gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
7 Ocak 2015 Çarşamba
6 Ocak 2015 Salı
5 Ocak 2015 Pazartesi
Joan Miró Ferra; çocukça rüyalar, halüsinasyonlar, kuşlar, yıldızlar, renkler ve iştah
1 şubat’a kadar devam eden bir sergi var sakıp sabancı
müzesinde… gitmek lazım; bir miro tablosu önünde birkaç dakika durmak lazım…
rüyada pencere açmak gibidir Miro tabloları… yaşarken bunları görmek lazım (Not; Çarşambaları tüm gün ücretsiz
gezilebilirmiş müze.)
1937 l'été- summer
Bu bloğu takip edenler bilirler müze gezmeyi severim;
ressamların büyük koleksiyonlarının sergilendiği müzeleri özellikle. O müzelerin
giriş katlarında kitapçı olur (kimisi için hediyelik eşya dükkanı da
diyebiliriz) sanat kitapları indirimli satılır o dükkanlarda ve ben bu fırsatı
pek kaçırmamaya çalışırım.
Elimde o kitaplardan biri var orada Miro diyor ki;
“I try to apply colors like words that shape poems, like
notes that shape music.”
yani
“renkleri şiirleri oluşturan kelimeler gibi; müziği
oluşturan notalar gibi uygulamaya çalışırım”
petit universe
Renklere dikkat!
Miro resmini birkaç akımın içinde görebilirsiniz; Miro
sürrealisttir muhakkak, biraz kübizm öğeleri vardır; Picasso’yla bir geçmişi
var filan, memleketlisi ne de olsa…
fakat renkleri kullanışı…
Fauvism diye bir akım duymuş muydunuz?
Matisse desem?
Çünkü bu akımın yaratıcısı Matisse’dir ama Miro kulağı
geçmiştir…
tüpten çıktığı gibi çiğ ve bağıran renklerin bu şekilde
doğrudan kullanıldığı bir akım Fauvism / fovizm
Matisse’in de aralarında bulunduğu 3 ressamın ortak
sergisinde fark edilmiş ve adı konulmuş bir akım
Louis Vauxcelles; dönemin mühim sanat eleştirmenlerinden
biri tarafından. yıl 1905.
Bir matisse tablosu önünde, elinde şarap kadehi ile durup
şöyle demiş olabileceğini hayal ediyorum.
“Vahşi bir hayvan gibi azizim!”
“Les fauves” wild beasts anlamına geliyor. Akımın adı da
buradan geliyor.
İşte Miro bu akımın yaşamasına ve gelişmesine en büyük
katkıyı yapmıştır sanat hayatı boyunca…
Tabi renklerden ötesi var onun resminde.
Rüyalı, sürprizli, yıldızlı filan şeyler…
Femmes, oiseaux, étoiles, 1942
Women, birds, stars
Miro barcelona’da doğmuş ama Picasso sayesinde Paris’teki
sürrealist ortama akmış bir dönem; Paris'teki ilk yıllarında Paul Eluard, Antonin Artaud ve en çok da Tristan
Tzara ile takılmış…
Şiire düşkünlüğü biraz Akdenizliliğinden biraz da bu
ortamlardan…
Onun için resimden bahsederken hep şiirle karşılaştırarak
çıkarımlara varıyor mesela şöyle demiş
“The painting rises
from the brushstrokes as a poem rises from the words. The meaning comes later.”
Yani "resim fırça darbelerinden, şiir kelimelerden çıkar.
Anlamsa sonradan gelir."
Femmes, serpent-volant, étoiles, 1942
Women, flying-snake, stars
benim en şiirsel bulduğum tablosu ise;
'l'ampollo de vi' yani 'bi şişe şarap' tablosu.
son olarak size The Farm'ın hikayesini anlatıyorum ve Miro dosyasını kapatıyorum.
"The Farm" Miro'nun 9 ay boyunca gece gündüz uğraştığı, resmen doğum sancısı çektiği tablosu.
