gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
"Tecavüzcülerin çoğu büluğ çağının fırtınaları arasında yolunu kaybetmiş aşıklardır. Uyuşturucu satanlar arasında Breaking Bad vakaları zannettiğinizden daha yaygındır."
Normalde artık bukkkadar saçma iki cümleyi yanyana gördüğünde insan hsssttr ordan! der geçer ama geçemiyoruz kalıyoruz. Niye kalıyoruz?
e çünkü bunu söyleyen adam Türkiye'nin en prestijli lisesini bitirip Yale'de felsefe, Colombia Üniversitesinde siyaset bilimi okumuş; 23 yaşında Grundrisse'yi çevirmiş, çevirirken bir de 100 sayfalık önsöz yazmış; sonra insan hakları derneği bu adama özgür düşünce ödülü vermiş. falanmış filanmış...
Herhalde ondan sonra kayış koptu...
işte Türkiye işte aydını!
karısının kafasından aşağı kakasını boşalttığında bu nasıl olabilir bu adam bir kadına , karısına bunu nasıl yapabilir demiştim. Meğer antropoz çağının fırtınaları arasında tuvaletin yolunu kaybetmiş adamcağız. No big deal!
Sartre'ın "Hell is other people!" dediğini, simonla takıldığını, mescaline gibi tonla halelülü ilaçları kullandığını, günde iki paket sigara içtiğini, bir gözünün başka bir yere baktığını (belki de sırf bu sebepten mütevellit), Lacan'la iyi dost olduğunu hatta bi ara yengeçlerle kafayı bozduğunu bile biliyorduk... Ama kediden haberim yoktu valla. Şu kedinin yakışıklılığına bakar mısınız? "Hell is other people!" diyen sartre değil de kediymiş meğer! Kedinin adı Nothing bu arada.
James Hetfield astrofizik doktoru olmuş. doktora tezinde şunu analiz ediyormuş; "micro-lensing in gravitationally lensed quasars to yield measurements of the structure of their continuum emission regions!!! " Alla' tamamını erdirsin diyelim ne diyelim? bu günlerde teju cole'un open city'sini okuyorum. niçin derseniz çünkü bu günlerde pek revaçta kendisi kültür sayfalarında.... gelecek vaadeden yazarlar şeysinde, (kültür söz konusu olduğunda sanki bir gelecek varmış gibi!!) bi de böyle bir web sitesi var; http://www.tejucole.com/photography/ hoş bir adam olsa gerek! aslında known and strange things diye yeni bir kitabı çıktı. Ben onu okumak istiyorum ama o daha gelmemiş benim kitapçıya, Open city'si var dedi kitapçı; "yok o bende var" dedim. bende yok ama bookz.org'da bi sürü linki var. 'Indiriyosun beş dakkada beşiktaş' desem kadıncağzın morali bozulurdu demedim. çok tatlı bir kadın çünkü, kitapları sarı zarfların içine koyup zarfı çiçekli stikırlarla kapatıyor... neyse indirdim Open city'i okuyorum. kitap Death is a perfection of the eye. cümlesiyle başlıyor. kitap yazacaksanız kesin en az bunun kadar havalı bir cümle bulmalısınız. ne yazık ki ilk 50 sayfasında hiç bişey olmadı. heyecan verici birşey olursa haber veririm.
4+4+4 diye bilinen 6287 sayılı yasamız var malum. Bir de “Milli Eğitim Talim ve Terbiye Kurulu” var. Hiç gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz? Bu Milli Eğitim Talim ve Terbiye Kurulundakileri diyorum!! Eğitim, Talim, Terbiye??? Nasıl tiplerdir? Ne yerler, ne içerler? Nasıl otururlar, nasıl kalkarlar? Ne düşünürler?
Hakkaten ne düşünürler?
Neyse bu beyler, hanfendiler (baayan da vardır herhalde içlerinde) şeye karar vermişler yeni..
4+4+4’ün ilk dörtlüğündeki müzik ve resim derslerini haftada 1’e indirmeye karar vermişler. Ve indirmişler! Tabi 5.5 yaşındaki çocuğa haftada bi saat müzik bi saat de boyama yeter.
Ondan sonra bu cemaat nasıl vücuda yayıldı, kaç dalga kemo versek de kurtulsak???
Kurtulamazsın arkadaş!
İnsanlara yaşamayı yasaklayarak, kendini ifade etme biçimlerini kısıtlayıp sakatlayarak, kendin yapamıyorsun yapmıyorsun diye başkalarının ürettiklerini mundar ederek, toplumu iğdiş ederek, hiçbir yaşam kalitesi, hiçbir zevki hiçbir hobisi olmayan çocuklar yetiştirerek daha çok saplanırsın batağa…
Sonra nooluyo bu çocuklar büyüyo; gelişmemiş ruhları hayattan beklentilerini belirliyor: para ve/veya iktidar. Aaa damat cemaatçi çıktı! Ne çıksaydı? Sizin kızlarınızdan beklentiniz neydi ki? Kızlarınıza ensesi kalın veya eli kolu uzun damatlar seçtiniz, seçtirdiniz aaa onlar da cemaatçi mi çıktı? Ne yazık, tüh!
