1 şubat’a kadar devam eden bir sergi var sakıp sabancı
müzesinde… gitmek lazım; bir miro tablosu önünde birkaç dakika durmak lazım…
rüyada pencere açmak gibidir Miro tabloları… yaşarken bunları görmek lazım (Not; Çarşambaları tüm gün ücretsiz
gezilebilirmiş müze.)
1937 l'été- summer
Bu bloğu takip edenler bilirler müze gezmeyi severim;
ressamların büyük koleksiyonlarının sergilendiği müzeleri özellikle. O müzelerin
giriş katlarında kitapçı olur (kimisi için hediyelik eşya dükkanı da
diyebiliriz) sanat kitapları indirimli satılır o dükkanlarda ve ben bu fırsatı
pek kaçırmamaya çalışırım.
Elimde o kitaplardan biri var orada Miro diyor ki;
“I try to apply colors like words that shape poems, like
notes that shape music.”
yani
“renkleri şiirleri oluşturan kelimeler gibi; müziği
oluşturan notalar gibi uygulamaya çalışırım”
petit universe
Renklere dikkat!
Miro resmini birkaç akımın içinde görebilirsiniz; Miro
sürrealisttir muhakkak, biraz kübizm öğeleri vardır; Picasso’yla bir geçmişi
var filan, memleketlisi ne de olsa…
fakat renkleri kullanışı…
Fauvism diye bir akım duymuş muydunuz?
Matisse desem?
Çünkü bu akımın yaratıcısı Matisse’dir ama Miro kulağı
geçmiştir…
tüpten çıktığı gibi çiğ ve bağıran renklerin bu şekilde
doğrudan kullanıldığı bir akım Fauvism / fovizm
Matisse’in de aralarında bulunduğu 3 ressamın ortak
sergisinde fark edilmiş ve adı konulmuş bir akım
Louis Vauxcelles; dönemin mühim sanat eleştirmenlerinden
biri tarafından. yıl 1905.
Bir matisse tablosu önünde, elinde şarap kadehi ile durup
şöyle demiş olabileceğini hayal ediyorum.
“Vahşi bir hayvan gibi azizim!”
“Les fauves” wild beasts anlamına geliyor. Akımın adı da
buradan geliyor.
İşte Miro bu akımın yaşamasına ve gelişmesine en büyük
katkıyı yapmıştır sanat hayatı boyunca…
Tabi renklerden ötesi var onun resminde.
Rüyalı, sürprizli, yıldızlı filan şeyler…
Femmes, oiseaux, étoiles, 1942
Women, birds, stars
Miro barcelona’da doğmuş ama Picasso sayesinde Paris’teki
sürrealist ortama akmış bir dönem; Paris'teki ilk yıllarında Paul Eluard, Antonin Artaud ve en çok da Tristan
Tzara ile takılmış…
Şiire düşkünlüğü biraz Akdenizliliğinden biraz da bu
ortamlardan…
Onun için resimden bahsederken hep şiirle karşılaştırarak
çıkarımlara varıyor mesela şöyle demiş
“The painting rises
from the brushstrokes as a poem rises from the words. The meaning comes later.”
Yani "resim fırça darbelerinden, şiir kelimelerden çıkar.
Anlamsa sonradan gelir."
Femmes, serpent-volant, étoiles, 1942
Women, flying-snake, stars
benim en şiirsel bulduğum tablosu ise;
'l'ampollo de vi' yani 'bi şişe şarap' tablosu.
son olarak size The Farm'ın hikayesini anlatıyorum ve Miro dosyasını kapatıyorum.
"The Farm" Miro'nun 9 ay boyunca gece gündüz uğraştığı, resmen doğum sancısı çektiği tablosu.
Bu tabloda bir katalan dağ köyü olan Mont Roig'deki çiftlik evini resmeder. Paris'te Picasso'nun himayesinde ve evinde kalırken; tutunmaya çalıştığı dönemde yapmıştır. Tabi orası da ilginç; Paris'e gelirken Picasso'yu tanımadığı söyleniyor; Annesi tanırmış Picasso'yu... Ailevi dostlukları nasıl kuvvetliyse Paris'de Picasso Miro'ya epey bakmış; hatta bir resmini satın almış falan.. Neyse işte o dönemlerde başlamış bu tabloyu yapmaya... öyle takıntılı çalışıyormuş ki bu tabloyu tamamlamak için rahatlayabilmek ve güçlenmek için akşamları boks salonuna gidiyormuş. Earnst Hemingway'le orada tanışmışlar.
9 ay sürmüş tabloyu tamamlaması... hamilelik gibi resmen.
Hemingway de tabloyu almayı kafasına takmış bu süre içinde.
5000 Franc verip almış sonunda tabloyu. Hemingway; o güne kadar en çok para verip aldığı tablodan 4250 Frank daha pahalı olduğunu söylüyor The Farm'ın. Neden bu kadar çok istediğine gelince tamı tamına kendi kelimeleriyle;
"It has in it all that you feel about Spain when you are there and all that you feel when you are away and cannot go there. No one else has been able to paint those two opposing things."
şöyle çevireyim
"onda, ispanya'dayken ispanya'ya dair hissedebileceğiniz; ve ispanya'dan uzaktayken ve oraya gidemiyorken hissedebileceğiniz herşey var. Hiç kimse bu iki tezat şeyi (aynı anda) çizemez."
ve sonra şunu diyor;
"After Miró had painted The Farm, and after James Joyce had written Ulysses, they had a right to expect people to trust the further things they did, even when people did not understand them."
yani
Miro The Farm'ı çizdikten ve James Joyce da Ulysses'i yazdıktan sonra ; her ikisinin de, insanların onların sonradan yapacakları işlere güveneceklerini beklemeye hakları vardı; her ne kadar insanlar o işleri anlamamış olsalar da...
(çevirisi biraz bulanık oldu)
işte The Farm