11 Ağustos 2013 Pazar

Yoldaki drifter'dan tutarsız zaman notları #1

-yoldaki insan nedir?
-zaman.
(Eduardo Galeano’dan inciler…)

-Yoldaki drifter nedir?
-inconvenience (tam Türkçesini de bulamadım kelimenin iyi mi?) + tutarsız zaman.
(Drifter’dan inciler…)

29 temmuz olmalı...
İstanbul bozburun arası 12 saat. Babasının tabutunu o meşhur yelkenli Seddülbahir’e koyup birlikte  yelken basan  genç adamın efsanesi anlatılıyor, bozburunda  bir cennet bahçesinde…sonra bu genç adam gelip elimizi sıkıyor hoşgeldiniz diyor. Hoşbulduk! emin olunuz hoş bulduk! Emekle mucize aynı kapıya çıkar ya bazan;  öyle bir yer burası… denizde yıkanıp suyu ağaçlara içiren bir çekirdek aile bozdan bir burunu yeşile boyamış zamanında… zeytinlerin arasında begonviller, zakkumlar, karanfiller, güller bitmiş…gelen giden mavi boncuklar getirmiş, her yolu düşen bir renk bırakmış buraya.  



6 suları; sudan diyaloglar:

- hadi suyun kıvamı için bir sıfat bul.
- kadife.
- kadife sıfat değildir.
- sen öyle san.    Suyun hikayesini anlatayım mı?
- olabilir.
- en başta karıncanın beli bu kadar ince değildi.
- suyun hikayesini anlatacaktın.
- evet anlatıyorum sabret.
- karıncanın beli ince midir?
- öyle. Dinliyor musun?
- evet.
- karınca yuvarlaktı ve içi su doluydu. Tanrı da dünyayı ıslatmayı unutmuş, karıncadan yardım istemiş.
Karınca da olmaz deyince Tanrı elleriyle karıncayı belinden tutup sıkmış, karıncanın beli böylece incelmiş       dünya da suyla dolmuş.
- yuh duyduğum en saçma şey.
- olabilir ama yaradılış hikayesi böyle.
- doğduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun misali.
- daha çok hangi birine inanayım kafası. Sence buraya o piyanoyu nasıl getirmişler?
- sorma.
- Sen Süleyman Dirvana hakkında bir şey duymuş muydun daha önce?
- hayır.
- ben de. Dirvana bir güvercin türüymüş bu arada…



Bozburun sözlüğü
Süleyman Dirvana (Prof. Dr.): Denizci hekim; her yıl yelkenlisiyle, karısı oğlu ve köpeğiyle istanbul’dan çıkar, bozburuna kadar karayoluyla ulaşılamayan köylere uğrar hasta bakar, ilaç dağıtır ve yelken açarak bozburuna varırmış. 2010’da vefaat etmiştir.
Dirvana: Trabzon Rize civarında rastlanan bir güvercin türü.
Seddülbahir: Süleyman Dirvana’nın yelkenlisinin adı. Dirvana 1943’de askerliğini Seddülbahir’de yapmış; Gelibolu yarımadasının ege denizine açılan kalesi… sonra satın aldığı teknenin adını verecek kadara aşık olmuş seddülbahir’e diye anlatılıyor.  

Dingi: (bir dingi’dir gidiyor burada, optimist diyeceğim ama değil) tek kürekle giden kayığın ortasına yelken takmışsın gibi düşün; o vaziyet. Fakat acayip hızlı gidiyor rüzgarı aldı mı…



29 Temmuz 2013 Pazartesi

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Cumartesi filmi; WHY MAN CREATES/ SAUL BASS

Saul Bass, dahi grafik tasarımcı ve o en meşhur film afişlerini ve o meşhur filmlerin "title sequence" denilen açılış kısımlarını yapan adam ;
mesela;
vertigo, psycho, goodfellas, casino, falan filan bisürü... hatta madman'in title sequence'i tamamen Saul Bass tarzıdır ve özellikle öyle yapılmıştır. 1996 da ölmüş olmasaydı kesin kendisine yaptırırlardı.    
bu aşağıdaki film ise karısı Elaine ile yaptıkları bir iş ve yönetmen olarak 1963'de Saul Bass'a Oscar getirmiş. 
buyrun;


22 Temmuz 2013 Pazartesi

20 Temmuz 2013 Cumartesi

çocuk gibi küskünüm Leyla Erbil'e, bütün gün surat asıcam, belki biraz ağlayabilirim bile...