Neyse diyeceğim o yani…
aynı tas aynı çemberlitaş...
Hani bi ara tayyipsiz akepe konsepti vardı. Dindarı da laiki de buna razıydı. varsa yoksa derdimiz Tayyip'ti hani. Bumerang ters geldi; fetosuz cemaat’e döndü iş. Yani Türkiye kaldığı yerden yola devam. Düzen aynı düzen; gidiş aynı gidiş; darbe aynı darbe; halk/cemaat aynı halk/cemaat; terör aynı terör; depresyon aynı depresyon.
yani
Kafam bozuk ama hayat da kısa, bak bugün de Gaziantep patlamış 50 kişi birden…söylemeye dilim yazmaya elim varmıyor.
Onun için bazı kararlar aldım, bugün itibarıyle didem arslan seyretmeyi bırakıyorum, yine gaste okumadığım günlerime dönüp maç seyrederken televizyonu mute’a alıp müziğin sesini açıcam! Her ne kadar soğuk ve steril olsa da yaşanabilir tek kıtada yaşama şansım olduğu için şükredip; gezip görebildiğim, nefes alabildiğim, haftada bir saatten fazla müzik dinleyebildiğim için kendimi suçlu hissetmeyi bırakıcam.
ve sizleri de bu kafası iyi pazar sabahında yeni bir drifter yapımıyla baş başa bırakıyorum.
mekan Kahire; sanatçımız "El Seed" sadece gökyüzünden bir bütün olarak görünebilecek bu devasa kareografik graffiti'yi 50 bina yüzeyi kullanarak yapıyor.
ismi PERCEPTION yani ALGI...
insan işi değil canım...
büyük resim ancak bakış açınızı değiştirdiğinizde ortaya çıkıyor
yani Mokattam Dağının tepesinden baktığınızda arapça biliyorsanız
İskenderiyeli Aziz Atanasius'un vaazlarından alıntı şu dizeleri okuyacaksınız;
"günışığını tam görmek isteyen önce gözlerini/gözyaşlarını silecek."
Şu maça 4 sene oynadığı takımın sahasına Muslera'nın kaptan çıkması gerekirdi. Istememiş olabilir; o, haza beyfendiliğinden. Biraz düşünseler anlarlardı.
işte Galatasaray bu yüzden bu halde bugün...yazık!
"çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona birşeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkamayanlarla dolu, asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar. ... Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapılmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. sokağa hep birden çıksınlar..." Kafasından geçene güldü. Duraktakiler dönüp baktılar. Kadının biri kaşlarını çattı. Sokakta kendi kendine sesli gülünemeyeceğini bilmeyen yoktu. "Ne adamlar be. Güldüysem güldüm, size ne?" Duramadı orda, yürüdü. Eve gitmeyecek. İçindeki 'sinemadan çıkmış kişi'yi öldürdüler. Sağ kalan sıkıntılı, kızgın...
Aylak Adam- Yusuf Atılgan
sinemadan çıkmışlıklarınız bol olsun!
neyse
Tanrı hayatta, Brüksel'de yaşıyor! izbe bir evde, bilek kısmında iki verev çizgi olan beyaz çorapların üstüne giydiği önü açık çirkin plaj terlikleriyle dolaşıyor. epey bön bir karısı bıcırık bir kızı var; oğlunun akıbeti hepimizin malumu...
çok boktan bi' herif, kafası acayip bozuk.
daha anlatayım mı?
seyeredicek misiniz?
Günlerdir yağmur yağmur yağmur yağmur; pus, pus, bulut, bulut,bulut, sonra yine yağmur, yağmur, yağmur...
sonra birden bir sabah bi uyanıyorsun Alllaaah güneş tatilden dönmüş.
insanın hemen kendini sokağa atası geliyor;
ama sokakta bi gariplik var
şöyle ki;
üstüme iyilik sağlık sabah sabah bi olaylar olmuş bu kasabaya hayırdır inşallah?
noooluyo Albayım?
Bak valla bi ürktüm şimdi! Kaldım böyle kot tişört sokaklarda rezil rüsva! Bari parti nerde onu söyleyin.
ilk olarak;
woody baba'nın son filmi
Joaquin Phoenix ve Emma Stone'lu Irrational Man bi eksik olmuş.
bişey var
karakterler mi birbirine ısınamamış; senaryodan mı hoşlanmamışlar; para mı az gelmiş...
aslında kısa film de olurmuş; ya da biraz daha uzatıp iki film mi çekilseymiş bilemedim; karar veremedim.
ama bi tutukluk var.
ama ne olursa olsun Woody Allen Woody Allen'dır.
mevzu ayrı keyiflendirdi, Onur Tukel hem yönetmen hem oyuncu olarak ayrı keyiflendirdi. Her ne kadar Amerika'da büyümüş ve yaşıyor olsa da Türk olması ve görünmesi ve kökünü bu kadar sağlam ifade edebilmesi, tutarlılığı ayrı keyiflendirdi...
yani diyeceğim o ki;
pazar günü öğleden sonra acayip iyi gider!