gökyüzünün altında gevşemiş onun bunun üzerine kafa yorup duruyor. Emeğin doğasını düşünüyor. Avareliğin doğasını ve göğün kendisini. Kocaman dalga dalga bulutlar yere o kadar yakın duruyorlar ki, insanın kement atıp birini tutası geliyor.- ister başının altına yastık yap ister midene indir. Bir tabak bol sulu fasülyeyi kocaman bir parça bulut etiyle götür, sonra da biraz kestirmek üzere uzan. Ne hayat ama! (hayalperestler- Patti Smith)
3 Şubat 2015 Salı
2 Şubat 2015 Pazartesi
30 Ocak 2015 Cuma
sabah 4 kafaları
zaman beni sürükleyen bir nehir,
ama nehir benim;
beni parçalayan bir kaplan,
ama kaplan benim;
Beni tüketen bir ateş, ama ateş benim.
Evren, ne yazık ki , gerçek;
ben , ne yazık ki Borges'im.
diye başlar Kum Kitabı...
sonra bi'de bu şarkı var...
gotye- smoke and mirrors
27 Ocak 2015 Salı
25 Ocak 2015 Pazar
drifter's pick! total giovanni Ya da gecenin vidyosu
son zamanlarda seyrettiğim en matrak vidyo klip!
Bişey diycem
Bizim televizyonlarda asla yayınlanmayacak diziler var
Mesela GIRLS
Yazık, seinfeld den sonra beni en çok eğlendiren dizi diyebilirim. Eğlendiren dedim dikkat ederseniz güldüren değil.
Yazık tabi bizim toplumun en hardkor kız modeli nil karaibrahimgil. Ya o da olmayaydı?
Girls için link vermiyorum fazla direkt vulgar humor herkese hitab etmez neticede çok isteyen bulur.
Mesela GIRLS
Yazık, seinfeld den sonra beni en çok eğlendiren dizi diyebilirim. Eğlendiren dedim dikkat ederseniz güldüren değil.
Yazık tabi bizim toplumun en hardkor kız modeli nil karaibrahimgil. Ya o da olmayaydı?
Girls için link vermiyorum fazla direkt vulgar humor herkese hitab etmez neticede çok isteyen bulur.
23 Ocak 2015 Cuma
21 Ocak 2015 Çarşamba
20 Ocak 2015 Salı
18 Ocak 2015 Pazar
16 Ocak 2015 Cuma
15 Ocak 2015 Perşembe
Yatmadan önce parçası ve bir de alıntı yine o kitaptan...
"...bilincin derinlerden yükselmekte olduğu böyle anlarda insan herşeyi çocuk kitaplarının dünyasındaki gibi görür..."
Robert Musil - Niteliksiz Adam (henüz) I. Cilt
14 Ocak 2015 Çarşamba
13 Ocak 2015 Salı
12 Ocak 2015 Pazartesi
11 Ocak 2015 Pazar
one nation under surveillance!
Kış/kar tatilime denk geldi de Cahrlie Hebdo Katliamı ve akabinde yaşanan rehine krizlerini evde aksiyon filmi izler gibi an be an televizyondan (yerli ve yabancı) takip etme fırsatı buldum.
Bizim televizyonlarda; ntv, cnn-türk, habertürk filan gibi...30 yaşın üstünde haberci(ne spiker ne muhabir) yok. yaşları itibarıyle durumu değerlendirme yetileri yok; yaşları tutmuyor bir kere. CNN, BBC, TVMONDE, ALJAZEERA filan gibi dış basın televizyonlarına bakınca fark ediyorsun ki böyle büyük haberlere gönderdikleri muhabirlerin önce rüştünü ispat etmiş olması yeterli değil. örnek BBC'nin Dammarten'e gönderdiği muhabir Liz en az 50 yaşında vardı; yazık kadın 9 saat dikildi orda haber yapcam diye.
izlediğim kadarıyla televizyondan edindiğim malumat şudur;
1. Cahrlie Hebdo Katliamının dinle imanla bir alakası yoktur.
2. Katil quaşi kardeşler müslüman filan değildir. Ama Fransız'dır; ve kesin olarak teröristtir.
3. Charb, akıbetinin Teo Van Gogh gibi olacağını biliyordu onun için evlenmemiş; çocuk yapmamış, borca girmemiş ve hatta araba bile almamıştı.
