4 Mayıs 2015 Pazartesi

insanlığın bir ağızdan söylediği şarkı

Neruda'nın yaşadığı Şili kıyılarında
su kuşlarının sık sık 
posta kutularından 
çeşitli nedenlerle incelemek için
mektupları çaldıkları çok iyi bilinir.
Nedenleri sayayım mı?
bu konuda 
kuşların
(kendi kendilerine şakımaları arasında
bundan söz etmeleri dışında)
suskunlukları bilinse de,
nedenler çok açık.
herşeyden önce
kuşlar bu mektupları çalarlar
çünkü onlar
bu mektuplarda gizli olan ve herkesin sözcüklerinden oluşan
bu bir ağızdan söylenen şarkıda
kesinlikle
kendilerinin hiç bir zaman ulaşamadıkları
insanların kalbinin anahtarı olduğunu sezerler
oysa insanların gerçekten kalpleri olduğundan da
epeyce kuşkuludurlar.
bu kuşların bir başka inancı da 
kendilerinin bir ağızdan söyleyecekleri şarkının
insanların bu garip çığlıklarıyla
nasılsa zenginleşebileceğidir.
(bizim kıkırdamalarınızın onları aydınlatabileceği
kuş beyinlilere özgü ne garip bir düşünce)
ama onların Neruda'nın 
Kara Ada'daki posta kutusundan
onun mektuplarıyla birlikte çaldıkları
aslında Neruda'nın onlardan derlediği 
ve onların herşeyi içeren
herşeyle ilgilenen o coşkulu bakışlarının sonucu
bir ağızdan söyledikleri
kendi şarkılarıydı
ama Neruda yaşamadığına göre 
öyle mektuplar da yazılmıyor artık
kuşlar bu yüzden ezberledikleri gibi
yeniden söylemeliler
kanımızın ve sessizliğimizin
kalbindeki o yüce şarkıyı

Cuernavaca, 1975 
Lawrence Ferlinghetti
Çev. Cevat Çapan

3 Mayıs 2015 Pazar

Drifter's pick; şiir gibi çizimler KİM'den


Şiir gibi resimler Daehyun Kim'den...Moonassi serisini Seul'de okurken çizmeye başlamış; çizimlerin ardında öyle belli bir hikaye yok; genel günlük hissiyatımın dışavurumu diyor kendisi...öyle diyorsa öyledir ne diyelim. yukarıdaki çizime verdiği isim; I see you in the sea of you yani bir sen denizinde seni görüyorum...  

You're sur real


bright darkness

sleepless days

attached

22 Nisan 2015 Çarşamba

Bu günün şarkısı

                                            https://m.youtube.com/watch?v=kbialNJT69k

21 Nisan 2015 Salı

köprü çoban ve bir uzlaşma hikayesi



Rönesansla ilgili hep şöyle derler ya;
Ortaçağ ile modern tarih arasındaki köprüdür rönesans;
doğruymuş
Ortaçağ sanatı ile modern sanat arasında bir köprü var; ve o köprüden geçen toskanalı bir çoban;
Giotto .
santu sipiritu meydanından ilerleyip arno nehri üstündeki ikinci köprüden geçiyorum yürüyerek…
santa croche(kroşe) meyadanındaki şapelin tavanına bakıcam.
Simetri ve asimetri konusunda kafa yoruyorum şu size bahsettiğim kitabı okumaya başladığımdan beri.
Güzellikle simetri arasındaki ilişki hepimizin malumu; peki asimetri?
Simetrideki “steryl rigidity” yani steril katılık/değişmezlik/esnemezlik  onu asimetrik yani sürprizli, tahmin edilemezli, dinamik olandan daha az cazip kılıyor olabilir mi?
Olabilir.
Ama asimetrinin de bir sınırı olmalı mı?
Köprüden geçerken bunları düşünücem.
Köprünün bütün olayı bu mevzu olabilir mi?
 Asimterinin ne kadarı kaos yaratmaz?

Aklıma takılan bişey daha var. Tüm dünya rönesans’ın floransa’dan çıktığını kabul ediyor. Kimisi “şans işte, da vinci, mikelanj, boticelli falan filan hepsi toscana’da doğmuş naapalım” diyor. Buna tesadüf demek bi tuhaf değil mi? Kimisi tarih veriyor. Rönesansın başladığı günü söylüyor. Floransa katedralinin vaftizhane kapısını (şu bronz olan) yapma ihalesinin, Brunelleschi’de değil de Ghiberti’de kaldığı gün başladı bu Rönesans diyor.  Yani Kapıyı Brunelleschi yapsaydı hala yedi sağda yedi solda melekler, ortada bir Madonna elinde koca kafalı bir bebek çiziyor olacaktık resim diye.
Neyse kendi teorime dönüyorum.
Köprü ve Çoban Giotto teorisi;
Soruyu yeniden soralım;
Asimetrinin ne kadarı kaos yaratmaz.
Bugün sanatta bunun hiçbir önemi yok ne kadar kaos o kadar sanat;
ama o gün vardı bin ikiyüz küsurlardan bahsediyoruz.
İşte bugün sanata bu pervasızlığı tanıyan köprü Rönesans.
peki
Rönesans neden bir çobanın gözlerinden yansıdı ve ellerinden alev aldı?
Kıra çıkmak lazım,
Bahar bahar, toskana çayırlarına…
Çünkü simetri ve asimetri arasında bir uzlaşma sağlamak gerek bunu en iyi doğa sağlıyor… gözümüzün önünde aslında.
Bu uzlaşmaya biz

