14 Nisan 2013 Pazar

Asos'da Bahar;

Real Madrid maçından kalma bir boğaz ağrısıyla yola çıkıyoruz. Ama ne maçtı? Ronaldo'yu da dünya gözüyle gördüm ya artık bi Messi kaldı... 
O Barça buraya gelecek!!! 

sabah çok erken, hava açık, radyo açık, Galatasaray'ı öven övene; keyfimiz nasıl yerinde böyle olunca...

acıkınca, Keşan'ı geçince Erdoğan'ın yerinde Satır Köfte, Pirzola, şahane ayran... Minas ne yiyorsa aynından Erdoğan amca. Minas bilir bu yeme içme işlerini.

Kırlara kendimizi atmak için en az 5 saatimiz var ama yolun tadını çıkarmalı...
Gelibolu'dan karşıya geçerken rüzgara karşı demli çay...

Yağmur yağmış, kamyon, tır asfaltın içine etmiş yine; gelene kadar en az 5 asfalt çalışması geçtik yine. Valla süper koyun milletiz.

ama bunları kafaya takmıyoruz, yol boyu sapsarı katırtırnağı tarlalarına dalıp gidiyoruz; 
asos yoluna girdikten sonra yolumuzu ikidebir koyun, keçi sürüleri kesiyor.  Camları açıp mis gibi orman havasını içimize çekiyoruz. ciğerler bayram ediyor. 

buraya kadar maalesef fotoğraf yok çünkü maç heyecanıyla makineyi şarja koymayı unutmuşum. 

Karlos bizi kapıda karşılıyor; Motel henüz sezonu açmamış; Biz bizeyiz. Karlos'dan anahtarı kaptığım gibi hemen odaya çıkıp makineyi şarja koyuyorum. Recep çayları getiriyor; yanımıza çan sesiyle bir kaç aylık bir köpek geliyor; başını okşarken Karlos'a soruyorum;
- bu kim ve bunun boynuna neden keçi çanı astınız?
Karlos:
- Kendi kendine geldi. Yanaşma yani.  Daha adını koymadım, karar veremedim ama sevimli bişey değil mi? 
 diye soruyor. 

çok komik, boynundaki çanla ordan oraya koşturuyor; sese de alışmış sesi çıkmıyor. 
bu arada gözlerim Alexi arıyor. Karlos'a soruyorum. 
-Alex nerde?
Karlos'un yüzü değişiyor. cevap vermiyor; anlar gibi oluyorum. Belli bir hadise gelmiş başına. 

çayları içerken yol yorgunluğu kendini belli ediyor. E maç yorgunluğu da var.
Karlos iyi Fenerli'dir. Bize takılıyor biz de ona; Fener Lazio maçını nerde seyredeceğimizi konuşuyoruz.

güneş batmadan bir iki kare çekeyim diye makineyi alıp sahile yürüyorum. 



  
 

 ve güneş en güzel denize karşı; salıncakta sallanırken batar...



güneş battıktan sonra serinlik ısırıyor. Aysız bir gece; deniz üşütüyor dışarıda durulmaz fazla. Yemekten sonra şömineyi yakıp televizyonu açıyor Karlos;  ama en iyisi uyuyup sabah erken kalkmak. 

Kahvaltı'da ezine peyniri, prima zeytin yağı, köy ekmeği, Karlos'un bahçe domatesi...
güneş de içimizi ısıtıyor;
trekking için enerji topluyoruz.
bu arada kediler sarmış dört bir yanımızı kahvaltıya ortak olmak istiyorlar.
Karlos'un kafası fena bozuk kedilere...
- Küçük kuyuya götürüp bırakacam bunları artık. çok kalabalıklaştılar diyor.


kahvaltı sonrası suları alıp yola çıkıyoruz.

koyun kuzu hep kahvaltıda... 

bu abi de takılıyor kafasına göre...


tarlada iş çok.


bu arada Behramkale'de oluşumuz sebebiyle sürekli Behram Paşa geyiği dönüyor. Rivayet o ki; Behram Paşa   bir gece taaruzunu savmak için elindeki bir avuç asker bir ordu gibi görünsün diye keçilerin boynuna fener asmış;  düşman keçiyi de asker sanıp geri çekilmiş. Rıfat Amca böyle anlatıyor.