4. Fransız halkı bunca zaman güvenlik önlemlerine karşı direnç gösterdi sonuç böyle oldu.
5.bu iş böyle olmaz güvenlik önlemlerini arttırmak gerekir; Avrupanın çok çeşitli yerlerinde bu terör saldırıları artarak devam edecektir ama Korkmayın, birlik olun ve daha da önemlisi izlenmekten korkmayın.
valla benim bütün bu mevzudan anladığım bu oldu arkadaşlar; daha çok kamera, daha çok izlenme daha çok kayıt, daha çok kaset ama işte bir türlü anlamıyorlar herşey tek bir insanın kendini feda etmesine bakıyor; kafası bozuk tek bir insan!!!
8 Ocak 2015 Perşembe
alıntı;
ne yazık ki alışılmadık sayıda insan günümüzde yine alışılmadık sayıda insana düşmanlık duymaktadır. İnsanın kendi çevresi dışında yaşayan insanlara karşı alabildiğine bir güvensizlik beslemesi, yani bir Germenin bir Yahudiyi değil, fakat bir futbolcunun da bir piyanisti anlaşılmaz ve değersiz bir yaratık yerine koyması , kültürün temel özelliklerinden biridir. Çünkü sonuçta nesne, yalnızca sınırlarıyla ve böylece de çevresine karşı belli ölçüde düşmanca bir eylemle varlık kazanabilir.
Niteliksiz Adam I. Cilt / Robert Musil. (çev. Ahmet Cemal)
Etiketler:
evladiyelik,
Robert Musil; alıntı,
sindire sindire okumalar
Nolan Kafası! BEYOND; WIRED MAGAZINE NOLAN ÖZEL SAYISI
Interstellar'ı seyrettik mi millet?
wormhole'lar, blackhole'lar, hypercube'lar efendime söyleyeyim üç de yetmez beşinci boyutlar; exoplanet'ler, zamanlar, uzaylar, falanlar filanlar rölatif mutlu sonlu duygusallık içinde karman çorman olduysa kafalarda Nolan neyin peşinde daha iyi anlayalım diye WIRED magazine Nolan özel sayısı çıkartmış : BEYOND
drifter proudly presents/ linki burada; http://www.wired.com/2014/11/wired-nolan-issue/
muhteşem ilüstrasyonları Mario Hugo hazırlamış şöyle şeyler var ki bayıldım;
içerde biyerlerde bir de hiperküp var Nolan'ı Interstellara taşıyan uzay macerası yani Nolan's odyssey.
Yine de çözemezseniz şu kitap var, http://www.kurzweilai.net/the-science-of-interstellar
wormhole'lar, blackhole'lar, hypercube'lar efendime söyleyeyim üç de yetmez beşinci boyutlar; exoplanet'ler, zamanlar, uzaylar, falanlar filanlar rölatif mutlu sonlu duygusallık içinde karman çorman olduysa kafalarda Nolan neyin peşinde daha iyi anlayalım diye WIRED magazine Nolan özel sayısı çıkartmış : BEYOND
drifter proudly presents/ linki burada; http://www.wired.com/2014/11/wired-nolan-issue/
muhteşem ilüstrasyonları Mario Hugo hazırlamış şöyle şeyler var ki bayıldım;
içerde biyerlerde bir de hiperküp var Nolan'ı Interstellara taşıyan uzay macerası yani Nolan's odyssey.
Yine de çözemezseniz şu kitap var, http://www.kurzweilai.net/the-science-of-interstellar
7 Ocak 2015 Çarşamba
6 Ocak 2015 Salı
5 Ocak 2015 Pazartesi
Joan Miró Ferra; çocukça rüyalar, halüsinasyonlar, kuşlar, yıldızlar, renkler ve iştah
1 şubat’a kadar devam eden bir sergi var sakıp sabancı
müzesinde… gitmek lazım; bir miro tablosu önünde birkaç dakika durmak lazım…
rüyada pencere açmak gibidir Miro tabloları… yaşarken bunları görmek lazım (Not; Çarşambaları tüm gün ücretsiz
gezilebilirmiş müze.)