Bu tabloda bir katalan dağ köyü olan Mont Roig'deki çiftlik evini resmeder. Paris'te Picasso'nun himayesinde ve evinde kalırken; tutunmaya çalıştığı dönemde yapmıştır. Tabi orası da ilginç; Paris'e gelirken Picasso'yu tanımadığı söyleniyor; Annesi tanırmış Picasso'yu... Ailevi dostlukları nasıl kuvvetliyse Paris'de Picasso Miro'ya epey bakmış; hatta bir resmini satın almış falan.. Neyse işte o dönemlerde başlamış bu tabloyu yapmaya... öyle takıntılı çalışıyormuş ki bu tabloyu tamamlamak için rahatlayabilmek ve güçlenmek için akşamları boks salonuna gidiyormuş. Earnst Hemingway'le orada tanışmışlar.
9 ay sürmüş tabloyu tamamlaması... hamilelik gibi resmen.
Hemingway de tabloyu almayı kafasına takmış bu süre içinde.
5000 Franc verip almış sonunda tabloyu. Hemingway; o güne kadar en çok para verip aldığı tablodan 4250 Frank daha pahalı olduğunu söylüyor The Farm'ın. Neden bu kadar çok istediğine gelince tamı tamına kendi kelimeleriyle;
"It has in it all that you feel about Spain when you are there and all that you feel when you are away and cannot go there. No one else has been able to paint those two opposing things."
şöyle çevireyim
"onda, ispanya'dayken ispanya'ya dair hissedebileceğiniz; ve ispanya'dan uzaktayken ve oraya gidemiyorken hissedebileceğiniz herşey var. Hiç kimse bu iki tezat şeyi (aynı anda) çizemez."
ve sonra şunu diyor;
"After Miró had painted The Farm, and after James Joyce had written Ulysses, they had a right to expect people to trust the further things they did, even when people did not understand them."
yani
Miro The Farm'ı çizdikten ve James Joyce da Ulysses'i yazdıktan sonra ; her ikisinin de, insanların onların sonradan yapacakları işlere güveneceklerini beklemeye hakları vardı; her ne kadar insanlar o işleri anlamamış olsalar da...
(çevirisi biraz bulanık oldu)
işte The Farm
'l'ampollo de vi' yani 'bi şişe şarap' tablosu.
son olarak size The Farm'ın hikayesini anlatıyorum ve Miro dosyasını kapatıyorum.
"The Farm" Miro'nun 9 ay boyunca gece gündüz uğraştığı, resmen doğum sancısı çektiği tablosu.
Bu tabloda bir katalan dağ köyü olan Mont Roig'deki çiftlik evini resmeder. Paris'te Picasso'nun himayesinde ve evinde kalırken; tutunmaya çalıştığı dönemde yapmıştır. Tabi orası da ilginç; Paris'e gelirken Picasso'yu tanımadığı söyleniyor; Annesi tanırmış Picasso'yu... Ailevi dostlukları nasıl kuvvetliyse Paris'de Picasso Miro'ya epey bakmış; hatta bir resmini satın almış falan.. Neyse işte o dönemlerde başlamış bu tabloyu yapmaya... öyle takıntılı çalışıyormuş ki bu tabloyu tamamlamak için rahatlayabilmek ve güçlenmek için akşamları boks salonuna gidiyormuş. Earnst Hemingway'le orada tanışmışlar.
9 ay sürmüş tabloyu tamamlaması... hamilelik gibi resmen.
Hemingway de tabloyu almayı kafasına takmış bu süre içinde.
5000 Franc verip almış sonunda tabloyu. Hemingway; o güne kadar en çok para verip aldığı tablodan 4250 Frank daha pahalı olduğunu söylüyor The Farm'ın. Neden bu kadar çok istediğine gelince tamı tamına kendi kelimeleriyle;
"It has in it all that you feel about Spain when you are there and all that you feel when you are away and cannot go there. No one else has been able to paint those two opposing things."
