31 Ekim 2013 Perşembe

Drifter's Pick!!! Devendra Banhart (obi'si de var)


süper tuhaf video, en çok birlikte parmak şıklattıkları kısmı beğendim.
valla hep diyorum; ne biliyorsam yüzde 60'ını internetten öğrendim.

videoyu seyredince -kabul edersiniz ki tuhaf bir çekiciliği var- kimmiş bu Devendra Banhart bir tetkik edeyim dedim. Google, wiki falan derken yeterli malumata ulaştım.
hakikaten esaslı kişilikmiş Banhart
aşağıda yazacaklarımın hepsini wikipedia'dan öğrendim. bu arada söylemeden geçemeyeceğim bu abinin wiki article'ını kim yazmışsa... 
çünkü epey tuhaf detaylara takılmış...  
şöyle ki; 

mesela tam adı Devendra Obi Banhart, o ortadaki Obi Star Wars'daki Obi-Wan Kenobi'den geliyor. ama daha komiği ilk adı yani Devendra, Indra'dan geliyor bildiğimiz Hindu Tanrısı. Eh  be kardeşim bu ne perhiz bu ne lahana turşusu derler adama...Pek tuhaf bir karışım olmuş. 
anasının babasının kafası epey karışıkmış anlayacağınız... daha iki yaşında boşanmışlar zaten.

bir art school geçmişi var. Sanfransisco Art institute'a kaydoluyor, çizim yeteneği var yok değil.
şöyle ki;


bana kalırsa çizdiği en güzel şey bu. 
başka şeyler de çizmiş aslında... ama diğerleri bana lisede girdiğim çook sıkıcı coğrafya derslerini ve hocanın ses tonuyla senkronize çizdiğim mıyıl mıyıl karalamalarla dolu coğrafya defterimi hatırlattı.

bu bahsi geçelim.

The Castro mahallesini duymuş muydunuz? San Fransisco'daki gay mahallesi. Benhart oralara ne diye düşmüş orası muamma ama düşmüş işte...
aç parantez -
busking; sokak performansçılığı.
gitarla takılmacalar falan...
ilk ciddi sahne performansı bir gay düğününde;
Elvis'ten "Love me Tender" söylemiş günün anlam ve önemine binaen.

bu arada şu videosu epey enteresan;
 

okulu bitiremiyor ama müzikte tam gaz.
ilk albüm 2002, The Charles C Leary  (bu ne biçim albüm ismi diyenleriniz olabilir.) 24 parçalık albüm.
özellikle içinde Ride like Roy Orbison diye bir parça var ki gerçekten bu neyin kafası dedirtiyor. iyi ki 2002'de dinlememişim. Neyse siz şu The Charles C. Leary'i dinleyin bence;

 
bu arada videodaki resim kendi çizdiği albümünün kapağı.

ya işte bunlar hep Bob Dylan, Patti Smith filan kafaları...
rock star slash artist slash poet slash writer slash sculptor slash .....
öyle gider yani.
ne diyelim allah tuhaf yaratmış.

ilk albüm den sonra aynı yıl bir başka albüm daha çıkarıyor onun da ismi şöyle ki;
Oh Me Oh My...The Way the Day Goes By the Sun Is Setting Dogs Are Dreaming Lovesongs of the Christmas Spirit
evet ben de fark ettim biraz uzun; 
"title" kavramı üzerine pek düşünmediği aşikar. 

sonra sırasıyla 2004'de Rejoicing in the hands ve Nino Rojo ( ninyo roho yani kırmızı oğlan anlamında aksanlı n yoktu klavyemde onun için açıklama gereği duydum.) albümleri , 2005'de cripple crow, 2007'de smokey rolls down Thunder Canyon, 2009'da What will we be ve son olarak bu yıl Mala...
bayaa albüm anlayacağınız. 
bir sürü şarkı...
peki tür? ne tür müzik yapıyor derseniz... wiki şöyle izah etmiş arkadaşlar

style: NEW WEIRD AMERICA

ahahaha bu wiki beni öldürecek. 
valla yalan söylemiyorum; işte burda http://en.wikipedia.org/wiki/New_Weird_America

neyse çok güzel şarkı sözü var onu yazıyorum son olarak gerisi hep internetlerde dolu....
klibiyle seyredersiniz.




