22 Nisan 2015 Çarşamba

Bu günün şarkısı

                                            https://m.youtube.com/watch?v=kbialNJT69k

21 Nisan 2015 Salı

köprü çoban ve bir uzlaşma hikayesi



Rönesansla ilgili hep şöyle derler ya;
Ortaçağ ile modern tarih arasındaki köprüdür rönesans;
doğruymuş
Ortaçağ sanatı ile modern sanat arasında bir köprü var; ve o köprüden geçen toskanalı bir çoban;
Giotto .
santu sipiritu meydanından ilerleyip arno nehri üstündeki ikinci köprüden geçiyorum yürüyerek…
santa croche(kroşe) meyadanındaki şapelin tavanına bakıcam.
Simetri ve asimetri konusunda kafa yoruyorum şu size bahsettiğim kitabı okumaya başladığımdan beri.
Güzellikle simetri arasındaki ilişki hepimizin malumu; peki asimetri?
Simetrideki “steryl rigidity” yani steril katılık/değişmezlik/esnemezlik  onu asimetrik yani sürprizli, tahmin edilemezli, dinamik olandan daha az cazip kılıyor olabilir mi?
Olabilir.
Ama asimetrinin de bir sınırı olmalı mı?
Köprüden geçerken bunları düşünücem.
Köprünün bütün olayı bu mevzu olabilir mi?
 Asimterinin ne kadarı kaos yaratmaz?

Aklıma takılan bişey daha var. Tüm dünya rönesans’ın floransa’dan çıktığını kabul ediyor. Kimisi “şans işte, da vinci, mikelanj, boticelli falan filan hepsi toscana’da doğmuş naapalım” diyor. Buna tesadüf demek bi tuhaf değil mi? Kimisi tarih veriyor. Rönesansın başladığı günü söylüyor. Floransa katedralinin vaftizhane kapısını (şu bronz olan) yapma ihalesinin, Brunelleschi’de değil de Ghiberti’de kaldığı gün başladı bu Rönesans diyor.  Yani Kapıyı Brunelleschi yapsaydı hala yedi sağda yedi solda melekler, ortada bir Madonna elinde koca kafalı bir bebek çiziyor olacaktık resim diye.
Neyse kendi teorime dönüyorum.
Köprü ve Çoban Giotto teorisi;
Soruyu yeniden soralım;
Asimetrinin ne kadarı kaos yaratmaz.
Bugün sanatta bunun hiçbir önemi yok ne kadar kaos o kadar sanat;
ama o gün vardı bin ikiyüz küsurlardan bahsediyoruz.
İşte bugün sanata bu pervasızlığı tanıyan köprü Rönesans.
peki
Rönesans neden bir çobanın gözlerinden yansıdı ve ellerinden alev aldı?
Kıra çıkmak lazım,
Bahar bahar, toskana çayırlarına…
Çünkü simetri ve asimetri arasında bir uzlaşma sağlamak gerek bunu en iyi doğa sağlıyor… gözümüzün önünde aslında.
Bu uzlaşmaya biz

Balans diyoruz…


18 Nisan 2015 Cumartesi

Uffff!!!izzi!!!!


İlk gün sinan abi kafası !

-         -  Rönesansın beşiği floransaya hoşş geldin sinan abi!
-         -  Oğğlum yine dalmışsın, floransayı turist basmış, çıkarın şu turistleri ufutziyi gezecem!!!
-          - Yannız abi bugün zor haftaya gel, mümkünse sabah beşte gel sıra öğlene gelir hayırlısıyla…
-          - Yuhh hepiniz kafayı mı yediniz ? ne ufutziymiş kardeşim? Akademia’ya gireyim o zaman?
-          - Sinan abi sana bi pizza ısmarliyim sen vaz geç bu sevdadan…
-          - Yapma be!


İkinci gün ufizzi neymiş koy şu Toskana'nın Kianti şarabından bi kadeh daha kafası!

Madem müzelere girme konusunda terakki kaydedemedik şu meşhuur  Mikelanj’ın davut heykelinin çakmasının olduğu meydana gideyim o zaman, Signoria meydanın adı.
Şimdi anlatıyorum hikayeyi…
Sene 1504, bir eylül sabahı;  
yağlı direkler üzerinde kaydırılarak taşınan devasa tahta bir kafesin içinden işte şu aşağıdaki resimde gördüğünüz namı diğer “Mikelanjelo’nun Devi”  Davut  ööylecene meydana indiriliyor.   



(Allam ben niye böyle sanatsal afallatıcılığı tarihe geçmiş olaylara maruz kalmıyorum?)
Tamı tamına 5 metre 17 santim uzunluğunda…
Çok mu acayip diyecek olursanız, evet çok acayip…
Yapılışı, getirilişi, sarayın önüne indirilişi, Michaelangelo’nun kendisi, 1873’e kadar o meydanda ööylecene durması (ikidebir ööylecene dediğimin farkındayım), sonra ne olduysa birden zarar göreceğinden korkulup şu bir türlü bilet sırası gelmeyen akademiya müzesine taşınması ,  meydan boş kalmasın diye aynısının tıpkısından bir çakmasının yapılıp meydana koyulması, 1990’da manyağın birinin heykele çekiçle saldırıp, haşmetli Davud’un sol ayak serçe parmağını kırması, Floransa belediyesinin 2003 yılında Davud’u yıkamaya karar vermesi (haşmetli 1843’den beri suya sabuna değmemiş)…
Aaa daha bomba;
Kudüs’ün fethinin 3000. Yılı diye Floransalıların bir jest olarak heykelin bir kopyasını Kudüs’e göndermesi ama heykelin pornografik öğeler içerdiği gerekçesiyle (biz boşuna öööylecene diyip durmuyoruz) kabul edilmeyip, kudüs'ün bunu giydirip gönderin denmesi…

Geyik bir yana, Floransa’yı, müzelerin akıl dışı sırasını, Michaelangelo’yu, David’i  anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için;  çok gezen mi bilir çok okuyan mı? sorusunun malum cevabını bu noktada yalan edip The Art of Florence adlı bir kitap alıp okumaya başlıyorum arkadaşlar….
bu arada floransa fotoları için buradan buyurun...

