22 Temmuz 2013 Pazartesi

20 Temmuz 2013 Cumartesi

çocuk gibi küskünüm Leyla Erbil'e, bütün gün surat asıcam, belki biraz ağlayabilirim bile...

-başka bir şey ister misin?
-seni isterim ! ne yapıyorsun?
-ne mi yapıyorum,,, irmik helvası.
....

-ölmüş kuşakların geleneği bütün şiddetiyle yaşayanların üzerine çöker, değil mi?
- ne dedin, ne dedin? işitilmiyor buradan azıcık yükselt sesini.
-ölmüş kuşakların geleneği bütün şiddetiyle yaşayanların üzerine çöker, diyorum.
-irmik helvasını sevmediğini biliyorum ama ne yapayım özür dilerim.
-...
-bence herkes sever irmik helvasını, ben de severim, sen neden sevmezsin acaba?
-ben fransiskenleri severim!
-iyi edersin.
-bizim melamileri de severim,,,hani bir hırka bir sopayla dolaşan,,,

bu diyaloğun sonu "unutmam merak etme sen." diye bitiyor.



3 Temmuz 2013 Çarşamba

günün parçası; the era when we sang


sigur ros kafası

söyleyeyim;
zaten Sigur Ros konseri park orman'da hiç güzel olmazdı;
 mesela Rumeli Feneri çok uygun tam karadenizin başladığı yer; üfff acayip yakışır bidaha gelecek olurlarsa düşünülsün derim valla bak!




29 Haziran 2013 Cumartesi

Bir dize takılır aklına, sonra bütün günün şiirle geçer...


Sabah 6:38 ne ayaksın sen gözlerim?

Gözlerim sevgilim dehşetli ağrıyor…

Daha birkaç saat olmuş oysa başucu lambamı kapatalı, bu dize son okuduğum kitaptan bile değil;
yıllaaar önce indirimli kitaplar rafından bulduğum incecik bir şiir kitabından…
Şöyle devam ediyor olsa gerek birkaç dize sonrası

“Tut gözlerimden sabah büyüsün.”

Üşenme kalk bul çıkar o kitabı.

Sabah 6:44
Yapılacak daha iyi bir işin mi var?
Bir dize bütün akışı değiştirir bir günde…
Leyla Şahin
Sevdiğim Leyla Şahin nemli sabaha ne güzel yakışır…
Çay gibi
Gözlerim sevgilim o kadar da ağrımıyor şimdi hem.
Şiir güne nasıl yayılır?
Sis gibi…
Çay da çay olacak ama…

“bir kuş çoğalıyor havada
gözlerim taştı gözlerim”

Leyla Şahin;  sahi deden de mi şairdi senin?
Öyleydi değil mi?
En güzel çiçeklere su verirken düşünülür bir dize üzerine,
İnce belliden bir yudum alınır
Bir iki volta atılır,

Bir sandalye çekilir pencerenin önüne…

“bir gemi getirdim kapına: birlikte gidelim.
sen içli, uzun geceli kadınlar için yaratılmışsın,
uzun sabahlar için
buğday tarlaları, usulbaşlı geyikler, yollar için...
göğsüne düşür beni: yeryüzünün şarkılarını dinleyeyim orada…”

bir şiir kitabını öyle eline alıp okumaz insan sayfa sayfa,  şiir okunmaz karıştırılır.
Şiir karıştırır insanı zira…
Şiir sabahı uzatır, çayı karartır, yüzünü aydınlatır, güneşi çağırır…
Güneş illa icabet edecek diye bir şey yok tabi…
Limon sarısı begonya da nasıl güzel açmış.

11:42
Zeytinyağlı fasülye yapsam mı bugün?
Neden olmasın? Olur.
fasülyeleri yıkarken;

“su avaredir
güneş yağıyor gökten
su avaredir
halk için şiir yazmak istiyorum”
dizeleri aklımda…

Leyla Şahin;  Halk Tv’yi açalım, ajansı alalım biraz…
Bir iki direniş fotosu görelim,  gönüllü seti reklamına milyon bilmem kaçıncı kez gülelim kıs kıs…
Biraz sürer bu ayıklama işi, fasülye biraz kılçıklı ama taze çok.