                                                               "Little Yellow Spider"
One, two, three, four

Little yellow spider, laughing at the snow
Ah, maybe that spider knows something that I don't know
'Cause I'm goddamn cold

Little white monkey, staring at the sand
Well, maybe that monkey figured out something I couldn't understand
Who knows?

Well, I came upon a dancing crab, and I stopped to watch it shake
I said, "Dance for me just one more time
Before you hibernate and you come out a crab cake"

Hey there, little snapping turtle, snapping at a shell
Ah, there's mysteries inside, I know
But what they are I just can't tell for sure

And hey ya, little baby crow, you're looking kinda mean
I think I outta spit before you start letting off your steam
For sure

And hey there, little sexy pig, you made it with a man
And you're got a little kid with hooves instead of hands

And oh, all the animals
All the animals

And hey there, little mockingbird, they sing about you in songs
Ah, where you been? Have you broke a wing?
I haven't heard you in so long

And hey there, little albatross, swimming in the air
Ah c'mon, you know I can't fly
And I, I think we really outta play fair

And hey there, Mr. happy squid, you move so psychadelically
You hypnotize with your magic dance all the animals in the sea
For sure

And oh, all the animals
All the animals

And hey there, Mr. morning sun, what kind of creature are you?
I can't stare, but I know you're there
Goddamn, how I wish I knew

And hey there, Mrs. lovely moon, you're lonely and you're blue
It's kinda strange, the way you change
But then again, we all do too


28 Ekim 2013 Pazartesi

2013 bitsin artık yahu!!!


"life is like sanskrit read to a pony"
Lou Reed

24 Ekim 2013 Perşembe

bizim takım bi tuhaf kondisyon olmuş maaşallah!

Felipe Melo'nun golü rüyama girecek bu gece kesin. son golü de yemeseydik olmazdı malum kuşların nazarı değerdi...
ya bi'de bişey diycem;
niye kimse bana son feci bisiklet diye acayip bi' grup olduğunu ve bu grubun varoluşum yokuşu diye bir parçaları olduğunu söylemiyor?
alıcaanız olsun...



23 Ekim 2013 Çarşamba


Bazan başımı kaldırıp tepemdeki bulutların bu halini görünce
Kendimi, gökyüzünde ilahi bir krallığın hüküm sürmediğine inandırmaya epey çabalıyorum.
Sonra

Jupitere bir göz kırpıyorum.

22 Ekim 2013 Salı

Neden ey ruhum, bu kadar hüzünlüsün? 
Ve neden huzursuz edersin beni?
Davut'un mezmuru
XLII, 6-12.

10 Ekim 2013 Perşembe

Drifter's Pick!!! LEAD ME..


Bu nefis filmi yapan arkadaş Meradi Omar şimdi Paris'te namı yürümüş bir FX TD yani 'effects technical director'.
bu 'computer generated short movie' diye categorize edilen muhteşem şeyi yapmaya başladığında yani 3 yıl önce bir 3d animasyon öğrencisiymiş. Maaşallah diyoruz.
Müzik ise Doug Kaufman'a ait.     

9 Ekim 2013 Çarşamba

DALİ MİDİR NEDİR?

