gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
18 Ocak 2013 Cuma
16 Ocak 2013 Çarşamba
14 Ocak 2013 Pazartesi
13 Ocak 2013 Pazar
10 Ocak 2013 Perşembe
uyuyan adam
"...işte o anda çok şaşırtıcı bir şey oluyor; öncelikle üç uzay var, bunları birbirine karıştırman imkansız; senin yumuşak, yatay ve beyaz olan yatak-vücudun; sonra gri, vasat, yanlamasına bir uzayı yöneten kaşlarının çizgisi, en sonunda da tahta, üstte hareketsiz duran ve çok sert olan, sana paralel ve belki de ulaşılabilir olan tahta. Şurası çok açık ki, açık olan tek şey de budur aslında, eğer tahtanın üzerine tırmanırsan, uyursun, tahta uyku olur.
Bütün bunlar çok zamanını alacak gibi görünüyorsa da işlemin temel kuralı çok basittir: Yatağı , vücudu tek bir nokta, bir bilye oluncaya kadar toparlamak, veya, ki bu da aynı kapıya çıkar, vücudun tüm pörsüklüğünü tek bir yere toplamak gerekir;
örneğin, bir bel omurunun içine toplamak gibi. Ne varki şu anda, vücudun o az önceki güzel birlikteliğinden eser yoktur, her yöne yayılmaktadır. Ayak parmaklarından birini, baş parmağını, ya da uyluklarını merkeze doğru döndürmeye çalışırsın, ama her seferinde unuttuğun bir kural vardır, ki bu da tahtanın sertliğini hiç göz ardı etmemek gerektiğidir; kurnazca davranman, vücudun bir şeyden kuşkulanmadan, hatta sen bile bunu kesin olarak bilmeden, onu toparlaman gerekiyordu, ama artık çok geç, nicedir çok geç, e sonuçta tuhaf birşey oluyor: Kaşlarının çizgisi kırılıp ikiye ayrılıyor ve merkezde, iki gözün ortasında, sanki birleşme noktası bütün vücudu ayakta tutuyormuşçasına, birden belirgin bir ağrı ortaya çıkıyor, kesinlikle bilinçli bir ağrı ve sen bunun en adisinden bir baş ağrısı olduğunu hemen anlıyorsun."
(Uyuyan Adam- Georges PEREC)
Bütün bunlar çok zamanını alacak gibi görünüyorsa da işlemin temel kuralı çok basittir: Yatağı , vücudu tek bir nokta, bir bilye oluncaya kadar toparlamak, veya, ki bu da aynı kapıya çıkar, vücudun tüm pörsüklüğünü tek bir yere toplamak gerekir;
örneğin, bir bel omurunun içine toplamak gibi. Ne varki şu anda, vücudun o az önceki güzel birlikteliğinden eser yoktur, her yöne yayılmaktadır. Ayak parmaklarından birini, baş parmağını, ya da uyluklarını merkeze doğru döndürmeye çalışırsın, ama her seferinde unuttuğun bir kural vardır, ki bu da tahtanın sertliğini hiç göz ardı etmemek gerektiğidir; kurnazca davranman, vücudun bir şeyden kuşkulanmadan, hatta sen bile bunu kesin olarak bilmeden, onu toparlaman gerekiyordu, ama artık çok geç, nicedir çok geç, e sonuçta tuhaf birşey oluyor: Kaşlarının çizgisi kırılıp ikiye ayrılıyor ve merkezde, iki gözün ortasında, sanki birleşme noktası bütün vücudu ayakta tutuyormuşçasına, birden belirgin bir ağrı ortaya çıkıyor, kesinlikle bilinçli bir ağrı ve sen bunun en adisinden bir baş ağrısı olduğunu hemen anlıyorsun."
(Uyuyan Adam- Georges PEREC)
9 Ocak 2013 Çarşamba
The Story of Ziggy Sturdust
Bugün itibarıyle 66 yaşındaki David Bowie'nin, ikonik glam-rock alteregosu Ziggy Stardust'ın hikayesi BBC 4 Belgeseli olarak çekilmiş.
1970'lerin en en iyi albümlerinden biri, hatta bazılarınca en iyisi kabul edilen "The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars" albümünün perde arkası; bütün müzik piyasasını sarsan O "kadın mı erkek mi belli değil" dediğimiz yaratığın ortaya çıkışı, projede sahne önündekiler ve sahne arkasındakiler...cüretkar cinsellik modası, müzikten çok imaja kilitlenen dinleyici, Elton John'un dediği gibi rock grubundan çok "bir art installation" olan şovun yaratılışı...
mevzu budur yani...