“çocuklarımıza kıyıyorlar kitaplarımıza günlerimize
böyle giderse bir değeri kalmaz ölümün bile
hemen şimdi gel !
o dağlardan gelen gemiler bacaları beyaz dumanı mavi
bir ovada yaslanır bir gülün göğsüne
elimdeki yağmur suya düşer ıslanır
                      gel

ben senin gözlerinde bir sabahım, gitmem
                     gel”

aynen öyle oluyor Leyla Şahin; aynen dediğin gibi…
kapat televizyonu.
bügün güneş nazlı, yine de biraz hava almalı sahile inip…

“bana kendini söylememiştin, bir ev
pencereden bakıyordu  -atlasa oradan
düşerdi –kimin yalnızlığına
yaramızdan gencidik ozaman

bir tren geçiyordu her sabah
kalbin dünyaya sığmadığı yerden
yol kadar gencidik o zaman”

hava çok nemli bugünlerde çamaşırlar tam kurumamış
biraz daha dursun dönünce toplarım.
Kapıdan çıkarken;

“sessiz harfler gibiydi ağaç
dalgınlık açıyordu bir daldan
bir dala geçerken akşam
ev kadar gencidik o zaman”

Yağmur yağabilir gibi, ince bir yağmurluğum vardı nereye koymuştum?
Buldum.

Saat 13:13
Vay uğursuz saat…

bahçelerin gölgesinde kuşu
bir düş gibi kollayan ağacın
kederinde sesinde bekledim
ayın kandili bitti
tütünüm bitti gelmedin”

Leyla Şahin; bırak sen de sigarayı artık…
Napolyon kiraza takıl valla!

Böyle havadan bir para gelirse sahildeki bütün banklara sırt minderi yaptırıp bağışlayacağım,
Niyetim  bu.
Allam bi de bana bu aylak günü bağışladığın için çok sağol
Makbule geçti ne diyim?

Leyla Şahin;
Sana ne diyim?
Bişey demiyeyim.

“-yolculukların sonu var mı?- / son yolculuk aşk: yıkar gider boynunu,/ ardında ince bir rüzgâr bırakarak”

Saat 15:52

Bu saatten sonra çıkacak güneşten bi hayır gelmez zaten…
akşama mis gibi taze fasülye...

27 Haziran 2013 Perşembe

24 Haziran 2013 Pazartesi

23 Haziran 2013 Pazar

itaatsizlik modelleri;


Herkesin kendi itaatsizlik kafasını yaşadığı şu günlerde; kendimi "Devletin hiç bir yerden görünemeyeceği bir tepeye" attım. Nasıl olsa her yer direniş; bu halkın bitini kanlandırmayacaksın, ayranını kabartmayacaksın...
kendi sivil itaatsizlik kafamı şu playlistle yaşıyorum;

açılış track


sonra


sonra

sonra

sonra da



"I was not born to be forced. I will breathe after my own fashion. Let us see who is the strongest."
(H.D. Thoreau- Civil Disobedience.)

Biri gelir de "neden buradasın?" diye soracak olursa cevabım hazır: "Sen neden burada değilsin?"



13 Haziran 2013 Perşembe

Kimse Hülya Avşar'ın bunu reklam için yaptığını söylemesin.
Bu bir Kamu Spotu arkadaşlar anlatabildim mi? 

Plebisit ne olaki? bakın neymiş;

Çok sevgili Başbakanımızın çok sevgili halkına, ülkesine ve yavrularına bugün yaptığı konuşmada plebisit dedi durdu ya;

bakın burada anlatıyor Kemal Gözler makalesinde...
http://www.anayasa.gen.tr/halkoylamasi.htm