şöyle çevireyim
"onda, ispanya'dayken ispanya'ya dair hissedebileceğiniz; ve ispanya'dan uzaktayken ve oraya gidemiyorken hissedebileceğiniz herşey var. Hiç kimse bu iki tezat şeyi (aynı anda) çizemez."
ve sonra şunu diyor;
"After Miró had painted The Farm, and after James Joyce had written Ulysses, they had a right to expect people to trust the further things they did, even when people did not understand them."
yani
Miro The Farm'ı çizdikten ve James Joyce da Ulysses'i yazdıktan sonra ; her ikisinin de, insanların onların sonradan yapacakları işlere güveneceklerini beklemeye hakları vardı; her ne kadar insanlar o işleri anlamamış olsalar da...
(çevirisi biraz bulanık oldu)
işte The Farm
Etiketler:
Günün tablosu,
Joan Miro,
müze gezileri,
resim sanatı
19 Aralık 2014 Cuma
Gecenin parçası ve öylesine okumalar...
"Şaşırt beni" diyordu cocteau'ya Serge Diaghilev . Bu buyrukla kendisi için her zaman değişim durumunda , dolayısıyla tapılası, hayranlık verici kalacak ölçüde yenileyici, yaratıcı ve dahice olması için yalvarıyordu ona.-
28 Kasım 2014 Cuma
23 Kasım 2014 Pazar
21 Kasım 2014 Cuma
15 Kasım 2014 Cumartesi
Öyle içimden geldi...
Sen bağırdığında dünya susar: kendi dünyanla uzaklaşır.
Her zaman alamadığından daha fazlasını ver. Ve unut. Böyledir kutsal
yol.
Dikeni çiçeğe çeviren, şimşeği köreltir.
Şimşeğin bir tek evi vardır, birçok patikası. Ev yükselir, patikalar
kırıntısız.
Küçük yağmur yaprakları sevindirir ve geçip gider kendini
adlandırmadan.
Yılanların mahkum ettiği köpekler olabilir ya da ne olduğumuzu
susturabilirdik.
Akşam kurtulur çekiçten, insan yüreğine zincirlenmiş kalır.
Yer altındaki kuş, yeryüzündeki yasın şarkısını söyler.
Yalnız siz, çılgın yapraklar, siz doldurursunuz yaşamınızı.
Bir kitabın ölmeye geldiği bir plajı alevlendirmeye bir demet kibrit yeter.
Açıktaki ağaç yalnız. Rüzgarın kucaklaması ondan daha fazla yalnız.
Şimdiki zamanın kuşkusu ve sözünün hiç kazınmadığı uzakta kızıllığın
bu kör kayası olmasaydı, meraksız gerçek kansız kalırdı. Her sözü
kendimize vaadederken, onu terkederek ilerliyoruz.
Rene Char - Dağınık Terim
13 Kasım 2014 Perşembe
5 Kasım 2014 Çarşamba
2 Kasım 2014 Pazar
alıntı
eğer insan dikkatin sıçramalarını ölçebilseydi, göz kaslarının çalışmasını, ruhun sarkaç hareketlerini ve insanın kendini bir caddenin akışı içinde ayakta tutabilmek için harcamak zorunda olduğuçabanın tümünü hesaplayabilseydi;o zaman büyük bir olsılıkla ortaya atlas'ın dünyayı taşımak için gereksindiği gücü gölgede bırakan bir büyüklük birimi çıkardı ve insan günmüzde hiç birşey yapmayan bir insanın bile ne büyük bir çalışma gerçekleştirdiğini ölçebilirdi.
Niteliksiz Adam - Robert Musil
1 Kasım 2014 Cumartesi
drifter's pick; black mirror!!!
hafta sonu izlemek için şahane dizi önerisi;
yani drifter proudly presents;
black mirror... sadece 3 bölümünü bulabildim diğerlerini arıyorum...
ingiliz yapımı!!!
daha doğrusu televizyonun dahi çocuğu charlie brooker yapımı!
hazır lopçular için link; http://www.dizist.com/dizi/black-mirror/
29 Ekim 2014 Çarşamba
19 Ekim 2014 Pazar
14 Ekim 2014 Salı
11 Ekim 2014 Cumartesi
milli takıma gönderme gecenin parçası;
hayır o değil de milli maç bileti niye 80 tl? yoksa stat dolarsa daha doğrusu stat yandaş olmayanlarla dolarsa futbol direk-törü, federasyon başkanı ve hatta bilhassa hükümet çok pis protesto edilir diye mi? yoksa tamamen iyi niyetli bir basiretsizlik de ben mi çok kötü niyetliyim?
