5 Ocak 2015 Pazartesi

Joan Miró Ferra; çocukça rüyalar, halüsinasyonlar, kuşlar, yıldızlar, renkler ve iştah


1 şubat’a kadar devam eden bir sergi var sakıp sabancı müzesinde… gitmek lazım; bir miro tablosu önünde birkaç dakika durmak lazım… rüyada pencere açmak gibidir Miro tabloları… yaşarken bunları görmek lazım  (Not; Çarşambaları tüm gün ücretsiz gezilebilirmiş müze.)

1937 l'été- summer

Bu bloğu takip edenler bilirler müze gezmeyi severim; ressamların büyük koleksiyonlarının sergilendiği müzeleri özellikle. O müzelerin giriş katlarında kitapçı olur (kimisi için hediyelik eşya dükkanı da diyebiliriz) sanat kitapları indirimli satılır o dükkanlarda ve ben bu fırsatı pek kaçırmamaya çalışırım.
 Elimde o kitaplardan biri var orada Miro diyor ki;  
“I try to apply colors like words that shape poems, like notes that shape music.”
yani
“renkleri şiirleri oluşturan kelimeler gibi; müziği oluşturan notalar gibi uygulamaya çalışırım”


petit universe

Renklere dikkat!


Miro resmini birkaç akımın içinde görebilirsiniz; Miro sürrealisttir muhakkak, biraz kübizm öğeleri vardır; Picasso’yla bir geçmişi var filan, memleketlisi ne de olsa…
fakat renkleri kullanışı…
Fauvism diye bir akım duymuş muydunuz?
Matisse desem?
Çünkü bu akımın yaratıcısı Matisse’dir ama Miro kulağı geçmiştir…
tüpten çıktığı gibi çiğ ve bağıran renklerin bu şekilde doğrudan kullanıldığı bir akım Fauvism / fovizm
Matisse’in de aralarında bulunduğu 3 ressamın ortak sergisinde fark edilmiş ve adı konulmuş bir akım
Louis Vauxcelles; dönemin mühim sanat eleştirmenlerinden biri tarafından.  yıl 1905.
Bir matisse tablosu önünde, elinde şarap kadehi ile durup şöyle demiş olabileceğini hayal ediyorum.
“Vahşi bir hayvan gibi azizim!”
“Les fauves” wild beasts anlamına geliyor. Akımın adı da buradan geliyor.
İşte Miro bu akımın yaşamasına ve gelişmesine en büyük katkıyı yapmıştır sanat hayatı boyunca…

Tabi renklerden ötesi var onun resminde.
Rüyalı, sürprizli, yıldızlı filan şeyler…


Femmes, oiseaux, étoiles, 1942
Women, birds, stars

Miro barcelona’da doğmuş ama Picasso sayesinde Paris’teki sürrealist ortama akmış bir dönem; Paris'teki ilk yıllarında Paul Eluard, Antonin Artaud ve en çok da Tristan Tzara ile takılmış…
Şiire düşkünlüğü biraz Akdenizliliğinden biraz da bu ortamlardan…
Onun için resimden bahsederken hep şiirle karşılaştırarak çıkarımlara varıyor mesela şöyle demiş
 “The painting rises from the brushstrokes as a poem rises from the words. The meaning comes later.”

Yani "resim fırça darbelerinden, şiir kelimelerden çıkar. Anlamsa sonradan gelir."

Femmes, serpent-volant, étoiles, 1942
Women, flying-snake, stars

benim en şiirsel bulduğum tablosu ise;
'l'ampollo de vi' yani 'bi şişe şarap' tablosu.


son olarak size The Farm'ın hikayesini anlatıyorum ve Miro dosyasını kapatıyorum.

"The Farm" Miro'nun 9 ay boyunca gece gündüz uğraştığı, resmen doğum sancısı çektiği tablosu.
Bu tabloda  bir katalan dağ köyü olan Mont Roig'deki çiftlik evini resmeder. Paris'te Picasso'nun himayesinde ve evinde kalırken; tutunmaya çalıştığı dönemde yapmıştır. Tabi orası da ilginç; Paris'e gelirken Picasso'yu tanımadığı söyleniyor; Annesi tanırmış Picasso'yu...  Ailevi dostlukları nasıl kuvvetliyse Paris'de Picasso Miro'ya epey bakmış; hatta bir resmini satın almış falan.. Neyse işte o dönemlerde başlamış bu tabloyu yapmaya... öyle takıntılı çalışıyormuş ki bu tabloyu tamamlamak için rahatlayabilmek ve güçlenmek için akşamları boks salonuna gidiyormuş. Earnst Hemingway'le orada tanışmışlar.
9 ay sürmüş tabloyu tamamlaması... hamilelik gibi resmen.
Hemingway de tabloyu almayı kafasına takmış bu süre içinde.
5000 Franc verip almış sonunda tabloyu. Hemingway; o güne kadar en çok para verip aldığı tablodan 4250 Frank daha pahalı olduğunu söylüyor The Farm'ın. Neden bu kadar çok istediğine gelince tamı tamına kendi kelimeleriyle;

  "It has in it all that you feel about Spain when you are there and all that you feel when you are away and cannot go there. No one else has been able to paint those two opposing things."

şöyle çevireyim

"onda, ispanya'dayken ispanya'ya dair hissedebileceğiniz; ve ispanya'dan uzaktayken ve oraya gidemiyorken hissedebileceğiniz herşey var. Hiç kimse bu iki tezat şeyi (aynı anda) çizemez."

ve sonra şunu diyor;

"After Miró had painted The Farm, and after James Joyce had written Ulysses, they had a right to expect people to trust the further things they did, even when people did not understand them."
yani

Miro The Farm'ı çizdikten ve James Joyce da Ulysses'i yazdıktan sonra ; her ikisinin de, insanların onların sonradan yapacakları işlere güveneceklerini beklemeye hakları vardı; her ne kadar insanlar o işleri anlamamış olsalar da...
(çevirisi biraz bulanık oldu)

işte The Farm




19 Aralık 2014 Cuma

Gecenin parçası ve öylesine okumalar...


"Şaşırt beni" diyordu cocteau'ya Serge Diaghilev . Bu buyrukla kendisi için her zaman değişim durumunda , dolayısıyla tapılası, hayranlık verici kalacak ölçüde yenileyici, yaratıcı ve dahice olması için yalvarıyordu ona.-