gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
30 Nisan 2015 Perşembe
29 Nisan 2015 Çarşamba
22 Nisan 2015 Çarşamba
21 Nisan 2015 Salı
köprü çoban ve bir uzlaşma hikayesi
Rönesansla ilgili hep şöyle derler ya;
Ortaçağ ile modern tarih arasındaki köprüdür rönesans;
doğruymuş
Ortaçağ sanatı ile modern sanat arasında bir köprü var; ve o
köprüden geçen toskanalı bir çoban;
Giotto .
santu sipiritu
meydanından ilerleyip arno nehri üstündeki ikinci köprüden geçiyorum yürüyerek…
santa croche(kroşe)
meyadanındaki şapelin tavanına bakıcam.
Simetri ve asimetri konusunda kafa yoruyorum şu size
bahsettiğim kitabı okumaya başladığımdan beri.
Güzellikle simetri arasındaki ilişki hepimizin malumu; peki
asimetri?
Simetrideki “steryl rigidity” yani steril
katılık/değişmezlik/esnemezlik onu
asimetrik yani sürprizli, tahmin edilemezli, dinamik olandan daha az cazip
kılıyor olabilir mi?
Olabilir.
Ama asimetrinin de bir sınırı olmalı mı?
Köprüden geçerken bunları düşünücem.
Köprünün bütün olayı bu mevzu olabilir mi?
Asimterinin ne kadarı
kaos yaratmaz?
Aklıma takılan bişey daha var. Tüm dünya rönesans’ın
floransa’dan çıktığını kabul ediyor. Kimisi “şans işte, da vinci, mikelanj,
boticelli falan filan hepsi toscana’da doğmuş naapalım” diyor. Buna tesadüf
demek bi tuhaf değil mi? Kimisi tarih veriyor. Rönesansın başladığı günü
söylüyor. Floransa katedralinin vaftizhane kapısını (şu bronz olan) yapma
ihalesinin, Brunelleschi’de değil de Ghiberti’de kaldığı gün başladı bu Rönesans
diyor. Yani Kapıyı Brunelleschi yapsaydı
hala yedi sağda yedi solda melekler, ortada bir Madonna elinde koca kafalı bir
bebek çiziyor olacaktık resim diye.
Neyse kendi teorime dönüyorum.
Köprü ve Çoban Giotto teorisi;
Soruyu yeniden soralım;
Asimetrinin ne kadarı kaos yaratmaz.
Bugün sanatta bunun hiçbir önemi yok ne kadar kaos o kadar
sanat;
ama o gün vardı bin ikiyüz küsurlardan bahsediyoruz.
İşte bugün sanata bu pervasızlığı tanıyan köprü Rönesans.
peki
Rönesans neden bir çobanın gözlerinden yansıdı ve ellerinden
alev aldı?
Kıra çıkmak lazım,
Bahar bahar, toskana çayırlarına…
Çünkü simetri ve asimetri arasında bir uzlaşma sağlamak
gerek bunu en iyi doğa sağlıyor… gözümüzün önünde aslında.
Bu uzlaşmaya biz
Balans diyoruz…
Etiketler:
alternatif gezi notları,
giotto floransa,
resim sanatı,
rönesans
18 Nisan 2015 Cumartesi
Uffff!!!izzi!!!!
İlk gün sinan abi kafası !
- - Rönesansın beşiği floransaya hoşş geldin sinan
abi!
- - Oğğlum yine dalmışsın, floransayı turist basmış,
çıkarın şu turistleri ufutziyi gezecem!!!
- - Yannız abi bugün zor haftaya gel, mümkünse sabah
beşte gel sıra öğlene gelir hayırlısıyla…
- - Yuhh hepiniz kafayı mı yediniz ? ne ufutziymiş
kardeşim? Akademia’ya gireyim o zaman?
- - Sinan abi sana bi pizza ısmarliyim sen vaz geç
bu sevdadan…
- - Yapma be!