Rüyamda Dali'yi gördüm. Kabus mu demeliydim acaba?
çünkü Dali otobüsün en arka koltuğunda yanıma düşmüş bıyıkları da hani o bi elinde kedi tutan harbi manyak bakışlı fotoğrafındakinden biraz daha uzamış boynuma değip duruyordu. Ayaklarında slippers diye tabir ettiğimiz terlikler vardı ve saçları da gri ve kıvırkıvırdı. işte tam bu noktada görüntüsü ara ara einstein'la karışıyordu. Ama rüyamda bu görüntüsüne rağmen epey bi Dali'ydi. ondan emindim çünkü boynuma değen fırça bıyıklardan öyle tiksinç rahatsızlık duymama rağmen Dali diye sesimi çıkarmıyordum. Einstein olsa o kadar tahammüllü olmazdım.
Rüyamın geri kalanında hiç birşey olmadı enteresan kabilinden, öyle sıradan diyalogsuz otobüs camı yolculuğu...
rüyaya sebep muhabbet Dali'nin ilüstrasyonları.
bir arkadaşım sayesinde haberdar oldum.
şöyle ki;
1969 yılında Maecenas Press-Random House yayınevi Dali'nin chapter resimlerini çizdiği Alis Harikalar Diyarında kitabını basar ve ayın kitabı olarak pazarlar. Heliogravür deniyor bu çizimlere. tam 12 tane var;
buyrun;

bu ilk heliogravür.
sonra 
'Down the Rabit Hole' chapter'ı geliyor


 devam ediyorum;

The Pool of Tears


The Causcus Race and a Long Tale

The Rabit Sends in a Little Bill

Advice from A Caterpillar


Pig And Pepper

Mad Tea Party


The Queen's Croquet Ground

The Mock Turtle's Story

The Lobster's Quadrille

Who Stole the Tarts?


Alice's Evidence

Kalan son baskısının 12.900$'a satıldığı söyleniyor.

Gelelim, 1946 basımı Don Kişot'a... 

“Demasiada cordura puede ser la peor de las locuras, ver la vida como es y no como debería de ser.
yani;
Fazla aklıselim delilik olabilir; ve deliliğin en büyüğü hayatı olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi görmek. 















Drifter's back in town!!


28 Eylül 2013 Cumartesi

orman

Ah be abi!!!



"...Kaz dağına doğru yola çıkıyoruz. Kaz dağında "ilyada'yı yeniden yazıyoruz. Yapacaklarımızın birçoğunu burada anlattık. O zeytin ağaçlarının, o çam ormanının, o örümcekgibi gökyüzüne doğru ağan incir ağaçlarının binlerce yıl önceki insanın macerasına şahit olduğunu biliyorsun artık. İşte achilleus bu çayda sulamış atlarını. Paris burada çobanlık yapmış, Selmani Farisi Sarı Kız'la burada birlikte olmuş. Kibele'nin dağı. Burada yaşanacak, yaşamak demek, yani yaşamanın bir parçası demek, tiyatro demek, sinema demek, müzik demek. Hayatımın sonuna kadar hep bir yaratma duygusu içinde yaşayacağım. Az zaman kaldı, çok iyi çalışmak lazım. Sağlıklı olmak lazım. Yaşamak güzel şey abi."

26 Eylül 2013 Perşembe

Drifter's pick! kitap/şiir...

başucumda bir kitap var bir iki gecedir;                  
"Geliyorsun, Geliyorsun!" diye başlıyor...
"Ben güzel kokulu çözüm yollarının sicilini tutuyorum" diye bitiyor.
aralarda da şöyle şeyler söylüyor;
... özgürlük ıslak saç kokar....
... fazlasıyla utangaç yolcularız ve sanrılara maruz kalırız...
... insanlar birbirlerini tanımak zorunda değildir, birbirlerini tanıdıklarında konuşuyorlarsa bu savaş demektir, susuyorlarsa yol.
... gökyüzü ve yeryüzü sonsuza dek kendilerini düşünmeden sürer (bu nasıl sonsuz bir birlikteliktir?)
... geri dönme tutkusundan vazgeçmedikçe onu sevmeyi gerçekten bilmeyecektim.

ve birsürü başka şey...

24 Eylül 2013 Salı

daft punk kadar sevdiğim 10-15 kadar daha grup vardır ama hepsi o kadar yani...



şey diyecektim aslında 'get lucky" çok güzel parça.  

11 Eylül 2013 Çarşamba

Drifter's pick!!! Bu fotoğrafları seveceksiniz.

