gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
Dosineau'nun 100.doğumgünüymüş google hatırlattı; sağolsun hiç kaçırmıyor.
ben de en sevdiklerimle anmış olayım bari.
öpüşen koklaşanları masus koymadım.
Yaptığımız bazı şeyler daha çok zaman alır
Ve yararlı doğal birşey sayılır. and are considered a fruitful, natural thing to do
Bir davranış şekilinin içinden geliyorum
Sürülmüş bir buğday tarlasına. Solumda martılar,
İç karada tatildeler.on an inland vacation
Uslubumu önemsiyor havasındalar.
Yada başka bir örnek verelim: geçen ay
daha fazla yazmaya yemin ettim. Yazmak nedir?
Ee benim durumumda , kağıda dökmektir.
Düşünceleri değil tam olarak, ama fikirleri belki:
Düşünceler hakkındaki fikirleri.
Düşünceler çok iddialı bir sözcük. thoughts is too grand a word.
Fikirler daha iyi, tam kastettiğim şey olmasa da.
Bir gün açıklarım. Ama bugün olmaz.
Şöyle hissediyorum, sanki biri bana bir yelek dikmiş de
kırlarda gezinirken onu giyiyorum.
O kişiye bağlılığımdan , kimseler yok görecek oysa,
Bir ben bir de nasıl göründüğümü algılayışım içimde. with my inner vision of what I look like.
Yeleği giymek hem bir görev hem bir zevk
çünkü emiyor beni çok fazla emiyor. because it absorbs me, it absorbs me too much.
Bir at çarpık olarak duruyor irregularly against
şuradaki tarla üstünde. Bu görüntüyü ben mi
Algılıyorum? O benim mi, yoksa onu
Başka görüntülere mi borçluyum, farkedilmemiş ve kaydedilmemiş,
büyük dinlenik kavsinde zamanın on the great, relaxed curve of time
tüm unutulmuş baharlara , atılan çakıllara,
bir zaman dinlenen son ışıktan
günlük hayatın unutkanlığına kayan şarkılara mı? songs once heard that then passed out of light into everyday oblivion?
o adam
ağır ağır uzaklaşıyor, başını kaldırıp
ayak sürüyen bir soruyu pompalıyor gökyüzüne. (a lingering question)
O adamı da kurban edebiliriz.
Nihai ilerlemeye, etmeliyiz çünkü, ilerlemek zorundayız.
john ashbery
5 Nisan 2012 Perşembe
sleepers'ın dizisini çekmişler adını "suskunlar" koymuşlar; büyük ajitasyon, fena oyunculuk ben seyretmem.
"Perpetual present tense" diye yeni bir zaman türetmiş bizimki, pek keyifleniyor...
sen yirmi yaşındaki,
evet sen! Bir 70 yaşındakinden daha fazla ne bilebilirsin?
- nowness.
vay saygı duydum, eyvallah!
Lazzarato şöyle diyor bu duruma;
...sayısal teknoloji kristalleşmiş zaman-madde üztünde bir değişiklik yapmayı ve ilave iç değişikliğe uğratılabilecek zamansal patikaları taklit etmeyi olanaklı kılan, akmayan bir zaman , bir matris zaman üretir.
old school bilgisayar oyunlarına benzeyen grafikler super senkronize.. çok hoş;
ama bizim Ali Mahmut Demirel'in pin pon topu hadisesi aklıma geldi;
2001'de yapmıştı kendisi bu video'yu Ritchie Hawtin'e...anmadan geçemeyeceğim.
Who was it telling me Honestly Honesty is all about the timing Oh, my bad There was I thinking that honesty Was all about truth Oh, woe is me With your honesty We’ve had conversations About the past It’s taken long enough to see Your true colours You’ve got so many baby You’re like a fuckin rainbow Just let me revel in your blue notes Who was it sitting here Yesterday Saying that I’m leaving in a hurry Oh, my bad There was I sitting there watching you Talking like I’m already gone Oh, woe is me With your honesty We’ve had conversations About the past It’s taken long enough to see Your true colours You’ve got so many baby You’re like a fucking rainbow Just let me revel in your blue note Who was it telling me Honestly Honesty is all about the timing Oh, my bad There was I thinking that honesty Was all about truth Oh, woe is me With your honesty…
allam beni görünmez yap.
hemen şimdi.
olmuyosa devekuşu.