Referandumun doğru bir değerlendirmesini yapabilmek içinplebisitten özenle ayrılması gerekir. Ancak bu ayrımı yapmak pek de kolay değildir[9]. Genellikle, kabul edildiği üzere, referandumda bir değişiklik; plebisitte ise, bir adam söz konusudur. Birincisinde bir metin oylanır; ikincisinde ise, birisim[10].
Referandumla plebisit arasındaki diğer fark ise demokratiklik bakımından ortaya çıkmaktadır. Referandum demokratik bir usuldür: Halk etkendir, öznedir; karar alma sürecinin başına, ortasına ve sonuna katılır. Plebisit ise, anti-demokratik bir usuldür: Halk edilgendir, nesnedir; karar alma sürecinin sadece sonuna katılır. Referandumun yapılmasını isteyen halkın kendisi (halk teşebbüsü) ya da halkın seçtiği temsilcilerdir. Oylanan şey ise, halkın temsilcilerinin hazırladığı bir metindir. Oysa, plebisite başvuranlar, kişisel iktidar sahipleri ya da fiili yönetimlerdir. Oylanan şey ise, halkın katılımı olmadan hazırlanan metinler, fiili yönetimlerin oldu-bittileri, karar ve eylemleridir. Kısaca, plebisit, diktatörlerin, anti-demokratik yöneticilerin, darbecilerin, kendilerine meşruiyet kazandırmak için başvurdukları bir halkoylamasıdır[11].     

Hayır Plebisit diyince nooluyo? bu akılları Başbakana kimler veriyor? CNN spikerine posta koyup tabiri caizse bize yedirdiğini Ona yediremeyen lafı yiyip sesi kapatılan süper kurmay danışman Kalın mı veriyor bu akılları.
Referandum deme Başbakanım Plebisit de ki sen de çok kool görün.
Bana kalırsa bu gaf -ki en iyi ihtimalle gaf olabilir- kusura bakmasınlar da bana  dervişin fikri neyse zikri de odur dedirtiyor.

Kurtla Kuzu

Nomen İma'nın son blogpostunu okuyunca aklıma 3 yaşındayken annemin bana ezberlettiği ve orda burda, "hadi kızım oku bakalım amcalara teyzelere ezberlediğin masalı" diye; ufacık beni, elalemin önüne ittirdiği La fontaine'in masalı geldi. 
daha dilim bile dönmüyordu; 
"kuzununun biyi su içiyormuş pıyıl pıyıl deyeden, aç bi yukağdan kuyt gelmiş" diye başlıyordum masala...
millet kırılıyordu gülmekten...
vayy be! dedim şimdi.
hayat ne acayip!
bugün bu masalın ampul gibi zihnimde yanması ne acayip!

masalın gerisini tam çıkaramadım, sadece amcaların teyzelerin kahkahalar attıkları kısımlar var ezberimde.. masal komik olduğundan değil ben bazı kelimeleri doğru telaffuz edemediğimden gülüyorlardı tabi... 
onlar güldükçe ben masalın sonundaki kuzuyu düşünüp ağlayacak gibi oluyordum.
onlar gülüyorlardı ağlanacak halimize!

neyse google'dan buldum, masalın tamamı şöyle:

Kuzunun biri su içiyormuş, tertemiz pırıl pırıl bir dereden. Aç bir kurt yaklaşmış yanına, belikli av istemiş canı.
- Vaayy demiş, sinirle.Sen kim oluyorsun da suyumu bulandıruyorsun, şimdi gösteririm sana.
- - Aman efendim, demiş kuzu: Kızmayın bana ne olur. Hem bir bakın hele ben nerdeyim. Bulunduğum yerden suyunuzu nasıl bulandırabilirim. Hem bakın bakın, siz benden yukarıdasınız, bulandırsanız suyu siz bulandırırsınız.

Kurt doğruları biliyormuş da , bu doğrular işine gelmiyormuş. Üstüne yürümüş kuzucuğun.
- Onu bunu bilmem demiş canavar: Bulandırıyorsun işte o kadar.Hem dahası bile var. Sen bana geçen yıl küfretmiştin ya, nasıl unuturum ben onu ?
Kuzucuk itiraz etmiş;
- Efendim ben geçen yıl yoktum ki. Daha bu yıl doğdum inanın.
Kurt bozulmuş ya belli etmemiş. Sendeğilsen kardeşindir ukala demiş.
- Kardeşim yok ki küfretsin demiş kuzu.
Kurt ısrar etmiş;
- Seninkilerden biridir mutlaka. Benden iyi mi bileceksin.İşiniz gücünüz benimle uğraşmak,çobanlarınız ve köpekleriniz anlattılar bana. Sana ve senin gibilere haddini bildirme zamanı artık geldi. Kurt kapmış kuzuyu koşmuş ormana. Kuzucuğu gören olmamış bir daha.