Bir sonraki yazı;
Rönesans’a Giriş Ders 1 

8 Nisan 2015 Çarşamba

floransa'dan bahar manzaraları!





çok yakında ufizzi yazı dizisi!!!

eski tas: MUTE’LU İNSANLAR

eski tas: MUTE’LU İNSANLAR: Oysa şu salyangoz gibi kendi içine doğru kıvrılan devrim, onların devrimi değildir. Çünkü eleştirici ve dışa doğru patlayan bir devrim d...

2 Nisan 2015 Perşembe

drifter's pick!

Sofia Coppola'nın son filminde, güneş altında şezlonga yatmalı bi sahne var, öyle güzel bi sahne ki uzuuun uzuuun... O kaddar olur yani sööliyim dedim. 

28 Mart 2015 Cumartesi

27 Mart 2015 Cuma

Bugün hayatımda ilk defa gerçek bir Oskar Kokoshka gördüm!

 Rotterdam’da önemli bir müze var bilen bilir adı “Boijman” 
niye mi önemli?
çünkü yok yok içinde.  
Cezanne mı ararsın, monet mi , mondrian, Picasso, dali, maggritte, rothko, van Gogh, Rambrant, Boch, Rubens  vs. vs. yok yok.  İnanlmaz bir müze. İnsanın gözleri faltaşı gibi açlıyor; hiii o da varmış bu da varmış diye…
Gezerken sürekli nasıl koruyorlar  bu müzeyi dedim durdum, insanın soyası gelir yani o derece… baştan çıkarcı…

Müzenin hikayesi çok duygularımı sömürdü söyleyeyim.

Babanın biri, (hii çok ayıp!, ne amiyane oldu hiç öyle denir mi?) adam gibi adammış demek istiyorum yani,  Franz Boijman adında bir avukat kendi koleksiyonunu bağışlamak suretiyle müzenin temellerini atıyor. yıl 1849! Sonra ona bir diğer baba, George von Beuningen katılıyor, o da bağışlıyor bağışlayabildiği kadar.  Bu iki yüce gönüllü adamı örnek alan diğer bazı Hollandalı zenginler de müzeye epey bişey bağışlamışlar sonra… zaten öncülük edilince gerisi geliyor …

Bizim büyük babalar da evlerinde köşklerinde saklıyorlar Fikret Muallaları, Şeker Ahmet Paşaları, Abidin Dinoları filan… çok anlamsız, çok bencilce buluyorum bunu da neyse başka bişeylerden bahsedicem aslında.  Topu topu beş şey.  

Birincisi; oskar kokoschka gördüğüm için öyle mutluyum ki…

İkincisi şu tablo


Bu bir George Hendrik Breitner. Tablonun adı “the earring” yani küpe. 1893’de yapılmış. öyle etkileyici ki. Dakikalarca bakabilir insan. Aynaya yansıyan yüz çizmek ne kadar zordur düşünebiliyor musunuz? Resimdeki aynada başka bir resim daha var ve inanlmaz. Çok görülesi bişey gerçekten.

Üçüncüsü bu;


Önce yapıldığı tarihi söylüyorum: 1560.

Enteresan olan şu; o tarihte doğa resmi çizmek diye bişey yok. Ressamlar doğa resmi filan çizmiyorlar; resim çizmek, çizdirmek çok pahalı bir lüks; sadece kontlar, lordlar, krallar filan ressamlara sipariş usulü resim çizdiriyorlar; o da işte kendilerinin karılarının çocuklarının filan resimleri. Kimse aman bir ressam tutayım da şu antreye bir göl resmi çizsin ferah ferah bakarız demiyor yani.
İşte onun için bu ressam mühim.

Cornelis van Dalem.
Bu yetenekte, ustalıkta bir ressam ve pastoral çalışıyor.
Nasıl mı?
 E, çünkü kendisi çook zengin bir soylu ahahaahaha…
zevk için resim yapıyor yani; ne isterse onu çiziyor. Çok iyi değil mi?

dördüncüsü; 
geçen sene Brüksel’deki Magritte müzesine gidip orada bulamayınca biraz olsun hayal kırıklığı yaşadığım “La reproduction interdite” işe bak bu müzede çıktı. Başka birkaç tane daha Magritte var. Ama bilirsiniz Magritteseverlerin gönlünde bu tablonun yeri ayrıdır.



Son olarak size kafkanın evini takdim edeyim;


1938 tarihli bu tablonun ismi The Doctor’s visit (Kafka’s House)/ Doktor Ziyareti, (kafka’nın evi).

Pazargünü ressamı diye bişey duymuş muydunuz? Öyle deyince şimdi aklıma şu TRT’de beş dakkada nehir kıyılı, bahçeli dağ evli manzara resmi çizen kabarık saçlı amca geliyor, allah rahmet eylesin vefaat etti yakınlarda. Neyse yok bu Hendrik Nicolaas Werkman öyle değil. Werkman’ a Pazar ressamı diyorlar çünkü, sadece Pazar günü resim çizermiş. Kafka da yakın dostu olurmuş. Bu tablodaki ev de gerçekten Kafka’nın eviymiş. Doktor ne alaka hiç anlamadım ama Kafka’nın evinin duvarının kırmızısına ve ormana bakan balkonuna bakar mısınız?