Rıfat Amca başka birşey daha anlatıyor ama o bizi Behram Paşanın hikayesi gibi gülümsetmiyor.
mevzu zeytin. 
"Zeytin hiç bu kadar ucuza gitmmemişti. Bu sene gibisini hiç yaşamadım ben 75 yaşındayım, 70 senedir zeytin toplarım" diyor.  
-sebep?
-sebep köylü hep paraya sıkışık, zeytini yok pahasına yağ şirketlerine veriyor. Arz da çok. bu sene maaşallah  çok yaptı zeytin.
-niye bu kadar paraya sıkışık köylü?
-masraf bitmiyor. kızın varsa iyi de oğlun varsa işin zor. Burlarda oğlan evlendirmek en az 200 bin.
-yapma yaa.
-e öyle. her köyün bir adeti var.
-bu sene köyün bütün oğlanlarının başı bağlandı yani...
-nasıl?
-zeytin fiyatları düşmüş ya?
- eh düşer tabi, ne bir akıl var, ne bir fiyatlandırma mantığı var. ne bir pazarlama var... oysa burların zeytininin üstüne dünyada yok.
-valla haklısın.


bu arada Nisan'da bağ bahçe adını bilmediğimiz bir sürü yenilesi otla dolu. adlarını söylüyorlar ama aklımda tutamıyorum. 
doğa harikası mı sanat harikası mı belli değil.


mera'da gün batımı


Barbun ne lezzetli balık. Hilal çıkmış, yarın hava 22 derece olacak; 

"ÇanÇan" koyduk adını sonunda :)

kuş sesleri eşliğinde, deniz kenarında takılmak, biraz kitap okumak için ideal bir gün. Deniz kışın topladığı ganimetin tümünü Karlos'un sahile yığmış; Türk Yunan malı karışık; genel olarak terlik, ayakkabı, şapka ve pet şişe. Çançan kendini kaybediyor oyncakların arasında...

Alex'in talihsiz hikayesini de öğrendim. Yan motelin köpeğine uyup kuzu çalmışlar ve ne yazık ki kuzuyu mideye indirmişler. Kuzu sahibi affetmemiş. Alex'i de diğer köpeği de barınağa gönderttirmiş.Karlos çok üzgün. Alex can yoldaşı gibiydi. Çançan'la avunmaya çalışıyor . ÇanÇan da çok sevimli bişey ama 
bi'alex değil!


bu da yeni hobim...sanat eseri, mühendislik harikası değil de ne? 

baharı karşılama tatili kısa sürdü yarın istanbul'a dönüş... sabah kedilerden biri doğurdu. 4 tane yavru şimdilik sağlıklılar; gözlerine zarar vermemek için fotoğraflarını çekmedim; ama ne kadar sevimli olduklarını tahmin edersiniz. Akşam Karabük Galatasaray maçını seyredip bir rahat nefes aldık. Karlos "bakalım biz ne yapıcaz?" deyip duruyor.

işte böyle başka fotolar da var yakında http://photographicworksofthedrifter.blogspot.com/

9 Nisan 2013 Salı

6 Nisan 2013 Cumartesi

Proust da bazen ayarı kaçırıyormuş!

Edebiyat dedikodularına bayılıyorum;
Philippe Sollers'in yalancısıyım; Marcel Proust, composer sevgilisi olarak bilinen Reynaldo Hanh'a mektuplarını "MİDİLLİNİZ MARCEL" diye imzalıyormuş. 
hakkaten çok şirin :)