İkinci gün ufizzi neymiş koy şu Toskana'nın Kianti şarabından bi kadeh
daha kafası!
Madem müzelere girme konusunda terakki kaydedemedik şu
meşhuur Mikelanj’ın davut heykelinin
çakmasının olduğu meydana gideyim o zaman, Signoria meydanın adı.
Şimdi anlatıyorum hikayeyi…
Sene 1504, bir eylül sabahı;
yağlı direkler üzerinde kaydırılarak taşınan devasa tahta
bir kafesin içinden işte şu aşağıdaki resimde gördüğünüz namı diğer “Mikelanjelo’nun
Devi” Davut ööylecene meydana indiriliyor.
(Allam ben niye böyle sanatsal afallatıcılığı tarihe geçmiş olaylara
maruz kalmıyorum?)
Tamı tamına 5 metre 17 santim uzunluğunda…
Çok mu acayip diyecek olursanız, evet çok acayip…
Yapılışı, getirilişi, sarayın önüne indirilişi,
Michaelangelo’nun kendisi, 1873’e kadar o meydanda ööylecene durması (ikidebir
ööylecene dediğimin farkındayım), sonra ne olduysa birden zarar göreceğinden korkulup şu bir türlü
bilet sırası gelmeyen akademiya müzesine taşınması , meydan boş kalmasın diye aynısının
tıpkısından bir çakmasının yapılıp meydana koyulması, 1990’da manyağın birinin heykele
çekiçle saldırıp, haşmetli Davud’un sol ayak serçe parmağını kırması, Floransa belediyesinin
2003 yılında Davud’u yıkamaya karar vermesi (haşmetli 1843’den beri suya sabuna
değmemiş)…
Aaa daha bomba;
Kudüs’ün fethinin 3000. Yılı diye Floransalıların bir jest
olarak heykelin bir kopyasını Kudüs’e göndermesi ama heykelin pornografik
öğeler içerdiği gerekçesiyle (biz boşuna öööylecene diyip durmuyoruz) kabul
edilmeyip, kudüs'ün bunu giydirip gönderin denmesi…
Geyik bir yana, Floransa’yı, müzelerin akıl dışı sırasını,
Michaelangelo’yu, David’i anlayabilmek
ve anlamlandırabilmek için; çok gezen mi
bilir çok okuyan mı? sorusunun malum cevabını bu noktada yalan edip The Art of
Florence adlı bir kitap alıp okumaya başlıyorum arkadaşlar….
bu arada floransa fotoları için buradan buyurun...
Bir sonraki yazı;
Rönesans’a Giriş Ders 1
8 Nisan 2015 Çarşamba
eski tas: MUTE’LU İNSANLAR
eski tas: MUTE’LU İNSANLAR: Oysa şu salyangoz gibi kendi içine doğru kıvrılan devrim, onların devrimi değildir. Çünkü eleştirici ve dışa doğru patlayan bir devrim d...
2 Nisan 2015 Perşembe
drifter's pick!
Sofia Coppola'nın son filminde, güneş altında şezlonga yatmalı bi sahne var, öyle güzel bi sahne ki uzuuun uzuuun... O kaddar olur yani sööliyim dedim.
28 Mart 2015 Cumartesi
27 Mart 2015 Cuma
Bugün hayatımda ilk defa gerçek bir Oskar Kokoshka gördüm!
niye mi önemli?
çünkü yok yok içinde.
Cezanne
mı ararsın, monet mi , mondrian, Picasso, dali, maggritte, rothko, van Gogh, Rambrant,
Boch, Rubens vs. vs. yok yok. İnanlmaz bir müze. İnsanın gözleri faltaşı
gibi açlıyor; hiii o da varmış bu da varmış diye…
Gezerken sürekli nasıl koruyorlar bu müzeyi dedim durdum, insanın soyası gelir
yani o derece… baştan çıkarcı…
Müzenin hikayesi çok duygularımı sömürdü söyleyeyim.