24 Mart 2012 Cumartesi
bu gecenin parçası aciyip
Maybe I'm mistaken expecting you to fight Or maybe I'm just crazy, I don't know wrong from right But while I am still living, I've just got this to say It's always up to you if you want to be that want to see that want to see that way - you're coming along!
22 Mart 2012 Perşembe
sabahın parçası
şimdi ne yalan söyliyeyim, derbi esnasında önceden de öngördüğüm üzere, canım Hakan Kadir Balta'nın golünün akabinde bir sigara yaktımdı... Emre yapma! dediyse de yaptım. feda olsun ilk 48 saate. Tabi sil baştan.
neyse bugün itibariyle sigarasız geçirdiğim 4.gün.
cravingler iyice azaldı.
bugün daha mutlu kalktım gibi.
ama iflasın eşiğindeyim,
kendimi sigaradan uzak tutacam diye; ve uzak tutarken gamdan kederden verem olmayayım diye harcadığım paranın, seyrettiğim rom-com'un haddi hesabı yok.
emre'den boşansam bu kadar alışverişe verir miydim kendimi bilmem.
neyse "ilk riskli dönem"i atlattım. (ilk üç gün oluyor ilk riskli dönem)
ikinci riskli dönem 3. haftaymış.
bu arada dünkü maçta yarabandı takan Fenerli kadınlar onursuzdur...
bunu da 4 gündür sigara içmiyorum diye söylemiyorum.
öyle yani...
21 Mart 2012 Çarşamba
gecenin filmi ; RED MOON
Ne demiş baba - Andre Breton;
"Surrealism does not allow those who devote themselves to it to forsake it whenever they like. There is every reason to believe that it acts on the mind very much as drugs do; like drugs, it creates a certain state of need and can push man to frightful revolts.
bu arada Manifesto of Surrealism'in full textini okumak isteyenler için;
ve;
bu gecenin parçası; little boxes.
Walk off the World'den bir Malvina Raynolds cover'ı;
ama bu insanları da en az Malvina kadar seviyoruz.
17 Mart 2012 Cumartesi
bu derbiyi alıcaz; şampiyon olucaz,
işte bu da şarkısı...
16 Mart 2012 Cuma
Thom York demişken bir de bunların PJ Harvey ile düetleri vardı... (bu arada PJ Harvey diyince hep aklıma pj erhan geliyor ama alakası yok aslında, kadıncağızın adı polly jean, benim de adım polly olsaydı ben de kısaltırdım, polly ve molly ismini hiç tutmam...)
"This mess we're in"
bu gecenin parçası olsun bari...
Can you hear them? The helicopters? I'm in New York No need for words now We sit in silence You look me In the eye directly You met me I think it's Wednesday The evening The mess we're in and The city sun sets over me
Night and day I dream of Making-love To you now baby Love-making On-screen Impossible dream And I have seen The sunrise Over the river The freeway Reminding Of this mess we're in and The city sun sets over me
What were you wanting? I just want to say Don't ever change now baby And thank you I don't think we will meet again And you must leave now Before the sunrise Above skyscrapers The sin and This mess we're in and The city sun sets over me
hayır herşey tamam da;
"we sit in silence
you look me
in the eye directly"
bu bölümde yıkılıyorum, sanki dizlerimden kırılıyor bacaklarım, öylece bombalanmış bina gibi yığılıyorum...
bu ne cüret ama? Insan nasıl bakabilir direkt gözlerinin içine?
yapamam, nasıl yapılır?
15 Mart 2012 Perşembe
tam iki saat kaldı. iki saat sonra 24 saattir sigara içmemiş bir insan olacağım;
"insan" burada kilit kelime.