Balans diyoruz…


18 Nisan 2015 Cumartesi

Uffff!!!izzi!!!!


İlk gün sinan abi kafası !

-         -  Rönesansın beşiği floransaya hoşş geldin sinan abi!
-         -  Oğğlum yine dalmışsın, floransayı turist basmış, çıkarın şu turistleri ufutziyi gezecem!!!
-          - Yannız abi bugün zor haftaya gel, mümkünse sabah beşte gel sıra öğlene gelir hayırlısıyla…
-          - Yuhh hepiniz kafayı mı yediniz ? ne ufutziymiş kardeşim? Akademia’ya gireyim o zaman?
-          - Sinan abi sana bi pizza ısmarliyim sen vaz geç bu sevdadan…
-          - Yapma be!


İkinci gün ufizzi neymiş koy şu Toskana'nın Kianti şarabından bi kadeh daha kafası!

Madem müzelere girme konusunda terakki kaydedemedik şu meşhuur  Mikelanj’ın davut heykelinin çakmasının olduğu meydana gideyim o zaman, Signoria meydanın adı.
Şimdi anlatıyorum hikayeyi…
Sene 1504, bir eylül sabahı;  
yağlı direkler üzerinde kaydırılarak taşınan devasa tahta bir kafesin içinden işte şu aşağıdaki resimde gördüğünüz namı diğer “Mikelanjelo’nun Devi”  Davut  ööylecene meydana indiriliyor.   



(Allam ben niye böyle sanatsal afallatıcılığı tarihe geçmiş olaylara maruz kalmıyorum?)
Tamı tamına 5 metre 17 santim uzunluğunda…
Çok mu acayip diyecek olursanız, evet çok acayip…
Yapılışı, getirilişi, sarayın önüne indirilişi, Michaelangelo’nun kendisi, 1873’e kadar o meydanda ööylecene durması (ikidebir ööylecene dediğimin farkındayım), sonra ne olduysa birden zarar göreceğinden korkulup şu bir türlü bilet sırası gelmeyen akademiya müzesine taşınması ,  meydan boş kalmasın diye aynısının tıpkısından bir çakmasının yapılıp meydana koyulması, 1990’da manyağın birinin heykele çekiçle saldırıp, haşmetli Davud’un sol ayak serçe parmağını kırması, Floransa belediyesinin 2003 yılında Davud’u yıkamaya karar vermesi (haşmetli 1843’den beri suya sabuna değmemiş)…
Aaa daha bomba;
Kudüs’ün fethinin 3000. Yılı diye Floransalıların bir jest olarak heykelin bir kopyasını Kudüs’e göndermesi ama heykelin pornografik öğeler içerdiği gerekçesiyle (biz boşuna öööylecene diyip durmuyoruz) kabul edilmeyip, kudüs'ün bunu giydirip gönderin denmesi…

Geyik bir yana, Floransa’yı, müzelerin akıl dışı sırasını, Michaelangelo’yu, David’i  anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için;  çok gezen mi bilir çok okuyan mı? sorusunun malum cevabını bu noktada yalan edip The Art of Florence adlı bir kitap alıp okumaya başlıyorum arkadaşlar….
bu arada floransa fotoları için buradan buyurun...

Bir sonraki yazı;
Rönesans’a Giriş Ders 1 

8 Nisan 2015 Çarşamba

floransa'dan bahar manzaraları!





çok yakında ufizzi yazı dizisi!!!

eski tas: MUTE’LU İNSANLAR

eski tas: MUTE’LU İNSANLAR: Oysa şu salyangoz gibi kendi içine doğru kıvrılan devrim, onların devrimi değildir. Çünkü eleştirici ve dışa doğru patlayan bir devrim d...

2 Nisan 2015 Perşembe

drifter's pick!

Sofia Coppola'nın son filminde, güneş altında şezlonga yatmalı bi sahne var, öyle güzel bi sahne ki uzuuun uzuuun... O kaddar olur yani sööliyim dedim.