Babanın biri, (hii çok ayıp!, ne amiyane oldu hiç öyle denir
mi?) adam gibi adammış demek istiyorum yani,
Franz Boijman adında bir avukat kendi koleksiyonunu bağışlamak suretiyle
müzenin temellerini atıyor. yıl 1849! Sonra ona
bir diğer baba, George von Beuningen katılıyor, o da bağışlıyor
bağışlayabildiği kadar. Bu iki yüce
gönüllü adamı örnek alan diğer bazı Hollandalı zenginler de müzeye epey bişey
bağışlamışlar sonra… zaten öncülük edilince gerisi geliyor …
Bizim büyük babalar da evlerinde köşklerinde saklıyorlar
Fikret Muallaları, Şeker Ahmet Paşaları, Abidin Dinoları filan… çok anlamsız,
çok bencilce buluyorum bunu da neyse başka bişeylerden bahsedicem aslında. Topu topu beş şey.
Birincisi; oskar kokoschka gördüğüm için öyle mutluyum ki…
İkincisi şu tablo
Bu bir George Hendrik Breitner. Tablonun adı “the earring”
yani küpe. 1893’de yapılmış. öyle etkileyici ki. Dakikalarca bakabilir insan.
Aynaya yansıyan yüz çizmek ne kadar zordur düşünebiliyor musunuz? Resimdeki aynada
başka bir resim daha var ve inanlmaz. Çok görülesi bişey gerçekten.
Üçüncüsü bu;
Önce yapıldığı tarihi söylüyorum: 1560.
Enteresan olan şu; o tarihte doğa resmi çizmek diye bişey
yok. Ressamlar doğa resmi filan çizmiyorlar; resim çizmek, çizdirmek çok pahalı
bir lüks; sadece kontlar, lordlar, krallar filan ressamlara sipariş usulü resim
çizdiriyorlar; o da işte kendilerinin karılarının çocuklarının filan resimleri.
Kimse aman bir ressam tutayım da şu antreye bir göl resmi çizsin ferah ferah
bakarız demiyor yani.
İşte onun için bu ressam mühim.
Cornelis van Dalem.
Bu yetenekte, ustalıkta bir ressam ve pastoral çalışıyor.
Nasıl mı?
E, çünkü kendisi çook
zengin bir soylu ahahaahaha…
zevk için resim yapıyor yani; ne isterse onu çiziyor. Çok iyi
değil mi?
dördüncüsü;
geçen sene Brüksel’deki Magritte müzesine gidip
orada bulamayınca biraz olsun hayal kırıklığı yaşadığım “La reproduction
interdite” işe bak bu müzede çıktı. Başka birkaç tane daha Magritte var. Ama
bilirsiniz Magritteseverlerin gönlünde bu tablonun yeri ayrıdır.
Son olarak size kafkanın evini takdim edeyim;
1938 tarihli bu tablonun ismi The Doctor’s visit (Kafka’s
House)/ Doktor Ziyareti, (kafka’nın evi).
Pazargünü ressamı diye bişey duymuş muydunuz? Öyle deyince
şimdi aklıma şu TRT’de beş dakkada nehir kıyılı, bahçeli dağ evli manzara resmi
çizen kabarık saçlı amca geliyor, allah rahmet eylesin vefaat etti yakınlarda. Neyse
yok bu Hendrik Nicolaas Werkman öyle değil. Werkman’ a Pazar ressamı diyorlar
çünkü, sadece Pazar günü resim çizermiş. Kafka da yakın dostu olurmuş. Bu
tablodaki ev de gerçekten Kafka’nın eviymiş. Doktor ne alaka hiç anlamadım ama
Kafka’nın evinin duvarının kırmızısına ve ormana bakan balkonuna bakar mısınız?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)