Bu arada Ziggy Stardust'a gelince; insanlığa sevgi, barış ve umut yaymak için dünyaya rock yıldızı olarak gelen bir uzaylı imajı... sahnede özgür ve radikal cinsellik sergileyen, vahşice uyuşturucu kullanan falan filan akıllara zarar bu uzaylı rockstar hikayenin sonunda kendi yarattığı aşırılıklar ve hayranları tarafından yok ediliyor.
Rivayet o ki, ziggy stardust, tavır ve görüntü olarak biraz Iggy Pop ama esasen Bowie'nin etkilendiği İngiliz Rock StarVince Taylor. Çünkü onun kafa öyle bi gitmiş ki, kendini önce Tanrı sonra uzaylı zannediyormuş falan filan...
Neyse buyrun belgeselin tamamı youtube'a düşmüş;
1970'lerin en en iyi albümlerinden biri, hatta bazılarınca en iyisi kabul edilen "The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars" albümünün perde arkası; bütün müzik piyasasını sarsan O "kadın mı erkek mi belli değil" dediğimiz yaratığın ortaya çıkışı, projede sahne önündekiler ve sahne arkasındakiler...cüretkar cinsellik modası, müzikten çok imaja kilitlenen dinleyici, Elton John'un dediği gibi rock grubundan çok "bir art installation" olan şovun yaratılışı...
mevzu budur yani...
Bu arada Ziggy Stardust'a gelince; insanlığa sevgi, barış ve umut yaymak için dünyaya rock yıldızı olarak gelen bir uzaylı imajı... sahnede özgür ve radikal cinsellik sergileyen, vahşice uyuşturucu kullanan falan filan akıllara zarar bu uzaylı rockstar hikayenin sonunda kendi yarattığı aşırılıklar ve hayranları tarafından yok ediliyor.
Rivayet o ki, ziggy stardust, tavır ve görüntü olarak biraz Iggy Pop ama esasen Bowie'nin etkilendiği İngiliz Rock StarVince Taylor. Çünkü onun kafa öyle bi gitmiş ki, kendini önce Tanrı sonra uzaylı zannediyormuş falan filan...
Neyse buyrun belgeselin tamamı youtube'a düşmüş;
Etiketler:
David Bowie,
Elton John,
Pennebaker,
Ziggy Stardust
8 Ocak 2013 Salı
7 Ocak 2013 Pazartesi
pazartesi şarkısı: üstelik kar da yağmış biraz mahalleye...
"Tears of the Black Tiger" görüntüleriyle...
Bukowski'nin Nirvana'sına yeni yorum
Charles Bukowski's Nirvana from Patrick Biesemans on Vimeo.
hatırlayacaksınız bu şiiri Tom Waits de pek güzel okur alla'için...
hatırlayacaksınız bu şiiri Tom Waits de pek güzel okur alla'için...
Etiketler:
Charles Bukowski,
drifter's pick,
Patrick Bieseman,
Tom Waits
6 Ocak 2013 Pazar
psikolojik ilüstrasyon
Karl Niholason, Kaliforniyalı bir illustrator. 1960'larda e 70'lerde Psychology Today ve CRM (communications research machines) kitapları için hazırladığı illustrasyonlarla pek çok ödül almış.
şöyle şeyler;
şöyle şeyler;
Developmental Psychology Today, 1971
"The adolescent may show a calm exterior, which often hides a raging inner turmoil."
ergenler dışarıya karşı sıklıkla, şiddedtli iç çalkantılarını saklayan bir sakinlik sergileyebilirler.
Society Today, 1971 (sosyal bir kurum olarak din.)
Abnormal Psychology Today, 1972 (aynı zamanda CRM metinlerinde de kullanılmış)
Fig: 8
varoluşçu psikoterapinin en mühim gayelerinden biri bireye kendi davranışlarının sorumluluğunu üstlenmede yardımcı olmaktır. Çünkü birey ancak kendi sorumluluklarını kabullenme yoluyla yaşamına anlam katabilir. Farklı varoluşçu terapistler farklı yaklaşımları benimseyebilmektedirler: "varoluşçu" kavramı burada bir methodu değil, bir bakış açısını temsil etmektedir. Örneğin, Frankl paraxoical intention ve de-reflection tekniklerini geliştirmiştir ki; bu tekniklerle nörotik rahatsızlıklarla başetmeye çalışan hastalara yardımcı olmaktadır. Bu bölümde açıklanan teknikler bireye "piyonlardan biri olmak yerine kendi satranç tahtasını kontrol etme"ye yardımcı olacaktır.
Psychology Today, 1970
bu homoseksüellikle ilgili bir bölümden buna gerçekten bayıldım.