-başka bir şey ister misin?
-seni isterim ! ne yapıyorsun?
-ne mi yapıyorum,,, irmik helvası.
....

-ölmüş kuşakların geleneği bütün şiddetiyle yaşayanların üzerine çöker, değil mi?
- ne dedin, ne dedin? işitilmiyor buradan azıcık yükselt sesini.
-ölmüş kuşakların geleneği bütün şiddetiyle yaşayanların üzerine çöker, diyorum.
-irmik helvasını sevmediğini biliyorum ama ne yapayım özür dilerim.
-...
-bence herkes sever irmik helvasını, ben de severim, sen neden sevmezsin acaba?
-ben fransiskenleri severim!
-iyi edersin.
-bizim melamileri de severim,,,hani bir hırka bir sopayla dolaşan,,,

bu diyaloğun sonu "unutmam merak etme sen." diye bitiyor.



3 Temmuz 2013 Çarşamba

günün parçası; the era when we sang


sigur ros kafası

söyleyeyim;
zaten Sigur Ros konseri park orman'da hiç güzel olmazdı;
 mesela Rumeli Feneri çok uygun tam karadenizin başladığı yer; üfff acayip yakışır bidaha gelecek olurlarsa düşünülsün derim valla bak!




29 Haziran 2013 Cumartesi

Bir dize takılır aklına, sonra bütün günün şiirle geçer...


Sabah 6:38 ne ayaksın sen gözlerim?

Gözlerim sevgilim dehşetli ağrıyor…

Daha birkaç saat olmuş oysa başucu lambamı kapatalı, bu dize son okuduğum kitaptan bile değil;
yıllaaar önce indirimli kitaplar rafından bulduğum incecik bir şiir kitabından…
Şöyle devam ediyor olsa gerek birkaç dize sonrası

“Tut gözlerimden sabah büyüsün.”

Üşenme kalk bul çıkar o kitabı.

Sabah 6:44
Yapılacak daha iyi bir işin mi var?
Bir dize bütün akışı değiştirir bir günde…
Leyla Şahin
Sevdiğim Leyla Şahin nemli sabaha ne güzel yakışır…
Çay gibi
Gözlerim sevgilim o kadar da ağrımıyor şimdi hem.
Şiir güne nasıl yayılır?
Sis gibi…
Çay da çay olacak ama…

“bir kuş çoğalıyor havada
gözlerim taştı gözlerim”

Leyla Şahin;  sahi deden de mi şairdi senin?
Öyleydi değil mi?
En güzel çiçeklere su verirken düşünülür bir dize üzerine,
İnce belliden bir yudum alınır
Bir iki volta atılır,

Bir sandalye çekilir pencerenin önüne…

“bir gemi getirdim kapına: birlikte gidelim.
sen içli, uzun geceli kadınlar için yaratılmışsın,
uzun sabahlar için
buğday tarlaları, usulbaşlı geyikler, yollar için...
göğsüne düşür beni: yeryüzünün şarkılarını dinleyeyim orada…”

bir şiir kitabını öyle eline alıp okumaz insan sayfa sayfa,  şiir okunmaz karıştırılır.
Şiir karıştırır insanı zira…
Şiir sabahı uzatır, çayı karartır, yüzünü aydınlatır, güneşi çağırır…
Güneş illa icabet edecek diye bir şey yok tabi…
Limon sarısı begonya da nasıl güzel açmış.

11:42
Zeytinyağlı fasülye yapsam mı bugün?
Neden olmasın? Olur.
fasülyeleri yıkarken;

“su avaredir
güneş yağıyor gökten
su avaredir
halk için şiir yazmak istiyorum”
dizeleri aklımda…

Leyla Şahin;  Halk Tv’yi açalım, ajansı alalım biraz…
Bir iki direniş fotosu görelim,  gönüllü seti reklamına milyon bilmem kaçıncı kez gülelim kıs kıs…
Biraz sürer bu ayıklama işi, fasülye biraz kılçıklı ama taze çok.

