmamaya karar verirse bunu ne kadar başarabilir?

alt sorunsallar: 

- kişinin sanatı tiryakiliği olabilir mi? bu engellenmeli midir?
- ‘tekrar yalnız kalma korkusundansa yalnızlık yeğdir' midir?

son bir alıntıyla noktayı koyalım.

Each memory was now the shadow of a shadow of a shadow. 

'Her hatıra şimdi gölgenin gölgesinin gölgesiydi.'

12 Aralık 2019 Perşembe

ROMANTIK MARATON #4 TIME - (kim ki duk)

Kim Ki Duk’u bi yakalasam bi yerlerde, soru manyağı yapacağım vallahi. o kadar bissürü soru sorucam ki bu filmle ilgili, gidip estetik ameliyatla yüzünü gözünü değiştiresi gelecek tanınmamak için o derece.


hayır bu kadar derin ve de muhteşem bir mevzuyu nasıl bu kadar berbat bir senaryo ile çektin biiir;  bu oyuncuları çok aradın mı iki !!!

bu filmi yeniden seyretmek bana ilk izlediğim seferdeki kadar karın ağrısı geldi onu belirteyim.
ancak dediğim gibi filmin sorunsalı çok cekici. keşke daha iyi sorulsaymış.
sorunsala gelmeden önce filmden biraz bahsedeyim.
---

Esas hanım kızımız, uzatmalı sevgilisi Ji wOO’nun, kendisine olan ilgisinin azaldığını düşünmektedir. Düşünmekle kalmayıp, olur olmaz yerlerde sinir krizleri geçirerekten, esas oğlan (demeye bin şahit ister  kanımca) Ji woo’ya tam bir azap olmaya başlamıştır. Sevgilisini başka bir kadına kaptıracağı kaygısı tüm kimyasını bozmaktadır.  Ji wh00 ise tam bi hödüktür. Kızın tımaraneye 5 kala olduğunun farkında değildir olana bitene maruz kalmaktadır.  Ayrıca kiz da pek haksiz degildir keza Jiwo’nun  gözü de göz değildir;  bi fırsatını bulsa... neyssse...

(simdi bu nokta da sormak istiyorum Kim Ki Duk’cuğum: niye bu kadar hödük olmak zorunda esas oğlan karakter? gerek yok ki! esas hanım kızımızın deliliği’ne odaklanmamız gerekirken esas oğlanın filmin başındaki halleri nedir allasen?

kim ki duk cevap verir:
- e iste oğlanın hödüklüğü kızı delirten.
drifter atılır:
- ne münasebet canım, kızı delirten aşk hali olmalıydı, aşkın nesnesi değil ki sen hiç anlamamışsınız mevzuyu )


kız kaygı bozukluğunun nirvanasına erişip kafayı çizdikten sonra kendini bir estetik kliniğine atar ve
fiziksel görünüşünü tümüyle değiştirmek istediğini söyler. Doktor orada, bunu iki kolundan tutup akıl hastanesine götüreceğine, kanlı bir ameliyat videosu izletir falan filan.
ilahi kim ki duk!

Kız klinikten bambaşka , yabancı bir kadın olarak çıkar. Ameliyat izleri iyileşip Tamamen doğal bir görünüme kavuşur kavuşmaz da gider sevgilisini bulur. Bu arada Ji woo onun yokluğunda yalnızlık basına vurmuş, şahken şahbaz olmuş; hödüklükte zirve yapmıştır. Ancak bu esnada kendisini terkettiğini düşündüğü sevgilisine çok aşık olduğunu farketmiştir.  Ji woo penceresinden bakarsanız aşıkken terk edilmiştir, kafası bozuktur bu duruma.

esas kızımız başka bir kız olarak Ji woo’yla bir ilişkiye başlar. Ji woo yeni sevgilisine açık açık eski sevgilisine aşık oldugunu, ama onun tarafından anlamsızca terk edildiğini söyler. (hödük diyorum inanmıyorsunuz :)  Bu ş mdi yeni sevgili olan eski sevgili esas hanım kızımızın kafasını yine bulandırır; kız yine su kaynatmaya başlar. bu sefer de yeni kendisini eski kendisinden kıskanır filan...
filmin bundan sonrasını bilmem izler misiniz ama; belki izlersiniz diye anlatmayayım. Sulandırmamak icin zor tutuyorum zaten...

Neyse arkadaşlar filmin bir kaç tane birden sorunsalı var ama ilki ve temel olanı 'biz aslında neye aşık oluruz?’; 'arzu nesnemizin görüntüsü duygu durumumuzda ne kadar etkilidir?’

aslında kim ki duk, benim burada gömdüğüm kadar kötü bir film çekmemiş tabiiki... melodram olsun istemiş; naturel ironi de olsun demiş; metaforik öğeler içerse fena mı olur diye düşünmüş;
e tabi sonuç itibariyle kompakt bir film olmamış. Dağınık yani.
metaforlar havalarda uçuşuyor, yakalayabilirsen ne ala...
sanki 'fill in the blanks’

mesela filmin adı  ‘zaman'
aşk üzerinde tam bir ikilem yaratıyor.
iliskiyi eskiterek yıpratıyor aynı zamanda iki insan arasındaki yaşanmışlıkları biriktirerek bağı güçlendiriyor.
insanı yaşlandırarak arzu nesnesi olmaktan çıkartıyor, aynı zamanda olgunlaştırarak bilgeleştiriyor.
herşey bir trade off yani.



Bir sonraki filmimiz yine uzak doğu sineması ama bu kez şiir gibi çekilmiş bir film. Toni Takitani.