Society Today, 1971 world of work (çalışma dünyası)
Psychology Today, 1970 (kişilik bozukluklarıyla ilgili bir bölümden)
Bennington, kolej öğrencilerinin aileden edindikleri kimliklerin kolejde öğrendikleriyle oluşan kimliklere geçişi ile ilgili bir çalışma yürütüyor. Bu ilüstrasyon bu bölüme ait.
Goffman'a göre, "karakter bir aktördür; akşam karşılaşacağı insanlar da izleyicilerini oluşturur." (Alıntı: Hubert Selby, Jr., Last Exit to Brooklyn)"
4 Ocak 2013 Cuma
ahahaha çok aptal !
graffitide çıta yükseldikçe yükseldi malum. artık "bunu yazan tosun okuyana kosun!" tarzı tarihe karıştı. üstün yetenek sergileyen graffitiler, Da Vinci gibi takılan duvar ressamları, vayy be dedirten ince işçilik, devasa şablonlar ya da mikroskobik şablonlar, akıl dolu espiriler revaçta... sprey boyalar bile strese girdi... Aakash Nihalani bu duruma tepki mahiyetinde sanırım "Sum Times" adını verdiği serisiyle güldürdü beni...buyrun burdan yakın...
1 Ocak 2013 Salı
drifter's back in town!
yılın ilk günü parçası;
veee;
kısa bir kış yolculuğundan kareler:
http://photographicworksofthedrifter.blogspot.com/
veee;
kısa bir kış yolculuğundan kareler:
http://photographicworksofthedrifter.blogspot.com/
28 Aralık 2012 Cuma
24 Aralık 2012 Pazartesi
23 Aralık 2012 Pazar
20 Aralık 2012 Perşembe
15 Aralık 2012 Cumartesi
We'll Take Manhattan
Son zamanlarda izlediğim en tatlı dönem filmlerinden biri bu...
yıl 1962,
henüz Beatles'ı kimse duymamış,
doğuştan bir titri olmayan veya doğuştan zengin olmayanın ünlü olmayı aklından bile geçirmediği zamanlar...
ve "youth culture" diye bişey yokken daha...
David Bailey ve Jean Shrimpton New York'a giderler...
film böyle başlıyor.
2012 yapımı,
bu, modaya yön veren bir fotoğrafçı ve modelin hikayesi...
ateşle barut yanyana durur mu? durur tabi...
aşk meşk bir yana...
bloody english konuşulan filmlere bayılırım zaten...
ella fitzgerald'ın sesini duyduğum filmlere de bayılırım...
ayrıca ingilizlerin casting seçimlerini de çok beğeniyorum. şu yukarıdaki fotoğrafta delici bakışlı adam yani David Bailey'i oynayan Aneurin Barnard'mış ki daha önce hiç duymadım adını...etkileyici.
gelelim Jean Shrimpton'a...
Sen Buckinghamshire dolaylarından küçük bir çiftlikten kop gel, Londra'da cornflake reklamlarında filan oyna...hanım hanımcık....
kader işte, karşısına o zamanlar yeni yetme, picasso'dan fena etkilenmiş ve geleneksel moda fotoğrafçılığının dışında bişey; yani tırnak içinde "birşey" yapmak isteyen dahi gibimsi bir genç adam, David Bailey çıkıyor...
ama bunu vogue'da yapmaya çalışınca tabi işler öyle kolay olmuyor;
güzel bi sahnesi var Bailey'nin..şöyle diyor.
when I sae Picasso I thought,
if he could do that
you can do anything...
but,
maybe you can't
maybe I can't...
sonunda yapıyor tabii...
şöyle şeyler;
Jean Shrimpton'u oynayan Karen Gillan (ki bu ismi de daha önce hiç duymamıştım) gerçek Jean'ın gölgesinde kalmış haliyle... ama aksi mucize olurdu zaten...
çünkü Jean biraz nasıl desem;
"gorgeous" diyorlardı sanırım ingilizler.öyle yani...
filmin adı We'll Take Manhattan
http://www.solarmovie.so/link/play/1102701/
(seyretmek isteyenlere link)
Etiketler:
David Bailey,
görülesi filmler,
Jean Shrimpton,
New York
14 Aralık 2012 Cuma
and the Drifter proudly presents : hide my ass!
Her tür sansüre karşı kulunuz drifter'ın çeşitli mütalalar sonucunda edindiği bilgiye göre şu sıralar en güvenli web proxy budur : http://www.hidemyass.com/
bayılırım gizli kapaklı işlere...
bu da slogan olsun: PROTECT YOUR ONLINE PRIVACY EN AZINDAN!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)