“çocuklarımıza kıyıyorlar kitaplarımıza günlerimize
böyle giderse bir değeri kalmaz ölümün bile
hemen şimdi gel !
o dağlardan gelen gemiler bacaları beyaz dumanı mavi
bir ovada yaslanır bir gülün göğsüne
elimdeki yağmur suya düşer ıslanır
                      gel

ben senin gözlerinde bir sabahım, gitmem
                     gel”

aynen öyle oluyor Leyla Şahin; aynen dediğin gibi…
kapat televizyonu.
bügün güneş nazlı, yine de biraz hava almalı sahile inip…

“bana kendini söylememiştin, bir ev
pencereden bakıyordu  -atlasa oradan
düşerdi –kimin yalnızlığına
yaramızdan gencidik ozaman

bir tren geçiyordu her sabah
kalbin dünyaya sığmadığı yerden
yol kadar gencidik o zaman”

hava çok nemli bugünlerde çamaşırlar tam kurumamış
biraz daha dursun dönünce toplarım.
Kapıdan çıkarken;

“sessiz harfler gibiydi ağaç
dalgınlık açıyordu bir daldan
bir dala geçerken akşam
ev kadar gencidik o zaman”

Yağmur yağabilir gibi, ince bir yağmurluğum vardı nereye koymuştum?
Buldum.

Saat 13:13
Vay uğursuz saat…

bahçelerin gölgesinde kuşu
bir düş gibi kollayan ağacın
kederinde sesinde bekledim
ayın kandili bitti
tütünüm bitti gelmedin”

Leyla Şahin; bırak sen de sigarayı artık…
Napolyon kiraza takıl valla!

Böyle havadan bir para gelirse sahildeki bütün banklara sırt minderi yaptırıp bağışlayacağım,
Niyetim  bu.
Allam bi de bana bu aylak günü bağışladığın için çok sağol
Makbule geçti ne diyim?

Leyla Şahin;
Sana ne diyim?
Bişey demiyeyim.

“-yolculukların sonu var mı?- / son yolculuk aşk: yıkar gider boynunu,/ ardında ince bir rüzgâr bırakarak”

Saat 15:52

Bu saatten sonra çıkacak güneşten bi hayır gelmez zaten…
akşama mis gibi taze fasülye...

27 Haziran 2013 Perşembe

24 Haziran 2013 Pazartesi

23 Haziran 2013 Pazar

itaatsizlik modelleri;


Herkesin kendi itaatsizlik kafasını yaşadığı şu günlerde; kendimi "Devletin hiç bir yerden görünemeyeceği bir tepeye" attım. Nasıl olsa her yer direniş; bu halkın bitini kanlandırmayacaksın, ayranını kabartmayacaksın...
kendi sivil itaatsizlik kafamı şu playlistle yaşıyorum;

açılış track


sonra


sonra

sonra

sonra da



"I was not born to be forced. I will breathe after my own fashion. Let us see who is the strongest."
(H.D. Thoreau- Civil Disobedience.)

Biri gelir de "neden buradasın?" diye soracak olursa cevabım hazır: "Sen neden burada değilsin?"



13 Haziran 2013 Perşembe

Kimse Hülya Avşar'ın bunu reklam için yaptığını söylemesin.
Bu bir Kamu Spotu arkadaşlar anlatabildim mi? 

Plebisit ne olaki? bakın neymiş;

Çok sevgili Başbakanımızın çok sevgili halkına, ülkesine ve yavrularına bugün yaptığı konuşmada plebisit dedi durdu ya;

bakın burada anlatıyor Kemal Gözler makalesinde...
http://www.anayasa.gen.tr/halkoylamasi.htm