1937 l'été- summer
Bu bloğu takip edenler bilirler müze gezmeyi severim;
ressamların büyük koleksiyonlarının sergilendiği müzeleri özellikle. O müzelerin
giriş katlarında kitapçı olur (kimisi için hediyelik eşya dükkanı da
diyebiliriz) sanat kitapları indirimli satılır o dükkanlarda ve ben bu fırsatı
pek kaçırmamaya çalışırım.
Elimde o kitaplardan biri var orada Miro diyor ki;
“I try to apply colors like words that shape poems, like
notes that shape music.”
yani
“renkleri şiirleri oluşturan kelimeler gibi; müziği
oluşturan notalar gibi uygulamaya çalışırım”
petit universe
Renklere dikkat!
Miro resmini birkaç akımın içinde görebilirsiniz; Miro
sürrealisttir muhakkak, biraz kübizm öğeleri vardır; Picasso’yla bir geçmişi
var filan, memleketlisi ne de olsa…
fakat renkleri kullanışı…
Fauvism diye bir akım duymuş muydunuz?
Matisse desem?
Çünkü bu akımın yaratıcısı Matisse’dir ama Miro kulağı
geçmiştir…
tüpten çıktığı gibi çiğ ve bağıran renklerin bu şekilde
doğrudan kullanıldığı bir akım Fauvism / fovizm
Matisse’in de aralarında bulunduğu 3 ressamın ortak
sergisinde fark edilmiş ve adı konulmuş bir akım
Louis Vauxcelles; dönemin mühim sanat eleştirmenlerinden
biri tarafından. yıl 1905.
Bir matisse tablosu önünde, elinde şarap kadehi ile durup
şöyle demiş olabileceğini hayal ediyorum.
“Vahşi bir hayvan gibi azizim!”
“Les fauves” wild beasts anlamına geliyor. Akımın adı da
buradan geliyor.
İşte Miro bu akımın yaşamasına ve gelişmesine en büyük
katkıyı yapmıştır sanat hayatı boyunca…
Tabi renklerden ötesi var onun resminde.
Rüyalı, sürprizli, yıldızlı filan şeyler…
Femmes, oiseaux, étoiles, 1942
Women, birds, stars
Miro barcelona’da doğmuş ama Picasso sayesinde Paris’teki
sürrealist ortama akmış bir dönem; Paris'teki ilk yıllarında Paul Eluard, Antonin Artaud ve en çok da Tristan
Tzara ile takılmış…
Şiire düşkünlüğü biraz Akdenizliliğinden biraz da bu
ortamlardan…
Onun için resimden bahsederken hep şiirle karşılaştırarak
çıkarımlara varıyor mesela şöyle demiş
“The painting rises
from the brushstrokes as a poem rises from the words. The meaning comes later.”
Yani "resim fırça darbelerinden, şiir kelimelerden çıkar.
Anlamsa sonradan gelir."
Femmes, serpent-volant, étoiles, 1942
Women, flying-snake, stars
benim en şiirsel bulduğum tablosu ise;
'l'ampollo de vi' yani 'bi şişe şarap' tablosu.
son olarak size The Farm'ın hikayesini anlatıyorum ve Miro dosyasını kapatıyorum.
"The Farm" Miro'nun 9 ay boyunca gece gündüz uğraştığı, resmen doğum sancısı çektiği tablosu.
Bu tabloda bir katalan dağ köyü olan Mont Roig'deki çiftlik evini resmeder. Paris'te Picasso'nun himayesinde ve evinde kalırken; tutunmaya çalıştığı dönemde yapmıştır. Tabi orası da ilginç; Paris'e gelirken Picasso'yu tanımadığı söyleniyor; Annesi tanırmış Picasso'yu... Ailevi dostlukları nasıl kuvvetliyse Paris'de Picasso Miro'ya epey bakmış; hatta bir resmini satın almış falan.. Neyse işte o dönemlerde başlamış bu tabloyu yapmaya... öyle takıntılı çalışıyormuş ki bu tabloyu tamamlamak için rahatlayabilmek ve güçlenmek için akşamları boks salonuna gidiyormuş. Earnst Hemingway'le orada tanışmışlar.
9 ay sürmüş tabloyu tamamlaması... hamilelik gibi resmen.
Hemingway de tabloyu almayı kafasına takmış bu süre içinde.