Osheen Harruthoonyan yuh o nebiçim soyadı!
aman bana da ne oluyorsa, nüfusuna geçirecek değil ya beni...
adam experimental photography üstadı; bu fotoğraflara bayıldım, bayıldım. kursağımdan geçmedi görün istedim.








buyrun burası da sitesi; daha bisürü var burada da

10 Eylül 2013 Salı

9 Eylül 2013 Pazartesi

Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış Karafaki Rakısıyla…

8 Eylül 2013 Pazar

Drifter's pick!!! almadığı ödül kalmayan animasyonu buyrun buradan yakın arkadaşlar!!!

zan


"...bir şeyi gördükten hemen sonra, aynı zamanda kendimizin görülebileceğini de fark ederiz.Karşımızdakinin gözleri birleşerek görünenler dünyasının bir parçası olduğumuza bütünüyle inandırır bizi.

Karşıdaki tepeyi gördüğümüzü kabul edersek o tepeden görüldüğümüzü de kabul etmemiz gerekir."
-Görme Biçimleri, John Berger-

- bide tam tersi gibi başını kuma gömen bi kuş vardı...
- yok deve kuşu!
- öylesi de makbul oluyor. gözden ırak olunca gönülden de falan diye gidiyor...
- yok deve!


I built you a temple...

6 Eylül 2013 Cuma

Sayın Muzdarip Şaşkın,
Her iki mektubunuzu da aldım.  Gecikmeli cevabım için kusuruma bakmayınız. İkinci mektubunuzu da aldıktan sonra cevap yazma gereği hissettim. Efendim tavsiyem göz doktorunuza başvurmanız; zira sol gözde çıkan astimat muzdarip olduğunuz şikayete sebep olabilmekte.

Efendim Sır Ayna ve Çerçeve İmalat ve İthalat Ltd. Şti.’nin kurucusu ve ilk yönetim kurulu Başkanı Büyük Dedem Sırrı Sır’ın vefaatından sonra sihirli ayna imalatımız durmuştur. Aynanın arkasında bulunan seri numarası 088 ile başlıyorsa elinizde bulunan aynanın halihazırda antika değeri taşıyor olduğunu belirtmek isterim.  Sihirli çerçeve konusunda ar-ge çalışmalarımız sürmekte olup henüz imalat aşamasına gelinememiştir. Sır Ayna ve Çerçeve İmalat ve İthalat Ltd. Şti. müşteri memnuniyeti konusunda azami hassasiyet gösteren bir kurumdur. Bu sebepten mütevellit her iki mektubunuz da yönetim kurulu toplantımızda değerlendirmeye alınacaktır.

Saygılarımla
Mirat Sırrı Sır

Sır Anya ve Çerçeve İmalat ve İthalat Ltd. Şti. Yön Kur. Başk.
Sayın yektili,
Bundan bir süre önce şahsınıza hitaben yazdığım mektupta sihirli ayna üretiminin ivedilikle durdurulmasına ilişkin talebimin dikkate alınmadığının farkındayım. Her sabah yaşadığım sarsıcı şoklara rağmen, süreğen durumu kanıksama çabalarım sonuç vermeye başlamışken piyasaya sunduğunuz son teknoloji sihirli çerçevelerinizi tecrübe etmiş bulunuyorum.  Emin olunuz satın almadım. Ancak insanları bilmez gibi benden şüphe etmeyiniz; insanların birbirlerine vazodan sonra en çok hediyelik eşya olarak seçtikleri ürün, esefle bildiriyorum ki çerçevedir. Çerçevenizin içine yerleştirdiğim benim için pek muhterem kişinin resmi her gün başka bir ifadeye bürünürken aklımı salim tutamadığımı takdir edebilirsiniz. Söz konusu maruzatımı bildirirken duyarlılığınıza sığınarak gereğinin yapılmasını, konuyla ilgili bana en azından menfi yada müspet bir cevap verilmesini arz ve rica ederim.
Saygılarımla

Muzdarip Şaşkın

5 Eylül 2013 Perşembe

Breakfast can wait



evet itiraf ediyorum çocukluktan beri Pince hayranıyım. Son parçasını da acayip beğendim.

