gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
26 Ağustos 2013 Pazartesi
24 Ağustos 2013 Cumartesi
yoldaki drifter'dan tutarsız zaman notları # 7 ; milano graffiti
Bu graffiti'ye bakıp da Milano'da çok muhteşem grafitiler gördüm sanmayın; bu çok istisna! merkezde öyle fazla street art kabilinden graffiti yok, o sea denen arkadaş merkezden uzak mahallelerde takılıyormuş.
merkezde daha çok commercial graffiti dediğimiz; "tabelaya ne para vericem alırım şurdan iki kutu sprey veririm gencin eline şahane resim çizer kepenge" zihniyetiyle yapılmış kepenk üstü grafitisi var;
çok görmek istiyorsanız bir kaç fotoğraf çektim; şurada http://photographicworksofthedrifter.blogspot.com/2013/08/graffiti-milano-2013.html
red kit güzel olmuş onu tuttum.
22 Ağustos 2013 Perşembe
14 Ağustos 2013 Çarşamba
yoldaki drifter'dan zamansız tutarek notları # 5
Bu arada şehirden uzak bir yerde epey durdum. Sahi ne
yapmıştı şehir bizlere, aklıma bile gelmedi… çalılar diz boyu, sararana kadar
bekledim, çalıların arası bir dolu yaşam, çalılar sararana kadar kimileri
dayanamadı öldüler, kimisi yaşıyor fazla düşünmeden. ‘İçimde bir tedirginlik’
günleri geçmiş gibi, ara ara olurdu, ne zamandır yoktu, geride bıraktım. Böceklerden
hiç ürkmedim, ürkebilirmiş gibi göründüm hep. Beni öyle bildiler. Sonra çok
sıcak oldu, çok sıcak çok dert olmadı hiç benim için. Yağmur yağar toprak çamur
olurdu, öyle de oldu bir ara,
yağdı … çamur oldu…
ozaman neden çamurluk değil de bataklık? Ve tek bir bataklık
ismi bile bilmediğimi fark etttim… bataklıklara neden isim koymuyoruz…şöyle
büyücek bir bataklık bulursam ona bir isim vermeye karar verdim; ıslanma devam etseydi biraz daha; çalılar
sararmaktan vazgeçmek üzereydiler. Ben de çalıbozan bataklığı koyacaktım adını
durduğum yerin. Çok sıcak yine… üşümekten
iyidir, ıslanmaktan iyidir, yooo niye
öyle dedim ki? ıslanmak iyi geldi
aslında. Mühim değil bazen sözler
düşünceleri kısıtlar ya da tam tersi olur. olmaz mı? ıslanmak fena bişey
değildir diyeceğim buydu, çamur da pis değildir. üşümekti fena olan…sabaha
karşı geliyordu o da…yıldızlar sönüyordu da ondan diyip geçiştiriyordum.
Yeniden ortaya çıkıyoruz, ellerimde karıncalanmalarla.
Toprağa basıyorum. Nasıl da kasten ve bu sakinleştiriyor beni. Karıncalardan da
küçük karıncılar bileklerimden yol bulup dizlerime doğru tırmanıştalar.karnıma
varacaklar mı? onlara izin veriyorum, kaşıntıya aldırmadan, zaten çok sıcak ve
kimseyi öldüresim yok. Belki de rüzgarda hareket eden çalılar sararırken
oluyordu bunlar, toprağa basan insan hep tedirgindir.
Doğruluyorum başımı topraktan kaldırıp; hala toprağa basıyor
ayaklarım. Yüzümü güneşten çektim, saçlarımın nemi boynumu serinletiyor, çok
fazla böyle kalamam. Belki bir süre daha.
Sonra yürüdüm, sözcükleri durup beklemedim, onlar ağar
ağar…yetişemezlerse geri döneceğim belliki... yan yatarsam toprağa yanağımı
koyup, yüzümü güneşten çekebilirim boynumu ağrıtmadan. Çünkü güneş sadece
yüzüme çok sıcak.
13 Ağustos 2013 Salı
yoldaki drifter'dan tutarsız zaman notları # 3
Yola çıkmadan önce almıştım kitapçıdan yeni çıkanlar rafında
görüp; Susan Sontag; 1947-1963 arasında
tuttuğu günlükler ve defterlerin derlemesi YENİDEN DOĞAN; agora kitaplığından ilk basımı Haziran 2013; lise arkadaşım Begüm’ün çevirisi
üstelik; daha bir heveslendirdi beni bu
durum. Begüm hem çok iyi çevirmendir hem de ne tatlı insandır. Begüm’ü hemen arayasım geldi ama sonra
dönünce ararım dedim; hep böyle oluyor, Salman Rushdie çevirilerini okurken de
böyle olmuştu; Begüm’ü hep arayasım var ya neyse…
Sontag da
15 yaşında şöyle yazmış defterine;
“Bütün varlığım öyle gergin öyle
beklenti dolu ki…”
tam sopalıkmışsın Susan Sontag...
tam sopalıkmışsın Susan Sontag...
yoldaki drifter'dan tutarsız zaman notları #2
uyanmamı bile beklemedin sabah alacağın olsun!
hayatta unutmam ben bu günü.
