30 Mayıs 2020 Cumartesi

AÇIK VE SEÇİK BİR BAKIMA DA BELİRSİZ GÜNLER # 7


Pazar günü Istanbul’a uyandım. Hava güzeldi. Çok güzeldi. Acıkmıştım. Bizimkiler sağolsunlar oldukça organik bir kahvaltı hazırlamışlardı simit çay detaylı. Ama ben pide, lahmacun, börek filan yemek istiyordum sabah sabah. Yiyeceğimden de değil belki; masada olsaydı...  Simit, çay, beyaz peynir, organik zeytin; çeşitli otlar; özlediğim şeyler bunlar değildi. Tilburg’da kralını buluyordum bunların. Evet, simit de dahil.
Bişey demedim. Çıkıntılık yapmak, mide bulandırmak, heves kaçırmak istemedim.

 Ne demiş Dostoyevski?

Bana kalırsa insanın en iyi tanımlanması şöyle olmalı: İki ayaklı nankör bir yaratık. Hepsi bu kadarla kalsa gene iyi. Çünkü böylece en büyük kusuru unutulmuş olurdu. İnsanın en büyük kusuru, Nuh tufanından başlayıp Schlezwig-Holstein dönemine değin süren, alnının kara yazgısı olan erdemsizliğidir. Erdemsizlik ve buna bağlı olarak ölçüsüzlük. Ölçüsüzlüğün erdemsizlikten ileri geldiği çoktandır bilinen bir gerçektir.

Erdemsiz damgası yememeli insan bi lahmacun uğruna.

Çayımı tazelemeye kalktığımda Merve’ye mesaj geldi. Telefondan başını kaldırınca sordu:

- Akşam gece yürüyüşü var gelicen mi?
- O ne be?
- kadınlar günü şeysi.
- Kadınlar günü mü?  sahi, 8 mart değil mi bugün? zaman, mekan, durum... hepsi karışık bende şimdi daha bi kendime gelemedim. Gece yürüyüşü de yeni moda mı?
- Feminist gece yürüyüşü. Bu sene bi başka coşkulu. Kadın cinayetlerine protesto filan.
- Yürütmezler yav olay çıkar.
- Çıkar, çıkıyo tabi, olay çıkmadan olmaz zaten.
- Akşam maç var ben maça davetliyim,  sen yürü.
- yook, pazartesi iş var yürüyemem ben de.
- e sen yürüme, ben yürüme; kim yürüyecek?
- yürürler onlar dert etme sen. hahaha!
- Hem kadınım, hem emekçiyim ben. simdi de tatildeyim. Bi çay da bana doldur ayaktayken.

Sonra bi kuş geldi balkon demirine tünedi.



'sohbet muhabbet bi yere kadar, bi çıksana balkona' der gibi baktı.

Balkona çıktım. Denize baktım. sol köşeden,  kıvrılan akyolun üstünden boğaz görünüyordu, bir iki gemi vardı hatta. Tam karşımda ise set set binalar; kimisinin yüzleri soyulmuş, iyice eskimiş; kimisi yenilenmiş. Tuhaf bi texture. Başkurtla pürtelaşı ayırt etmeye çalıştım. On küsur sene önce Başkurtta oturduğum evi aradım bitişiknizam balkonların içinde. Biri önde biri arkada iki odası vardı.  Üçlü kanepem sığmadığı  için balkona koymuştuk. freelance çeviri yaparak haftasonuna partileyecek parayı kazanmaya çalıştığım gamsız hayatımın o doneminin pazar günleri geldi aklıma ve o kanepe balkondaki... bütün gün sigara sarıp kuşları seyrettiğim üstünde. Gökçe’ye sordum.
- Başkurttaki evimi hatırlıyor musun?
- evet tabi.
- şu yıkık binanın iki çaprazındaki mi sence?
- bakayım... hımmm.... yook bence buradan görünmüyor. o gösterdiğin çok yukarda; sıraselvilerin ucu ora.
- hadi ya?
- evet gözün yanılıyor. Bak şu binayı görüyor musun?  o Purtelaş'ta işte.
- aa evet sokağın kıvrıldığı yer. buradan görünmüyor haklısın. Ahmet’in bakkal da görünmüyor.
-yok görünmez.