4 Eylül 2013 Çarşamba

Drifter'ın kederi..

hayır tabiki bu blogda öyle şeyler yapmıyoruz, kederimizi içimize atıp söz verdiğimiz gibi Pujolle'den bahsediyoruz!
Eylül zaten drifter yağmurdan nefret etsin diye var, onun için Eylül'ü çok seviyoruz.
Ayrıca dün NTV spor'da BBC'nin yaptığı olimpiyat belgeselinde Kulplu Beygir Sporcusu bir arkadaş şöyle dedi..."Bazen kendimi kendime gereğinden fazla yakın hissediyorum."
çok fena.

Neyse Pujolle'den bahsedecektim;

 “tyrannical, obsessed with order, pathalogically jealous”
‘Gaddar, düzenle kafayı bozmuş, patalojik kıskanç’ Doktorun hakkında yazdıkları böyle ben doktorunun yalancısıyım.
Yalnız doktor çok iyi kalpli bir insanmış, Allah hepimize böyle doktorlar bağışlasın inşallah;  

Guillaume Pujolle 1893 Fransa doğumlu; babası 55 yaşında öldüğünde epey bi kumar borcu bırakmış ardında; 31 yaşında evlenip Metz'e taşınmış, iki sene sonra boğazını kesmeye kalkmış.
Asıl hikaye bundan sonra başlıyor.


sanatındaki en önemli özellik delirium dediğimiz bilinç bulanıklığını siyah ve pembe tonlarını birbirine bulaştırırken apaçık ortaya koyması... Bunu doktoru bir bakışta farketmiş; zaten ondaki dehayı keşfeden yine doktoru... 

Düzen hastası, agresif manyak kişilik, aman aman dikkat etmek lazım valla derken; boğaz kesme olayıyla bazı tahammül sınırları aşılınca; Pujolle'nin akıl hastanesi günleri başlıyor. İlk yattığında karısının onu aldattığına dair ağır bir saplantıyla baş etmeye çalışıyor; hatta güyya karısının bir kızı varmış ve onu sürekli takip ediyormuş, hastanede gece uyurken gözetliyormuş sözüm ona... terapiler filan derken bir süre sonra hastaneden çıkartılıyor ama halüsünasyonlar peşini bırakmıyor; bir gün yine bir cinnetle zavallı kadının üstüne yürüyüp onu öldürmeye kalkınca iş yine değişiyor, intihar teşebbüsü sonrasında haydi tekrar akıl hastanesine -ve tabi bu kez sonsuza kadar...
bu hikayede en dokunaklı olan şu;
Karısı Pujolle akıl hastanesinde yalnız kalmasın diye o hastanede hemşire olarak çalışmaya başlıyor ve orada ölene kadar yanında kalıyor.
şimdi resimler;

  




1935'de 42 yaşlarındayken çizmeye başlıyor; resimler mürekkep ve karakalem ağırlıklı... 

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Art Brut kafası; Dubuffet ve Wölfli

Outsider Art demek beni rahatsız ediyor, ben orijinal adını kullanmayı yeğliyorum. “Art brut” nefis bir ifade bence; brutal kelimesini  oldum olası beğenmişimdir.  Una musica brutal dediği bir parçası vardır Gotan Project’in, çok güzel tango…
Brutal…
evet vahşi anlamı var ama başka şeyler de söylüyor bu sözcük…
mesela haşin, hoyrat, yabani…
çok güçlü bir kelime, şiddet içeriyor…
sanat da öyle değil midir?

Onun için Roger Cardinal’e; art-brut’a   “outsider art” yakıştırmasını yapıp bir de tamlamayı literatüre geçirdiği için hep burun kıvırıcam hiç alınmasın gücenmesin.  Sebep de; efendim bu sanatçılar ömürlerinin büyük kısmını akıl hastanelerinde, hapishanelerde filan geçirmişlermiş; çoğu psikopat ya da şizofrenmiş (veyahut çocuk) onun için popüler sanat ya da sanat eğitiminden falan bihaberlermiş…
Yaptıklarını sanat olsun diye yapmıyorlarmış;  bak sen!

bu jarncılığa çok kafam bozuluyor ama fazla üstünde durmamak lazım; neticede bir tercüme isim işin değerini azaltacak değil ya…