5 ağustos 2013'ü günlüğüme not düşüyorum. (evet hala bir günlüğüm var çok şükür.)
Rimbaud'dan şu satırlarla hislerimi anlatmak istiyorum;
"daha çok adaletten sakınmalı. -Hayat zor, alıklaşma basit, - duyarsızlaşmış yumruk, tabutun kapağını hafifçe kaldırmak, içine oturmak, boğulmak.. Böylece ne yaşlanma, ne de tehlikeler söz konusu: terör fransıza göre değil.
De profondis Domine, (Enginlerden seni çağırdım ya Rab!) ben ne aptalım!"
hocaya 86 yıl vermişler pes!
Ahmet Erhan sen de, bir gün daha ölmeseydin ya!
hatırladım bak şey dediğini bir anda;
'ölsem kimsenin umrunda olmayacak
öyleyse beni alnımdan öpsene toprak!'
gidiyorum ben ya!
bozburun kalkan 3.5 saat
Etiketler:
Ahmet Erhan,
boğazımı düğümleyen ölümler.,
Rimbaud,
Yalçın Küçük
11 Ağustos 2013 Pazar
Yoldaki drifter'dan tutarsız zaman notları #1
-yoldaki insan nedir?
-zaman.
(Eduardo Galeano’dan inciler…)
-Yoldaki drifter nedir?
-inconvenience (tam Türkçesini de bulamadım kelimenin iyi
mi?) + tutarsız zaman.
(Drifter’dan inciler…)
İstanbul bozburun arası 12 saat. Babasının tabutunu o meşhur
yelkenli Seddülbahir’e koyup birlikte yelken basan genç adamın efsanesi anlatılıyor, bozburunda bir cennet bahçesinde…sonra bu genç adam gelip elimizi sıkıyor hoşgeldiniz diyor. Hoşbulduk! emin olunuz hoş bulduk! Emekle mucize aynı kapıya çıkar ya bazan; öyle bir yer burası… denizde yıkanıp suyu
ağaçlara içiren bir çekirdek aile bozdan bir burunu yeşile boyamış zamanında… zeytinlerin
arasında begonviller, zakkumlar, karanfiller, güller bitmiş…gelen giden mavi
boncuklar getirmiş, her yolu düşen bir renk bırakmış buraya.
6 suları; sudan diyaloglar:
- hadi suyun kıvamı için bir sıfat bul.
- kadife.
- kadife sıfat değildir.
- sen öyle san. Suyun hikayesini anlatayım mı?
- olabilir.
- en başta karıncanın beli bu kadar ince değildi.
- suyun hikayesini anlatacaktın.
- evet anlatıyorum sabret.
- karıncanın beli ince midir?
- öyle. Dinliyor musun?
- evet.
- karınca yuvarlaktı ve içi su doluydu. Tanrı da dünyayı
ıslatmayı unutmuş, karıncadan yardım istemiş.
Karınca da olmaz deyince Tanrı elleriyle karıncayı belinden
tutup sıkmış, karıncanın beli böylece incelmiş dünya da suyla dolmuş.
- yuh duyduğum en saçma şey.
- olabilir ama yaradılış hikayesi böyle.
- doğduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun misali.
- daha çok hangi birine inanayım kafası. Sence buraya o
piyanoyu nasıl getirmişler?
- sorma.
- Sen Süleyman Dirvana hakkında bir şey duymuş muydun daha
önce?
- hayır.
- ben de. Dirvana bir güvercin türüymüş bu arada…
Bozburun sözlüğü
Süleyman Dirvana (Prof. Dr.):
Denizci hekim; her yıl yelkenlisiyle, karısı oğlu ve köpeğiyle istanbul’dan
çıkar, bozburuna kadar karayoluyla ulaşılamayan köylere uğrar hasta bakar, ilaç
dağıtır ve yelken açarak bozburuna varırmış. 2010’da vefaat etmiştir.
Dirvana: Trabzon
Rize civarında rastlanan bir güvercin türü.
Seddülbahir: Süleyman
Dirvana’nın yelkenlisinin adı. Dirvana 1943’de askerliğini Seddülbahir’de
yapmış; Gelibolu yarımadasının ege denizine açılan kalesi… sonra satın aldığı
teknenin adını verecek kadara aşık olmuş seddülbahir’e diye anlatılıyor.