10 Ekim 2014 Cuma
kolaj kafası; zinonos
hey bizim zamanımızda resim dersleri vardı;
hala duruyor mu yoksa dinimiz resimden pek haz etmediği için rsim dersleri müfredattan şuttingen ştrasse edilmiş olabilir yani... ne bileym öyle şeyler duyuyoruz ki..
neyse bir zamanlar vardı resim dersi ve hoca bazen kolaj yaptırırdı. üff ben bayılırdım; kendimden geçerdim kolaj yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım... bir tek kolaj yapmayı severdim zaten çünkü çizmeye yeteneksizim ne yazık!
neyse
anthony zinonos diye bir adam var; kolajları bi thaf hisler uyandırıyor;
çok minimal ama...bi farklı işte
bakın;
just go talk- git ve konuş!
snowdays - kargünleri
jetlagging-
Ace hotel
faults
hala duruyor mu yoksa dinimiz resimden pek haz etmediği için rsim dersleri müfredattan şuttingen ştrasse edilmiş olabilir yani... ne bileym öyle şeyler duyuyoruz ki..
neyse bir zamanlar vardı resim dersi ve hoca bazen kolaj yaptırırdı. üff ben bayılırdım; kendimden geçerdim kolaj yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım... bir tek kolaj yapmayı severdim zaten çünkü çizmeye yeteneksizim ne yazık!
neyse
anthony zinonos diye bir adam var; kolajları bi thaf hisler uyandırıyor;
çok minimal ama...bi farklı işte
bakın;
just go talk- git ve konuş!
snowdays - kargünleri
jetlagging-
Ace hotel
faults
dalmaçyalı
the very first collage i remember was a ransom note to my parents. the note read; "we have our children - send 2,500,000 " my sister and i never did receive that money... diye başlıyor kitabının önsözü.
web sitesinde bir sürü kolaj var ben en çok 'personal work' dediklerini beğendim. diğerleri reklam kampanyalarında kullanılanlar ve dergilere çıkanlar filan onlar da güzel tabi...
bir de 'Burt'ün Arıları' için yapılmış bu animasyon...nefis!
9 Ekim 2014 Perşembe
Drifter's Pick! Internet's own Boy the story of AARON SWARTZ
O kendini astığı sıralarda ben Türkcell'de iphonuma yeni koruyucu bant taktırıyordum. öğle saatleriydi 11 ocak 2013; kızcağız insanüstü bir özenle bandı telefonun ön yüzüne hatasız ve bir seferde yapıştırmaya çalışırken; telefona kasko yaptırmak ister miyim diye sormuştu. Nedenini hiç bilmiyorum ama o gün telefonuma kasko yaptırasım gelmişti. Geçenlerde telefonumun ekran ışığında bir tuhaflık farkedince aklıma kasko yaptırdığım geldi ve kaskonun hala geçerli olup olmadığını anlamak için poliçeye baktım. 11.ocak 2013 Aaron Swartz'ın 26 yaşında kendini astığı gün...
bazı insanlar ne tuhaf pek çoğumuzun bir ömür adasak yapamayacağımız işleri böyle yirmi yılda filan becerip sonra da eyvallah diyip gidiveriyorlar bu acınası dünyadan.
neyse bu film izlenmeli arkadaşlar;
internette var. search engine'de harcayacağınız bir kaç dakikaya bakar;
Aaron Swartz blogger camiasından vefa bekler!
filmin adı;
internet's own boy.
Filmi korsan film sitelerinden online izleyin aaron swartz ın ruhu şaadolsun.
Trailer'ı burada;
http://vimeo.com/ondemand/internetsownboy/94238859
sonra da
www.aaronsw.com 'da Raw Thought adlı bloğuna göz atmak isteyenler olur belki.