çünkü bu süre zarfında inanın ne bir sinir krizi, ne bir şirretlik, ne bir çatışma...
neyse şöyle söyleyeyim, son sigarayı içtikten sonra (ah! dün gibi hatırlıyorum);
evet hemen 20 dakika sonra, kan basıncı normale dönüp kalp atışları yavaşlıyormuş; el ve ayaklar ısınırmış;
bu 20 dakikaya fazla takılmamak lazım, önemli olan ilk 8 saat...
kandaki karbonmonoksit seviyesi normale dönüyor ve oksijen seviyesi yükseliyor. ilk sekiz saati geçirince kendinizi temiz havaya çıkarın biraz nefes alın ciğerlerin kapasitesini zorlayın diyorlar; bu arada ilk sekiz saat içinde en az 18 tane craving geliyor...üff acayip yokluyor yani...
bir şişe şarap işe yarayabilir;
ben bu 8 saatin en azından 6'sını uykuda geçirdim...yani gece bırakmak mantıklı olabilir.
bugünü de yatakta geçirdim. müzik dinleyip, film seyredip, blog okudum (depresif olmayanları- en çok olağanüstü sıradana takıldım; bir de siminya'ya tabi.)
Emre'yi evden gönderemiyorum ama odadan atmayı başardım...bu sayede vukuatsız geçirdik bu günü diyebilirim.
cravingler azaldı gibi. yarın daha önemli bir gün; yarın bu saatlerde koku alma ve tat alma duyularımda değişiklik olacakmış; sinir uçlarımdaki hasar tamir olmaya başlayacakmış, sinir uçlarımda hasar oluğunun farkında bile değildim.
yarını da atlatırsam işim kolaylaşacak, bir tek derbiden korkuyorum, yani derbiden sonra mı bırakmaya kalksaydım şu sigarayı diyip duruyorum kendime...
filmi de seyrettim, sıradan bir rom-com; başındaki kadın erkek diyaloğu olmasa woody allen filmi bile demem.
"sevişirken ölümü unutmak ya da ölüm korkusunu unutturan sevişme" beni biraz etkilemiş olabilir.
ama söyleyeyim o kız puppy bakışlı owen wilson'ı iki günde oklavayla kovalar...
ama bu Angus nasıl bir adamdır?
bu nasıl hisli bir erkek sesidir?
tom york vardı bir de...yok yok bu Angus başka...
bugün önümüzdeki 10 saat boyunca yapacak daha iyi bir şeyi olan var mı acaba?
güneşli bir gün için ölebilirim...
- filmimi çekmişler, charlize theoron'u oynatmışlar bozuldum. Natalie'yi tercih ederdim.
- derbiye 3 gün kaldı.
- Tutturdular, Woody Allen'ın, Van gogh tablosunda yürüyen Owen Wilson'lu, paris filmini seyret diye...
- yani on tane film olsa 9. sıraya filan koyarım woody allen'ı. Yani woody allen sevmem de diyemiyorum ne haddime, ayrıca seyrettiğim her filmini de gayet... neyse yine de bir şey var woody allen diyince yüzümü buruşturan...
sonra da bir "aaaa cık cık cık.. nasıl sevmezsin woody allen'ı? neden??" tepkisi geliyor.
"ne bileyim, yani bilemiyorum gerçekten , henüz kendim de bilemiyorum yani, üzerine de çok kafa yormadım hani..."
boş boş bir insanım, ne sevdiğini bilen, ne sevmediğini bilen, hiç bir şeyin önünü arkasını düşünmeyen (bu da emrenin lafı) hep bir "ayıkla pirincin taşını" durumu var benim hayatımda...
ama bu istanbul'da herkes sorgu sualci...ne çok konuşkan bir milletiz..duramıyoruz.. herkes herkesin herşeyle ilgili ne düşündüğünü, ve niye öyle düşündüğünü bilmek istiyor...böylesi diyaloglarda ben se hep kendimi suçlu hissediyorum sonunda..
Bu icat salonumda dursun, bu Niklas Roy'da iyi dostum olsun istiyorum!
adam, parti moduna girdiğin anda vaziyeti çakozlayıp ambiyans yaratan ve sen koptukça abartan makine icat etmiş. - ama öyle böyle değil bir anda evi minas'ın dükkana çevirecek kadar- / bir de babamın süper 8 film makinesinden bir kaç pornografik retro fotoğraf yansıttık mı duvara, tamam yani.