Dingi: (bir dingi’dir
gidiyor burada, optimist diyeceğim ama değil) tek kürekle giden kayığın ortasına yelken takmışsın gibi düşün; o
vaziyet. Fakat acayip hızlı gidiyor rüzgarı aldı mı…
29 Temmuz 2013 Pazartesi
27 Temmuz 2013 Cumartesi
Cumartesi filmi; WHY MAN CREATES/ SAUL BASS
Saul Bass, dahi grafik tasarımcı ve o en meşhur film afişlerini ve o meşhur filmlerin "title sequence" denilen açılış kısımlarını yapan adam ;
mesela;
vertigo, psycho, goodfellas, casino, falan filan bisürü... hatta madman'in title sequence'i tamamen Saul Bass tarzıdır ve özellikle öyle yapılmıştır. 1996 da ölmüş olmasaydı kesin kendisine yaptırırlardı.
bu aşağıdaki film ise karısı Elaine ile yaptıkları bir iş ve yönetmen olarak 1963'de Saul Bass'a Oscar getirmiş.
buyrun;
26 Temmuz 2013 Cuma
25 Temmuz 2013 Perşembe
23 Temmuz 2013 Salı
22 Temmuz 2013 Pazartesi
21 Temmuz 2013 Pazar
20 Temmuz 2013 Cumartesi
çocuk gibi küskünüm Leyla Erbil'e, bütün gün surat asıcam, belki biraz ağlayabilirim bile...
-başka bir şey ister misin?
-seni isterim ! ne yapıyorsun?
-ne mi yapıyorum,,, irmik helvası.
....
-ölmüş kuşakların geleneği bütün şiddetiyle yaşayanların üzerine çöker, değil mi?
- ne dedin, ne dedin? işitilmiyor buradan azıcık yükselt sesini.
-ölmüş kuşakların geleneği bütün şiddetiyle yaşayanların üzerine çöker, diyorum.
-irmik helvasını sevmediğini biliyorum ama ne yapayım özür dilerim.
-...
-bence herkes sever irmik helvasını, ben de severim, sen neden sevmezsin acaba?
-ben fransiskenleri severim!
-iyi edersin.
-bizim melamileri de severim,,,hani bir hırka bir sopayla dolaşan,,,
bu diyaloğun sonu "unutmam merak etme sen." diye bitiyor.
-seni isterim ! ne yapıyorsun?
-ne mi yapıyorum,,, irmik helvası.
....
-ölmüş kuşakların geleneği bütün şiddetiyle yaşayanların üzerine çöker, değil mi?
- ne dedin, ne dedin? işitilmiyor buradan azıcık yükselt sesini.
-ölmüş kuşakların geleneği bütün şiddetiyle yaşayanların üzerine çöker, diyorum.
-irmik helvasını sevmediğini biliyorum ama ne yapayım özür dilerim.
-...
-bence herkes sever irmik helvasını, ben de severim, sen neden sevmezsin acaba?
-ben fransiskenleri severim!
-iyi edersin.
-bizim melamileri de severim,,,hani bir hırka bir sopayla dolaşan,,,
bu diyaloğun sonu "unutmam merak etme sen." diye bitiyor.
3 Temmuz 2013 Çarşamba
29 Haziran 2013 Cumartesi
Bir dize takılır aklına, sonra bütün günün şiirle geçer...
Sabah 6:38 ne ayaksın sen gözlerim?
“Gözlerim sevgilim dehşetli ağrıyor…”
Daha birkaç saat olmuş oysa başucu
lambamı kapatalı, bu dize son okuduğum kitaptan bile değil;
yıllaaar önce
indirimli kitaplar rafından bulduğum incecik bir şiir kitabından…
Şöyle devam ediyor olsa gerek birkaç
dize sonrası
“Tut gözlerimden sabah büyüsün.”
Üşenme kalk bul çıkar o kitabı.
Sabah 6:44
Yapılacak daha iyi bir işin mi var?
Bir dize bütün akışı değiştirir bir
günde…
Leyla Şahin
Sevdiğim Leyla Şahin nemli sabaha
ne güzel yakışır…
Çay gibi
Gözlerim sevgilim o kadar da ağrımıyor şimdi hem.
Şiir güne nasıl yayılır?
Sis gibi…
Çay da çay olacak ama…
“bir kuş çoğalıyor havada
gözlerim taştı gözlerim”
Leyla Şahin; sahi
deden de mi şairdi senin?
Öyleydi değil mi?