özellikle Raw Nerve başlıklı 7 yazılık seri tavsiye edilir.
Hacker la internet aktivist arasındaki felsefi farkı anlamak için...
Not; bloğuna bakınca hiç de öyle kendini asacakmış gibi durmuyor ama...
Yoksa acaba...neyse ben bişey demiyeyim artık.
bazı insanlar ne tuhaf pek çoğumuzun bir ömür adasak yapamayacağımız işleri böyle yirmi yılda filan becerip sonra da eyvallah diyip gidiveriyorlar bu acınası dünyadan.
neyse bu film izlenmeli arkadaşlar;
internette var. search engine'de harcayacağınız bir kaç dakikaya bakar;
Aaron Swartz blogger camiasından vefa bekler!
filmin adı;
internet's own boy.
Filmi korsan film sitelerinden online izleyin aaron swartz ın ruhu şaadolsun.
Trailer'ı burada;
sonra da
www.aaronsw.com 'da Raw Thought adlı bloğuna göz atmak isteyenler olur belki.
özellikle Raw Nerve başlıklı 7 yazılık seri tavsiye edilir.
Hacker la internet aktivist arasındaki felsefi farkı anlamak için...
Not; bloğuna bakınca hiç de öyle kendini asacakmış gibi durmuyor ama...
Yoksa acaba...neyse ben bişey demiyeyim artık.
Yeni 'Blog kış dönemi' hayırlara vesile...
yeni yayın dönemine biraz gecikmeli fakat şahane bi parçayla iştirak edeyim de sonra önemli bir belgesel filmden bahsetcem...
In The Shade by Moullinex & Best Youth from Tiago Ribeiro // BOLD CS on Vimeo.
http://youtu.be/u7XzzXGAGhY
In The Shade by Moullinex & Best Youth from Tiago Ribeiro // BOLD CS on Vimeo.
http://youtu.be/u7XzzXGAGhY
16 Eylül 2014 Salı
Günün şarkısı arkadaşlar; chelsea fm acid pauli kafası
Leonard cohen arada şunları diyor;
"I have no program, I have no five-year plan. … It doesn’t mean that you shouldn’t have one! I just
move from hotel to hotel, and from bar to bar, and by the grace of the One above occasionally a song comes, and I remember sitting at this particularly obnoxious Polynesian restaurant where they served a kind of coconut drink that was particularly lethal and sinister which contained no alcohol but a certain chemical that demoralized you entirely. And I remember writing on one of their very badly designed napkins, “I remember you well at the Chelsea Hotel…”
I remember you well adlı parçanın sözlerini ve aslında parçanın adandığı şarkıcının janis joplin olduğuna dair tevatürü şu linkten okuyabilirsiniz;
http://www.leonardcohen-prologues.com/chelsea_hotel.htm
15 Eylül 2014 Pazartesi
gecenin filmi ; o kadar bi'tuhaf ve o kadar guzel ki...
Circle of Abstract Ritual from Jeff Frost on Vimeo.
İşte jeff frost diye bir adam yaşıyor, fotoğraf çekiyor, resim yapıyor, müzik yapıyor, yıldızlara bakıyor falan filan...
Bak bu da web sitesi; http://www.jeff-frost.com
İşte jeff frost diye bir adam yaşıyor, fotoğraf çekiyor, resim yapıyor, müzik yapıyor, yıldızlara bakıyor falan filan...
Bak bu da web sitesi; http://www.jeff-frost.com
13 Ağustos 2014 Çarşamba
11 Ağustos 2014 Pazartesi
9 Ağustos 2014 Cumartesi
Bi epeydir günün şarkısı; a hard rain's gonna fall
http://m.youtube.com/watch?v=kgpF5VjWO34
Not: Valla dylan abimin güzel yüreğine sağlık yannız bişey diyeceğim; bu parçayı da kimse paul simon un karısından daha hisli okumamıştır. Bence öyledir yani...
Etiketler:
bob dylan,
drifter'ın ölüp bittiği şarkılar,
Edie brickell,
yağmur
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)