Referandumun doğru bir değerlendirmesini yapabilmek içinplebisitten özenle ayrılması gerekir. Ancak bu ayrımı yapmak pek de kolay değildir[9]. Genellikle, kabul edildiği üzere, referandumda bir değişiklik; plebisitte ise, bir adam söz konusudur. Birincisinde bir metin oylanır; ikincisinde ise, birisim[10].
Referandumla plebisit arasındaki diğer fark ise demokratiklik bakımından ortaya çıkmaktadır. Referandum demokratik bir usuldür: Halk etkendir, öznedir; karar alma sürecinin başına, ortasına ve sonuna katılır. Plebisit ise, anti-demokratik bir usuldür: Halk edilgendir, nesnedir; karar alma sürecinin sadece sonuna katılır. Referandumun yapılmasını isteyen halkın kendisi (halk teşebbüsü) ya da halkın seçtiği temsilcilerdir. Oylanan şey ise, halkın temsilcilerinin hazırladığı bir metindir. Oysa, plebisite başvuranlar, kişisel iktidar sahipleri ya da fiili yönetimlerdir. Oylanan şey ise, halkın katılımı olmadan hazırlanan metinler, fiili yönetimlerin oldu-bittileri, karar ve eylemleridir. Kısaca, plebisit, diktatörlerin, anti-demokratik yöneticilerin, darbecilerin, kendilerine meşruiyet kazandırmak için başvurdukları bir halkoylamasıdır[11].     

Hayır Plebisit diyince nooluyo? bu akılları Başbakana kimler veriyor? CNN spikerine posta koyup tabiri caizse bize yedirdiğini Ona yediremeyen lafı yiyip sesi kapatılan süper kurmay danışman Kalın mı veriyor bu akılları.
Referandum deme Başbakanım Plebisit de ki sen de çok kool görün.
Bana kalırsa bu gaf -ki en iyi ihtimalle gaf olabilir- kusura bakmasınlar da bana  dervişin fikri neyse zikri de odur dedirtiyor.

Kurtla Kuzu

Nomen İma'nın son blogpostunu okuyunca aklıma 3 yaşındayken annemin bana ezberlettiği ve orda burda, "hadi kızım oku bakalım amcalara teyzelere ezberlediğin masalı" diye; ufacık beni, elalemin önüne ittirdiği La fontaine'in masalı geldi. 
daha dilim bile dönmüyordu; 
"kuzununun biyi su içiyormuş pıyıl pıyıl deyeden, aç bi yukağdan kuyt gelmiş" diye başlıyordum masala...
millet kırılıyordu gülmekten...
vayy be! dedim şimdi.
hayat ne acayip!
bugün bu masalın ampul gibi zihnimde yanması ne acayip!

masalın gerisini tam çıkaramadım, sadece amcaların teyzelerin kahkahalar attıkları kısımlar var ezberimde.. masal komik olduğundan değil ben bazı kelimeleri doğru telaffuz edemediğimden gülüyorlardı tabi... 
onlar güldükçe ben masalın sonundaki kuzuyu düşünüp ağlayacak gibi oluyordum.
onlar gülüyorlardı ağlanacak halimize!

neyse google'dan buldum, masalın tamamı şöyle:

Kuzunun biri su içiyormuş, tertemiz pırıl pırıl bir dereden. Aç bir kurt yaklaşmış yanına, belikli av istemiş canı.
- Vaayy demiş, sinirle.Sen kim oluyorsun da suyumu bulandıruyorsun, şimdi gösteririm sana.
- - Aman efendim, demiş kuzu: Kızmayın bana ne olur. Hem bir bakın hele ben nerdeyim. Bulunduğum yerden suyunuzu nasıl bulandırabilirim. Hem bakın bakın, siz benden yukarıdasınız, bulandırsanız suyu siz bulandırırsınız.

Kurt doğruları biliyormuş da , bu doğrular işine gelmiyormuş. Üstüne yürümüş kuzucuğun.
- Onu bunu bilmem demiş canavar: Bulandırıyorsun işte o kadar.Hem dahası bile var. Sen bana geçen yıl küfretmiştin ya, nasıl unuturum ben onu ?
Kuzucuk itiraz etmiş;
- Efendim ben geçen yıl yoktum ki. Daha bu yıl doğdum inanın.
Kurt bozulmuş ya belli etmemiş. Sendeğilsen kardeşindir ukala demiş.
- Kardeşim yok ki küfretsin demiş kuzu.
Kurt ısrar etmiş;
- Seninkilerden biridir mutlaka. Benden iyi mi bileceksin.İşiniz gücünüz benimle uğraşmak,çobanlarınız ve köpekleriniz anlattılar bana. Sana ve senin gibilere haddini bildirme zamanı artık geldi. Kurt kapmış kuzuyu koşmuş ormana. Kuzucuğu gören olmamış bir daha.