8 Mart 2014 Cumartesi

Rene Magritte yazı dizisi #2 Georgette öncesi rene magritte; ilk yıllar

Yıl 1912, Sambre Nehrinden bir kadın cesedi çıkarılır. Gecedir ve köprünün üstü çok kalabalıktır. Dehşet uğultulu kalabalığın üzerinde dalga dalgadır. Kadının beyaz geceliğinin etekleri başına doğru sıyrılmış tüm yüzünü boğarcasına örtmüştür.  Rene’nin hafızasına kazınan ve hayatı boyunca gözlerinin önünden gitmeyecek olan bu görüntü Rene’nin annesine aittir.

İşte bu en sevdiğimiz magritte’lerden biri;   LOVERS tablosu

Magritte Freud’dan epey etkilenmiş olmasına rağmen freudyan düşünceye düşman biriymiş… eserlerinin yorumlanmasına da karşıymış doğal olarak ama bazı kritikler Magritte’le psikolojik gelişiminin arasında bir bağ olduğunu savunuyorlar… özellikle 13 yaşında yaşadığı bu trajedinin yaratıcılığında etkisi olduğunu düşünüyorlar.
Peki ama gerçekten gördü mü?
Bir kısmı bu trajediyi hayalinde canlandırmış olabileceğini savunuyorlar… Görmüş olamazmış, duymuş olabilirmiş.   
Burada görme biçimleri devreye giriyor.
Bir obsesyon olarak görme ve bakış….bir fiksasyona varan yol.
Yasağa bakma, mümkün olmayan bakış, agresif bakış… bunlar Magritte tablolarında deneyimlediklerimiz.
Kendisinin de vurguladığı gibi; görmek bir fiili bir durumdur; edilgen değil etkinsinizdir.

Dolayısıyla;

Rene’nin gördüğü şey Regina Magritte’nin intiharla sonuçlanan bir buhran süreci yaşadığı ve bu dönemin  Rene’nin ergenlik çağına denk düştüğü… Bu bir Edgar Poe sendromu;  Ergenlikte genç anneyi/ilk sevgiliyi ölüme verme…
Biraz daha geriye gidelim.
İlk yağlıboya tablosu 1910 tarihli; bu tablo sayesinde  babasının Rene’nin yeteneğini takdir ettiği ve resim dersleri aldırarak onu bir ressam olmaya teşvik ettiği söyleniyor.  Bu önemsiz bir ayrıntı değil. Magritte’in içinde bulunduğu aile ortamı hakkında bilgi veriyor. Baba çok sık şehir değiştiren bir tüccar; ileri depresyondaki anne hem fiziksel hem zihnen tükenmenin eşiğinde (iki yıl içinde intihar edecek) ve iki küçük erkek kardeş (biri müzisyen biri iş adamı olacak ileride)… ve Magritte resim 
dersleri alıyor…
Annenin trajik ölümünden sonra Charleroi’ye taşınıyorlar, o yıl 1913’de önemli bir şey oluyor. Şu meşhur Georgette’i panayırda görüyor.  Georgette daha 12 yaşında o zaman, Rene 15.
Burada 16 yaşında
1914’de aile, Alman işgali yüzünden Chatelet’e geri dönüyor. Ama Rene kendi ayakları üzerinde 
durma sevdasına Brüksel’e gitmeye karar veriyor; 1915’de bir öğrenci yurduna yerleşiyor… beş sene 
Güze Sanatlar Akademisi’nde “free student” statüsünde ders alıyor (yani sınava girme mecburiyeti olmayan öğrenci) dolayısıyla bir diploma vermiyorlar.
Orada dönemin önemli sanatçılarının atölyelerine katılma fırsatı buluyor; özellike dekor resminde önemli bir isim olan sembolist ressam Constantin Monstald’ın stüdyosuna devam ediyor.
Bu arada o dönemde pek etkilendiği bir şey var; romandan uyarlanan 1913-1914 Fantomas film serisi.  

Bu fantom figürü Magritte’in alter egosu olacak ileride de bazı tablolarında sıklıkla kullandığı figür.
Man from the sea 1927
 Bu dönemde bir yandan ‘Renghis’ adıyla gizemli öyküler yazmakta.  Georges Eekhoud’dan   aldığı edebiyat dersleri ufkunu epey açmış olacak… Bu adamın portresini 4 defa çizmiş.
İki kişi daha var;
Abstract’a eğilimini başlatan Belçikalı ilk abstract ressam Victor Servranckx  ve bir süre stüdyosunu paylaştığı yakın arkadaşı Pierre Louis Flouquet.