En güzel çiçeklere su verirken düşünülür bir dize üzerine,
İnce belliden bir yudum alınır
Bir iki volta atılır,
Bir sandalye çekilir pencerenin önüne…
“bir gemi getirdim kapına: birlikte gidelim.
sen içli, uzun geceli kadınlar için yaratılmışsın,
uzun sabahlar için
buğday tarlaları, usulbaşlı geyikler, yollar için...
göğsüne düşür beni: yeryüzünün şarkılarını dinleyeyim orada…”
bir şiir kitabını öyle eline alıp okumaz insan sayfa sayfa, şiir okunmaz karıştırılır.
Şiir karıştırır insanı zira…
Şiir sabahı uzatır, çayı karartır, yüzünü aydınlatır, güneşi
çağırır…
Güneş illa icabet edecek diye bir şey yok tabi…
Limon sarısı begonya da nasıl güzel açmış.
11:42
Zeytinyağlı fasülye yapsam mı bugün?
Neden olmasın? Olur.
fasülyeleri yıkarken;
“su avaredir
güneş yağıyor gökten
su avaredir
halk için şiir yazmak istiyorum”
dizeleri aklımda…
Leyla Şahin; Halk Tv’yi
açalım, ajansı alalım biraz…
Bir iki direniş fotosu görelim, gönüllü seti reklamına milyon bilmem kaçıncı
kez gülelim kıs kıs…
Biraz sürer bu ayıklama işi, fasülye biraz kılçıklı ama taze
çok.
“çocuklarımıza kıyıyorlar kitaplarımıza günlerimize
böyle giderse bir değeri kalmaz ölümün bile
hemen şimdi gel !
o dağlardan gelen gemiler bacaları beyaz dumanı mavi
bir ovada yaslanır bir gülün göğsüne
elimdeki yağmur suya düşer ıslanır
gel
ben senin gözlerinde bir sabahım, gitmem
gel”
aynen öyle oluyor Leyla Şahin; aynen dediğin gibi…
kapat televizyonu.
bügün güneş nazlı, yine de biraz hava almalı sahile inip…
“bana kendini söylememiştin, bir ev
pencereden bakıyordu
-atlasa oradan
düşerdi –kimin yalnızlığına
yaramızdan gencidik ozaman
bir tren geçiyordu her sabah
kalbin dünyaya sığmadığı yerden
yol kadar gencidik o zaman”
hava çok nemli bugünlerde çamaşırlar tam kurumamış
biraz daha dursun dönünce toplarım.
Kapıdan çıkarken;
“sessiz harfler gibiydi ağaç
dalgınlık açıyordu bir daldan
bir dala geçerken akşam
ev kadar gencidik o zaman”
Yağmur yağabilir gibi, ince bir yağmurluğum vardı nereye
koymuştum?
Buldum.
Saat 13:13
Vay uğursuz saat…
“bahçelerin gölgesinde kuşu
bir düş gibi kollayan ağacın
kederinde sesinde bekledim
ayın kandili bitti
tütünüm bitti gelmedin”
Leyla Şahin; bırak sen de sigarayı artık…
Napolyon kiraza takıl valla!
Böyle havadan bir para gelirse sahildeki bütün banklara sırt
minderi yaptırıp bağışlayacağım,
Niyetim bu.
Allam bi de bana bu aylak günü bağışladığın için çok sağol
Makbule geçti ne diyim?
Leyla Şahin;
Sana ne diyim?
Bişey demiyeyim.
“-yolculukların sonu var mı?- / son yolculuk aşk: yıkar
gider boynunu,/ ardında ince bir rüzgâr bırakarak”
Saat 15:52
Bu saatten sonra çıkacak güneşten bi hayır gelmez zaten…
akşama mis gibi taze fasülye...
27 Haziran 2013 Perşembe
25 Haziran 2013 Salı
24 Haziran 2013 Pazartesi
Drifter's pick; en manidar direniş filmlerinden Sound of Noise
direniş demişken;
bu film!
Türkçe dublajlı izlemek için bu link;
23 Haziran 2013 Pazar
itaatsizlik modelleri;
Herkesin kendi itaatsizlik kafasını yaşadığı şu günlerde; kendimi "Devletin hiç bir yerden görünemeyeceği bir tepeye" attım. Nasıl olsa her yer direniş; bu halkın bitini kanlandırmayacaksın, ayranını kabartmayacaksın...
kendi sivil itaatsizlik kafamı şu playlistle yaşıyorum;
açılış track
sonra
sonra
sonra
"I was not born to be forced. I will breathe after my own fashion. Let us see who is the strongest."
(H.D. Thoreau- Civil Disobedience.)
Biri gelir de "neden buradasın?" diye soracak olursa cevabım hazır: "Sen neden burada değilsin?"
Etiketler:
Acid Pauli,
Calm,
Daft Punk,
Henry David Thoreau,
Labi Siffre,
Stavroz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)