5000 Franc verip almış sonunda tabloyu. Hemingway; o güne kadar en çok para verip aldığı tablodan 4250 Frank daha pahalı olduğunu söylüyor The Farm'ın. Neden bu kadar çok istediğine gelince tamı tamına kendi kelimeleriyle;
"It has in it all that you feel about Spain when you are there and all that you feel when you are away and cannot go there. No one else has been able to paint those two opposing things."
şöyle çevireyim
"onda, ispanya'dayken ispanya'ya dair hissedebileceğiniz; ve ispanya'dan uzaktayken ve oraya gidemiyorken hissedebileceğiniz herşey var. Hiç kimse bu iki tezat şeyi (aynı anda) çizemez."
ve sonra şunu diyor;
"After Miró had painted The Farm, and after James Joyce had written Ulysses, they had a right to expect people to trust the further things they did, even when people did not understand them."
yani
Miro The Farm'ı çizdikten ve James Joyce da Ulysses'i yazdıktan sonra ; her ikisinin de, insanların onların sonradan yapacakları işlere güveneceklerini beklemeye hakları vardı; her ne kadar insanlar o işleri anlamamış olsalar da...
(çevirisi biraz bulanık oldu)
işte The Farm
'l'ampollo de vi' yani 'bi şişe şarap' tablosu.
son olarak size The Farm'ın hikayesini anlatıyorum ve Miro dosyasını kapatıyorum.
"The Farm" Miro'nun 9 ay boyunca gece gündüz uğraştığı, resmen doğum sancısı çektiği tablosu.
Bu tabloda bir katalan dağ köyü olan Mont Roig'deki çiftlik evini resmeder. Paris'te Picasso'nun himayesinde ve evinde kalırken; tutunmaya çalıştığı dönemde yapmıştır. Tabi orası da ilginç; Paris'e gelirken Picasso'yu tanımadığı söyleniyor; Annesi tanırmış Picasso'yu... Ailevi dostlukları nasıl kuvvetliyse Paris'de Picasso Miro'ya epey bakmış; hatta bir resmini satın almış falan.. Neyse işte o dönemlerde başlamış bu tabloyu yapmaya... öyle takıntılı çalışıyormuş ki bu tabloyu tamamlamak için rahatlayabilmek ve güçlenmek için akşamları boks salonuna gidiyormuş. Earnst Hemingway'le orada tanışmışlar.
9 ay sürmüş tabloyu tamamlaması... hamilelik gibi resmen.
Hemingway de tabloyu almayı kafasına takmış bu süre içinde.
5000 Franc verip almış sonunda tabloyu. Hemingway; o güne kadar en çok para verip aldığı tablodan 4250 Frank daha pahalı olduğunu söylüyor The Farm'ın. Neden bu kadar çok istediğine gelince tamı tamına kendi kelimeleriyle;
"It has in it all that you feel about Spain when you are there and all that you feel when you are away and cannot go there. No one else has been able to paint those two opposing things."
şöyle çevireyim
"onda, ispanya'dayken ispanya'ya dair hissedebileceğiniz; ve ispanya'dan uzaktayken ve oraya gidemiyorken hissedebileceğiniz herşey var. Hiç kimse bu iki tezat şeyi (aynı anda) çizemez."
ve sonra şunu diyor;
"After Miró had painted The Farm, and after James Joyce had written Ulysses, they had a right to expect people to trust the further things they did, even when people did not understand them."
yani
Miro The Farm'ı çizdikten ve James Joyce da Ulysses'i yazdıktan sonra ; her ikisinin de, insanların onların sonradan yapacakları işlere güveneceklerini beklemeye hakları vardı; her ne kadar insanlar o işleri anlamamış olsalar da...
(çevirisi biraz bulanık oldu)
işte The Farm
Etiketler:
Günün tablosu,
Joan Miro,
müze gezileri,
resim sanatı
19 Aralık 2014 Cuma
Gecenin parçası ve öylesine okumalar...
"Şaşırt beni" diyordu cocteau'ya Serge Diaghilev . Bu buyrukla kendisi için her zaman değişim durumunda , dolayısıyla tapılası, hayranlık verici kalacak ölçüde yenileyici, yaratıcı ve dahice olması için yalvarıyordu ona.-
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)