Ortam bu; Rene epey bohem bir ortamın içinde görünüşte olmasada ortamın en bohem hayatına sahip takılıyor… bunun kendi yarattığı bir tarz bir stil olduğu sonradan fark edilecek.
Neden görünüşte olmasa da dedim? Çünkü tuhaf bi şekilde çok ciddi bir görünümü var. özellikle giyim tarzı; ressam değil sanırsınız evkafta memur. Abartılı bir resmi giyim sitili.  Şapkası geniş ceketi bastonu ve piposu…  Bu görüntüsüyle de bir şey anlatıyor; bu resimden anladığımız şeyi belki de… Kendisiyle ötekiler arasına bu resmiyetle perde çekerek; içindeki yalnızlığı, öteki dünyayı örtüyor. 


Magritte tablolarında izleyici olarak maruz bırakıldığımız mühim bir durum bu. CONSTRUAL; örtme, gölgeleme, önüne geçme, kapatma anlamlarına geliyor.
(bir diğer ayrıntı dijital grafik dizaynda önemli bir kavram; fondaki imajın bir bölümünün başka bir katman üzerine getirilerek kaybedilmesi)

Neyse bununla ilgili başka şeyler de yazacağım ilerde.
Biz dönelim Rene’nin hayatının dönüm noktasına;  Rene işte o stüdyo senin bu atölye benim, 
fantomalar, esrarengiz hikayeler, abstract olsun ama, impresyonizm mi, smebolizm mi, kübizm mi? diye dolaşırken…yıl 1920 olmuş bu arada, botanik bahçesinde Georgette Berger’le tesadüfi bir şekilde ikinci kez karşılaşır.

9 yıl sonra…
Herşey böyle başlar…

4 Mart 2014 Salı

Rene Magritte Yazı Dizisi INTRO; Gözün ve zihnin Magritte'le imtihanı.


Uyur-uyanık, uyanmadan bir an öncesi;
ama bir an.
Fazla değil…
İşte o andan kalan bölük pörçük hafıza… Bir Magritte tablosu:  REM Uykusunun 1. Evresi


Hiç svevo okumuş muydunuz?

Zeno’nun Bilinci romanını çok severim; şu cümlelerin altı çizilidir benimkinde...

(Birinci sayfa)

Dün kendimi alabildiğine koyvermeyi denedim. Deneyim deliksiz bir uyku ile noktalandı…

 (Birkaç sayfa sonra )

Uyumak üzereydim, ama gözlerim hala güneşle doluydu, bir türlü kendimden geçemiyordum.

(Birkaç paragraf sonra)
Uykuya daldım sanıyordu, oysa tüm bilincimle uykunun üzerinde yüzüyordum ben.
İşte Svevo ilk yirmi sayfada böyle uyutur sizi…

Önce şunun farkına varıyoruz.

Fact:    seeing is an act!


kiss 1938 

bu resme bakıp uykuya dalmayı deneyin.
evet tablonun ismi 'kiss' 'öpücük'...

Bu deneyim zihninizin bilincinizle imtihanı olacak…
yarın devam...

3 Mart 2014 Pazartesi

Brüksel; Magritte ve bir de günün şarkısı

vee sonunda Drifter muradına erer...


burada olmamın asıl amacı Rene Magritte;
40 yaşıma gelmeden yapmam gerekenler listesinde en üst sıralarda bulunan bu dileğimi sonunda gerçekleştiriyorum. 


Magritte Müzesi vay be! çok heyecanlı... Paul Mccartney'den arta kalan tüm koleksiyonun olduğu müze...


buradayım kapısının önünde!



hepsini anlatıcam;
şu nehre atlayıp intihar eden anne olayını, kelimeler ve imajlar mevzuunu, georgette mevzuunu, georgette'den önce ve sonra Magritte'i,  brüksel sürrealist sanat ortamcılığını,
Rene ve arkadaşlarının home movie oyunlarını
hepsini...

önümüzdeki bir kaç gün size bir dizi Magritte yazacağım;
hadi yine iyisiniz :)
şu yandaki fotoyu da magritte shop'un önünden çektim;
ah bavuluma sığsa o aynayı alacaktım...








1 Mart 2014 Cumartesi

utrecht;


Utrecht;

Yağmurluydu sabah. Tren garından meydana doğru yürüdüm;

Aslında artık hissi olarak yönümü bulabiliyorum, birilerine sormayı bıraktım. Az çok old town’un nereye düştüğünü kestirebiliyorum. Çünkü bütün Avrupa şehirleri aynı sistemi takip ediyor.

Ama burada başka bişey var; nerede olursanız olun görebileceğiniz bişey;  Upuzun bir katedral kulesi…Dom Tower, Hollandalılar DOMTOREN diyorlar. İşte orada… amma heybetli...meydan da onun etrafında olmalı.









            







Meydana iner inmez; biraz da hava yağmurlu ve kasvetli bugün; aklıma çocukken seyrettiğim gülün adı filmi geliyor, hani sean Connary’li, Jean jaques Annaud’un filmi. Ne acayip bir çağrışım…filmi hayal meyal hatırlıyorum. Ama koku aynı, buram buram ortaçağ…



Çok karakterli bir şehir Utrecht. Burada da kanal boyu var; amsterdam’la aynı diyeceğim ama diyemiyorum işte… başka bişey var burada…

Yağmurdan herhalde…

Bilmiyorum başka bişey!

Mimaride Gotik tarzın en meşhur örneklerinden birinin dibindeyim. Başımı kaldırıp en ucuna bakıyorum ürkünç bir yapı. Kuleye çıkmalıyım diyorum. Çıkılabiliyormuş çünkü…

Sadece tourist guide eşliğinde ve 10-15 kişilik gruplar halinde… gruba dahil oluyorum. Çok sevimli bir rehberimiz var 6 çocuk 3 alman bir ben ve 8 hollandalı 112.5 metre uzunluğundaki  ve bilmem kaç on yüz küsur merdiven çıkarak ulaşabileceğimiz kulenin tepesine doğru yola koyuluyoruz.

Tur bir saat sürüyormuş, dinlene dinlene çıkacağız.

İlk etapta kulenin yapımıyla ilgili bilgileri alıyoruz. Burası aslında kuleyle birlikte bir katedral kompleksi olacakmış. İnşaata  kuleyle başlanmış.

yapıma 1321’de başlanmış kule tam 61 yılda bitmiş. Tam da bitmiş diyemiyoruz çünkü planlanandan sapılmış; para yetmemiş. Aslında mevzu şu; burası dinsel olarak önemli bir merkez Netherlands’da… kule de archibishop yani baş piskopozun güç gösterisi olacak. Öyle pahalı, öyle ihtişamlı ve aynı zamanda öyle estetik bir yapı yapılacak ki…
Kimin parasıyla?

Cennet tapusu aldıklarını düşünen zavallı insancıkların parasıyla...

Düşününce insanlık pek ileriye gitmiyor be! aynı alıklık devam ediyoruz… bazıları da bugün  ayakkabı kutularından kuleler yapıyor…
neyse.

Kule katedralle birleştirilememiş, bir de şehir  1674’de bir hortum afeti atlatmış. Acayip birşeymiş; katedralin yarısını götürmüş diyorlar; ve pek çok evi filan… ama kuleye hiç bir şey olmamış; hiç bir şey…insanın aklı almıyor…

İkinci etapta çan kulesine ulaşıyoruz; çocuklar çok hayran ve çok mutlu… şunu fark ediyorum çocukları refleksif olarak heyecanlandıran ve mutlu eden bazı formlar var ve şeyler… çan bunlardan biri kesin… burası çan dolu bir oda… acayip bişey, irili ufaklı bir sürüler… sayamıyorum.

Hepsinin isimleri var. Rehber tek tek sayıyor; en büyük olanın ismi Salvator. Çapı 230cmmiş. Ağırlığı tam 8200 kilo. Sesini duymak istiyoruz;  rehber grubun en küçüğünü seçiyor; eline kocaman bir baget veriyor; var gücünle vur diyor. Böylece salvator’un sesini duyabiliyoruz. Aslında yasakmış…

Ve sonunda beklenen an…

Kulenin tepesine ulaşıyoruz. Acayip esiyor… dondum; ellerim titreye titreye fotoğraf çekmeye çalışıyorum.

Allam bu nasıl bir düzlük…Amsterdam’a kadar görünüyor….



başka resimler baurada

http://photographicworksofthedrifter.blogspot.com.tr/2014/03/utrecht.html




















17 Şubat 2014 Pazartesi

Yeni trend; tram sessions

Will and the people Mr. Sketchy

Passenger Holes

vance Joy Riptide

8 Şubat 2014 Cumartesi

Çok güzel cumartesi şarkısı; vitrin



Cimbom bugün maçı alır, fener yarın kaybederse kafaları...

7 Şubat 2014 Cuma

6 Şubat 2014 Perşembe

Sabahın parçası; sleepy sun sioxsie blaqq

  
http://m.youtube.com/watch?v=B2W-tV_W1o4N