Çok sağlıklı ve huzurlu hissettim bir an. Ve keyifli ve enerjik. Kendimi sokaklara vurmak, yürümek, bir iki mekana uğramak istiyordum. Ama bir tutukluk vardı bizim kızlarda, bi uyumsuzluk vardı aramızda sanki. Sıla hasretinin verdiği eforiye yordum. Onlardaki pazar mahmurluğuyla çarpışıyordu. Kimsenin benimle sokak arşınlayası yoktu haliyle.

Kahvaltıdan sonra bi bahaneyle kapının önüne çıkıp kedi sevdim; peynir filan verdim. Biraz yürüdüm, sonra biraz daha... Baktım kazancı, sonra Ülker sokağın başına gelmişim. Oldu olacak bi meydana çıkayım dedim, çıkamadım.
Meydan yoktu.
Panikledim.
Etap’a döndüm.
Etap’tan hesap sorasım geldi. ‘Sen buna nasıl izin verdin’ der gibi baktım binanın yüzüne. Sonra Garanti şubesine baktım aynı ifadeyle. Tekrar meydana döndüm. öfkemi kusacak yer arıyordum; kızacak biri, bişey. Kendime kızacak halim yoktu ya.  Ne eksik, tek tek ayırdına varmaya çalıştım. Boğazım yanıyordu. Gözlerimde daha önce hissetmediğim bir ağrı hissettim. Harbiye tarafına gözüm takıldı. Mete caddesi bi garip görünüyordu. Hayır hayır Mete caddesi ayan beyan görünüyordu. Durduğum yerden Mete caddesini görmek saçma birşeydi. Arkamı döndüm.Gezi pastanesi köşede duruyordu da yanında bir inşaat vardı. anlam veremediğim bir boşluk... Tekrar otele ve bankaya döndüm. Yıkılın karşımdan diyecek oldum.
Meydan yoktu. yok olmuştu. Yanımdan geçen insanlara Taksim meydanı nerede diye sorasım geldi? Burası! diyeceklerdi.
Olric ‘lütfen efendimiz, yapmayın.’ dedi. 'Nefes alın.’
Nefessiz kalmıştım.

- Peki ya hava kararınca ne olacak?

eller yukarı 

gece soğuktan diken diken ürpermiş bir meydan saati gördüm:bir,diyordu. tramvay rayları bilenmiş,gizli yağmurların hınzırlığından,kaldırımlar incecik ıslanmıştı. nikotin ve alkol sonra kolkola girdiler,hayalet taksilerin sabaha doğru aktığı köşebaşından,büyük parmakkapı sokağına devrildiler. bayrakları yırtılmış bir geceydi bu:her pasajında hain namluları saklanmış,her telefon zilinde ölüm haberleri parlayan;yıldızları dönük,yenik bir gece. arka beyoğlunda,allah bilir,her on dakikada bir kadın yırtılıyordu. birazdan orman bıyıklı çöpçüler,sokak aralarından,siklamen rujlu dudaklar,balgam tabiatında gözler,kesik memeler süpüreceklerdi. halbuki ömer haybo,iç cebinde,neuilly(seine) damgalı mektuplar;birbiir ardınca bitmez tükenmez cıgaralara biniyor,gecenin sabaha bulaştığı yerde asıl kaybettiğini,yani kendisini arıyordu:çirkin,tutkulara tutkun ve en önemlsi ulaşılmaz hergele! aslında ömer haybo kim? doğudan bakarsan yaşaması en yüksek S. saatinde bozulmış yarı gavur bir batılı;batıdan bakarsan hiçbir vakit gerçek kimiliğini "ibraz edememiş"uyurgezer bir doğulu! bütün bunların dışında cinnet çarşısının dişlileri arasında,(kim ne derse desin),ölümle alışverişi olan,yarı insan yarı alkol bir hayal!böyle böyle çarşımızın gerçeğine ulaşıyoruz:bir saatinden tut bir başka saaatine git,işte bu beyoğlunda ölünmekle çürünmek arası bir kirlilik yaşanıyor; tek tek,boyanmış dudak,kırık diş,traşlı ense ve bozuk böbrek olarak!
ama dur,önce beyoğlu kim? benim,yani beyoğluyum. piçim,bir rivayete göre bir bizans tekfurunun piçiyim,bir başkasına göre soho'nun ve st-germaindes-pres'nin. tünelin oralarda galip dede caddesinden başlıyorum; bar bar,otel otel,meyhane meyhane,bir alkol yalnızlık ve nikotin ağacı gibi açılıp,taksim meydanında bitmiyorum. nasıl bitebilirim? 



Devam edecek...

Hiç yorum yok: