15 Nisan 2013 Pazartesi

14 Nisan 2013 Pazar

Asos'da Bahar;

Real Madrid maçından kalma bir boğaz ağrısıyla yola çıkıyoruz. Ama ne maçtı? Ronaldo'yu da dünya gözüyle gördüm ya artık bi Messi kaldı... 
O Barça buraya gelecek!!! 

sabah çok erken, hava açık, radyo açık, Galatasaray'ı öven övene; keyfimiz nasıl yerinde böyle olunca...

acıkınca, Keşan'ı geçince Erdoğan'ın yerinde Satır Köfte, Pirzola, şahane ayran... Minas ne yiyorsa aynından Erdoğan amca. Minas bilir bu yeme içme işlerini.

Kırlara kendimizi atmak için en az 5 saatimiz var ama yolun tadını çıkarmalı...
Gelibolu'dan karşıya geçerken rüzgara karşı demli çay...

Yağmur yağmış, kamyon, tır asfaltın içine etmiş yine; gelene kadar en az 5 asfalt çalışması geçtik yine. Valla süper koyun milletiz.

ama bunları kafaya takmıyoruz, yol boyu sapsarı katırtırnağı tarlalarına dalıp gidiyoruz; 
asos yoluna girdikten sonra yolumuzu ikidebir koyun, keçi sürüleri kesiyor.  Camları açıp mis gibi orman havasını içimize çekiyoruz. ciğerler bayram ediyor. 

buraya kadar maalesef fotoğraf yok çünkü maç heyecanıyla makineyi şarja koymayı unutmuşum. 

Karlos bizi kapıda karşılıyor; Motel henüz sezonu açmamış; Biz bizeyiz. Karlos'dan anahtarı kaptığım gibi hemen odaya çıkıp makineyi şarja koyuyorum. Recep çayları getiriyor; yanımıza çan sesiyle bir kaç aylık bir köpek geliyor; başını okşarken Karlos'a soruyorum;
- bu kim ve bunun boynuna neden keçi çanı astınız?
Karlos:
- Kendi kendine geldi. Yanaşma yani.  Daha adını koymadım, karar veremedim ama sevimli bişey değil mi? 
 diye soruyor. 

çok komik, boynundaki çanla ordan oraya koşturuyor; sese de alışmış sesi çıkmıyor. 
bu arada gözlerim Alexi arıyor. Karlos'a soruyorum. 
-Alex nerde?
Karlos'un yüzü değişiyor. cevap vermiyor; anlar gibi oluyorum. Belli bir hadise gelmiş başına. 

çayları içerken yol yorgunluğu kendini belli ediyor. E maç yorgunluğu da var.
Karlos iyi Fenerli'dir. Bize takılıyor biz de ona; Fener Lazio maçını nerde seyredeceğimizi konuşuyoruz.

güneş batmadan bir iki kare çekeyim diye makineyi alıp sahile yürüyorum. 



  
 

 ve güneş en güzel denize karşı; salıncakta sallanırken batar...



güneş battıktan sonra serinlik ısırıyor. Aysız bir gece; deniz üşütüyor dışarıda durulmaz fazla. Yemekten sonra şömineyi yakıp televizyonu açıyor Karlos;  ama en iyisi uyuyup sabah erken kalkmak. 

Kahvaltı'da ezine peyniri, prima zeytin yağı, köy ekmeği, Karlos'un bahçe domatesi...
güneş de içimizi ısıtıyor;
trekking için enerji topluyoruz.
bu arada kediler sarmış dört bir yanımızı kahvaltıya ortak olmak istiyorlar.
Karlos'un kafası fena bozuk kedilere...
- Küçük kuyuya götürüp bırakacam bunları artık. çok kalabalıklaştılar diyor.


kahvaltı sonrası suları alıp yola çıkıyoruz.

koyun kuzu hep kahvaltıda... 

bu abi de takılıyor kafasına göre...


tarlada iş çok.


bu arada Behramkale'de oluşumuz sebebiyle sürekli Behram Paşa geyiği dönüyor. Rivayet o ki; Behram Paşa   bir gece taaruzunu savmak için elindeki bir avuç asker bir ordu gibi görünsün diye keçilerin boynuna fener asmış;  düşman keçiyi de asker sanıp geri çekilmiş. Rıfat Amca böyle anlatıyor.

Rıfat Amca başka birşey daha anlatıyor ama o bizi Behram Paşanın hikayesi gibi gülümsetmiyor.
mevzu zeytin. 
"Zeytin hiç bu kadar ucuza gitmmemişti. Bu sene gibisini hiç yaşamadım ben 75 yaşındayım, 70 senedir zeytin toplarım" diyor.  
-sebep?
-sebep köylü hep paraya sıkışık, zeytini yok pahasına yağ şirketlerine veriyor. Arz da çok. bu sene maaşallah  çok yaptı zeytin.
-niye bu kadar paraya sıkışık köylü?
-masraf bitmiyor. kızın varsa iyi de oğlun varsa işin zor. Burlarda oğlan evlendirmek en az 200 bin.
-yapma yaa.
-e öyle. her köyün bir adeti var.
-bu sene köyün bütün oğlanlarının başı bağlandı yani...
-nasıl?
-zeytin fiyatları düşmüş ya?
- eh düşer tabi, ne bir akıl var, ne bir fiyatlandırma mantığı var. ne bir pazarlama var... oysa burların zeytininin üstüne dünyada yok.
-valla haklısın.


bu arada Nisan'da bağ bahçe adını bilmediğimiz bir sürü yenilesi otla dolu. adlarını söylüyorlar ama aklımda tutamıyorum. 
doğa harikası mı sanat harikası mı belli değil.


mera'da gün batımı


Barbun ne lezzetli balık. Hilal çıkmış, yarın hava 22 derece olacak; 

"ÇanÇan" koyduk adını sonunda :)

kuş sesleri eşliğinde, deniz kenarında takılmak, biraz kitap okumak için ideal bir gün. Deniz kışın topladığı ganimetin tümünü Karlos'un sahile yığmış; Türk Yunan malı karışık; genel olarak terlik, ayakkabı, şapka ve pet şişe. Çançan kendini kaybediyor oyncakların arasında...

Alex'in talihsiz hikayesini de öğrendim. Yan motelin köpeğine uyup kuzu çalmışlar ve ne yazık ki kuzuyu mideye indirmişler. Kuzu sahibi affetmemiş. Alex'i de diğer köpeği de barınağa gönderttirmiş.Karlos çok üzgün. Alex can yoldaşı gibiydi. Çançan'la avunmaya çalışıyor . ÇanÇan da çok sevimli bişey ama 
bi'alex değil!


bu da yeni hobim...sanat eseri, mühendislik harikası değil de ne? 

baharı karşılama tatili kısa sürdü yarın istanbul'a dönüş... sabah kedilerden biri doğurdu. 4 tane yavru şimdilik sağlıklılar; gözlerine zarar vermemek için fotoğraflarını çekmedim; ama ne kadar sevimli olduklarını tahmin edersiniz. Akşam Karabük Galatasaray maçını seyredip bir rahat nefes aldık. Karlos "bakalım biz ne yapıcaz?" deyip duruyor.

işte böyle başka fotolar da var yakında http://photographicworksofthedrifter.blogspot.com/

9 Nisan 2013 Salı

6 Nisan 2013 Cumartesi

Proust da bazen ayarı kaçırıyormuş!

Edebiyat dedikodularına bayılıyorum;
Philippe Sollers'in yalancısıyım; Marcel Proust, composer sevgilisi olarak bilinen Reynaldo Hanh'a mektuplarını "MİDİLLİNİZ MARCEL" diye imzalıyormuş. 
hakkaten çok şirin :)

5 Nisan 2013 Cuma

Graham Nash fotoğrafları ve hey gidi nitty gritty!


1960'larda İngilizlerin, özellikle Manchester dolaylarından kopup gelen İngilizlerin Rock'n Roll kuşatması esnasında kurulan The Hollies grubunun - ki aralarındaki Neil Young bildiğimiz gibi sonraları pek meşhur olmuştur- şu meşhur parçasının (nitty gritty); çok ama en bi sevdiğim gruplardan biri olan Skeeweff grubu cover'ladıktan sonra tesadüfen fark etmiştim. Neyse asıl diyeceğim işte bu Hollies Grubunun kurucularından Graham Nash'ın 1971'de çektiği rockn'roll fotoğraflarından oluşan seri şu sıralar Londra'da Proud Chelsea galesisinde gösteriliyor. Neil Young'un bolca fotoğrafı var seride... aralarından bazı 
fotoğraflara çok bayıldım. Tabi Graham Nash'ın aynalara olan osbseyonunu da fark etmemiş değiliz.
bu arada parçayı da çalalım fon müziği olsun.  


Graham Nash self portrait 


Joni Mitchell müzik dinlerken melek gibi...(1969)


Neil Young (bu fotoğraf kurtarılabilmek için bazı proseslerden geçmiş ama netice iyi olmuş) 1971


Sandy Mazio ve Graham Nash / Southhampton-1974
Bunlar Sandy Neil ve Graham Neil2in eski Rolls Roys'uyla Londra'dan Amsterdam'a gidiyorlar.. Yıl 1974. Pasaporta resim lazım olmuş...
twiggy 1969
bu arada twiggy'nin bunların arasında ne işi vardı onu hiç anlamadım
ama çok şahane kız değil mi?


Allan Clarke

neil young 1970

johny Cash

Jud Collins and Stephen Stills 1969



ama Skeewiff'in cover'ını çalmazsam aklımda kalır valla ne yalan söyleyeyim orjinalinden daha güzel olan coverler arasındadır. 

gecenin şarkısı;


3 Nisan 2013 Çarşamba



27 Mart 2013 Çarşamba

25 Mart 2013 Pazartesi

drifter's pick! Mary Katrantzou

Jil Sander'dan sonra en sevdiğim modacı Mary Katrantzou'nun yeni kreasyonu rüyalarıma giriyor ne yalan söyleyeyim!






günün şarkısı;


24 Mart 2013 Pazar

tuhaf görünüyor ama bir estetiği olduğu yadsınamaz!

bu fotoğraflar Riitta Ikonen ve Karoline Hjorth'un Eyes as Big as Plates adını verdikleri sergiden bu enstelasyonları tam manasıyla anlayabilmemiz için sanırım Fin mitolojisine hakim olmamız gerekiyor, çünkü mitolojik hikayelerdeki karakterlere gönderme varmış mış.
neyse öyle ya da böyle tuhaf bir çekicilikleri olduğunu düşünüyorum başarılı buldum.






23 Mart 2013 Cumartesi

son zamanlarda Tarantino'yu daha bi sever oldum bunun da aşağıdaki diagramla alakası olduğnu düşünüyorum;

 my philosophy

bi de bu parçaya hasta oldum



22 Mart 2013 Cuma

böyleyken böyle...


kendinden geçilen anlar olmadan geçen hayatın, şu güzel deyişte de görüldüğü gibi
"bir tükürük hokkası" kadar değeri yoktur.
-Kurt Vonnegut-

21 Mart 2013 Perşembe

gecenin modu; coco rosie kafası


sonra bu


sonra



ve öyle devam ..

20 Mart 2013 Çarşamba


bu filmi ne diye seyrettiğimi hiç sormayın  ama çekirdek gibi bişey başlayınca bırakamıyosun işte!

bence son yılların en muhteşem reklam jingle'ı "acıkınca kafaam dominos'a gideeer!"dir.  

10 Mart 2013 Pazar

schadenfreude

biz Galatasaraylıların haline çok üzülüyorum.
okuduğum bir paragraf bana cuma günkü maçı ve pazar günü futbol formularında federasyona öfke kusan hırçın taraftar ifadelerini hatırlatıyor.
tam da;
Almanca'da "komşusuna gülme" anlamına gelen sözcük "Schadenfreude" yi şu cümle içinde görünce...

"insanın adaletsizliğe ihtiyacı var; mutsuzluk yelpazesinin değişkenlerinden biri olan ve kendisine gösterdiği schadenfreude'yi acıyı çekerken tadını çıkarabileceği adaletsizliğe muhtaç. Bu tür bir incinme, ihanete uğradığına ve değerinin bilinmediğine inanmaktan hoşlanan insanlara özgü bir hassasiyettir."  

cats love it!


9 Mart 2013 Cumartesi

Rezil ON THE ROAD'dan sonra HOWL ilaç gibi geldi...

Epey oluyor 2012 yapımı On The Road'u izleyeli...Benim için büyük hayal kırıklığı olduğunu söylemeye bile üşenmiştim. Yine de ağzımı açmayacaktım ama tesadüfen 2010 HOWL'un online izle linkini buldum; James Franco'yu görünce dayanamadım. (James Franco'yu pek bir beğeniyorum.)
unutmadan linki şuraya şıkıştırayım izlemek isteyenler için full movie orijinal dilinde altyazısız:
http://www.solarmovie.so/link/play/238894/


evet ne diyordum;
Beat okurları sanıyorum bana katılacaklardır; On the Road tam bir fiyaskoydu. Bana sanki Kerouac'ın On the Road'u değil de Neal Cassidy'nin karısı Carolyn Cassidy'nin yazdığı "Off the Road" filme çekilmiş gibi gelmişti. eleştirmeye bile değmeyecek sıradan bir film çekmişler işte. Kirsten Dunst'dan şahane Carolyn olur; Vampir Kız'ı da Lou Anne yaparız( ki bence başarılıydı oldukça); Yakışıklı bi sarışın arkadaş buluruz, birine de siyah gözlük takar hoplatır zıplatırız, Jack'e de oduncu gömleği çektik mi al sana On the Road sonra ne anlatırsan anlat; zaten bir anlamı mı var?


Neyse uzatmayayım diyeceğim o ki;
"Howl" güzel olmuş arkadaşlar; izlenesi olmuş, Ginsberg şiiri okurken nefis animasyonlar göreceksiniz; James Franco rolün hakkını veriyor. Siyah Beyaz görüntülere de bayıldım. Filmde Neal ve Jack'i oynayan arkadaşları tebrik ediyorum; Sadece bir iki sahnede görünmelerine ve hiç konuşmamalarına rağmen, hiç yabancılık çekmiyorlar, onlar gibi bakıyorlar!

Drifter's pick!! Portland Cello Project


valla ne diyeyim bilemedim! 
pes doğrusu! 

Portland Cello Project'in yaptığı müzik bir yana; animasyonu yapan kim acaba diye merak ettim.  Two Penguins Production çıktı altından. Yönetmen Daniel Fickle;  Prodüksiyon şirketinin Kreatif Direktörü ve ortağı.

cumartesi müziği


8 Mart 2013 Cuma

Muamma: bir insanevladı niye böyle bir fotoğraf çektirir?




Fotoğraf şiddetlidir: Şiddeti gösterdiği için değil, ama her seferinde görüşü zor kullanarak doldurduğu ve içindeki hiç bir şey reddedilemediği ve dönüştürülemediği için şiddetlidir. (Ona bazen yumuşak dememiz şiddetliliğiyle çelişmez: Pek çoğu şekere de yumuşak der. Oysa benim için şeker şiddetlidir ve ona öyle derim.)
Susan Sontag- Fotoğraf Üzerine