Biz Jean Dubuffet’den yürüyelim;  bu art-brut mevzuuna ilk dikkati çeken odur çünkü.
Dubuffet zengin bir Fransız burjuvadır; Paris’te Julian Akademisinde resim okumuşluğu vardır; gerçi pek çok zengin burjuva gibi orada pırlanta gibi arkadaşlar edindikten sonra eğitime burun kıvırıp akademiyi yarıda bırakmıştır; (bize ne canım) İyi şarapçı olduğu söylenir. Yok öyle değil baba mesleği şarap üretimi ve pazarlamasından iyi geliri varmış. (bundan da bize ne canım)  bütün bunlar 1900’lerin başında oluyor bu arada… Neyse hayatından kimler gelmiş kimler geçmiş peh…Michauxlar mı istersiniz Matisseler, Artaudlar, Celine’ler allah allahhh diyorum.

Sadede gelicem yani asıl mevzuya; herşey Dubuffet, Aloise Corbaz’la Adolf Wolfli’nin sanatıyla karşılaşınca yerine oturuyor. Evreka kafası…"Bu başka bişey!" dediğimiz şey işte tam da bu diyor Dubuffet. Tabi Dubuffet de pek enteresan adam ama ben şimdi Adolf Wölfli’den bahsedicem izninizle…


O çocukken fiziksel ve cinsel tacize maruz kalmış bir yetim aslında…çocuk istismarından hapse girene kadar da hayatı epey berbat geçmiş; ordu geçmişi falan da var bir dolu bela…1800’lerin sonunda ağır psikoz teşhisiyle Bern’deki Waldau Kliniğine yatırıyorlar…(orada da ölmüş zaten)  bütün hayatı boyunca halüsinasyonlarla yaşamış Wölfli. Ve bu halüsinasyonların bir yerinde çizmeye başlamış baba…1904-1906 yılları arasında 50 serilik karakalem çizimleri ilk işleri olarak biliniyor. Waldau Kliniğindeki doktorlardan biri (soyadı Morgenthaler) Wolfli’ye özel bir ilgi duyup  Ein Geisteskranker als Künstler (A Psychiatric Patient as Artist) (bir sanatçı olarak Psikiyatrik bir Hasta) diye kitap yazınca ve bu da Dubuffet’in eline geçince ‘art brut’ yavaş yavaş bişey ifade etmeye başlıyor.

Çok enteresan; adama sabah bir kurşun kalem veriyorlarmış; iki günde kalem bitiyormuş onun bunun kalemine sarkıyormuş sonra…yılbaşında bir kutu renkli kalem vermişler iki üç haftada bitirmiş kalemleri.
Yahu nasıl bir işçilik insanın aklı almıyor, bildiğin deli işi diyeceğim “literally” diye eklememe gerek kalmayacak. Ama çok etkileyici gerçekten.

Sonra müzik de yazmış;
bu konu da ayrı muamma…
Notaları resim mantığıyla yerleştiriyor sanmışlar önce porteye… sonra bi deşifre etmişler şöyle şeyler çıkmış;
buyur burdan yak.

Asıl büyük Wölfli koleksiyonu Bern’deki Fine Art Museum’da ama Lozandaki bu muhteşem müzede de bir bölüm ayrılmış tabi kendisine.  Irren –Anstalt Band- Hain, 1910 adlı remin önünde gün geçer…

Müzede haliyle fotoğraf çekmeme izin vermediler; fotoğraf makinesini bırakın, çantamı da girişteki kasalara kilitlettiler; üstümü arayacaklar sandım, elime not defterimi almaya çekindim valla…  hayır google’da zibilken, benim günahım ne;  bu saçmalıklara hakkaten çok yoruluyorum. Ama zaten fotoğraf iyi olmuyor bazı resimler camın arkasında olduğu için parlama yapıyor.


Bir sonraki postumda size en çok etkilendiklerimden biri olan Guillaume Pujolle’den bahsedeceğim.
şimdi buyrun Wolfli halülülülerine bakalım biraz;