11 Haziran 2013 Salı

Orantısız mı?

Yahu kardeşim bir kere şunu söylemeyi bırakalım.
Artık buna "orantsız güç kullanımı" demeyi...
bu düpedüz "Hukuka aykırı güç kullanımı"dır.

TOPLU HALÜSİNASYON!

çok tavsiye edeceğim bir kitap var; şu günlerde çok okunası bir kitap gerçekten; üstelik Türkçeye Süha Sertabipoğlu tarafından yeni kazandırılmış bir kitap. Sel yayınlarından ilk baskısı Nisan 2013 Tazecik.
Toplu Halüsinasyon, Allen Ginsberg'in 1952-1995 arasındaki seçme yazıları...

Bakın kitapın arka sayfasındaki kitap tanıtım yazısında aynen şu paragraf var;

Atom bombası, sınırsız artan nüfus, gelişen kitle iletişim araçları ve düşünce özgürlüğüne yönelik baskıların damgasını vurduğu 1952-1995 yıllarının Amerikası, bireye Allen Ginsberg'in deyimiyle "kamusal yalnızlık" getirmişti. Ginsberg, bu yalnızlaşma ve iletişimsizliğe yazdıklarıyla hem bireysel olarak tepki göstermiş hem de bir kuşağın sesi olmuştur. 

ne kadar tanıdık değil mi?

"kitle iletişim araçları ve düşünce özgürlüğüne yönelik baskılar" diyor dikkat edin!
şimdi de kitabın 27. sayfasını aynen alıntılıyorum;

Amerika'nın Düşüşü Ödül Kazandı 

Editörün notu: Bu metin , Ginsberg'in Şiir Dalında Ulusal Kitap Ödülü'ne teşekkür konuşmasıdır. 18 Nisan 1974'te New York Lincoln Center'ın Allice Tulley Salonu'nda Peter Orlovsky tarafından okunmuştur.

Amerika'nın Düşüşü şiir kitabı, Amerikan savaşı -çürümesi sırasında 1965'ten 1971'e kadar kaydedilmiş kişisel ulusal bilincin zaman kapsülüdür. 9 Mayıs 1970'teki Washington Barış Protesto'su Hareketi'nin konuşmacılar platformunda yazılmış kehanet gibi bir bölümü bulunmaktadır:

Terleyen alınlarda beyaz gün ışığı
Washington Anıtı'nnın piramit gibi yüksek granit bulutları
bir ruh kütlesinin tepesinde, çığlık atıyor çocukların beyinleri
sakin çimenlerde
(siyah adam kayışla bağlı sarkıyor dünya çarmıhından mavi kot giysilerin içinde)
Mavi göğün altında ruh parıltısı
Bir araya gelmiş önünde Beyaz Saray'ın hepsi bıyıklı Almanlar
ve polis düğmeleri, askeri telefonları, CIA mikrofonları, FBI böcekleri
Gizli servis telsizleri, Narko Polislerine ve Florida Mafya Gayrımenkul spekülatörlerine 
Interkom hoparlorleri
Yüz bin beden soyunmuş Demir bir Robotun önünde
Nixon'un beyni, Başkan kafatası sandığı gözetliyor dürbünle
Paranoya Smog Fabrikası Doğu Kanadı'ndan burayı.


Burada bir ödül verilerek onurlandırılan kitap daha ziyade yüz yıl önce Walt Whitman'ın bizim Birleşik Devletler'in "uluslarınbelalısı" olacağı yönündeki meşhur kehanetinin şimdi tekrar ilanıdır. Şili demokrasisinin teammüden yıkılması da dahil olmak üzere kendimize ve dünyaya dayattığımız materyalist vahşet, hükümetimizin Orta ve Güney Amerika'da kurduğu diktatörlüklerde değiştirilmesi imkansız bir görünürlük kazandı. Yunanistan'dan İran'a polis devletleri kurduk ve tüm Hindiçin'i harabeye çevirip milyonlarca kişiyi canice katliamdan geçirdik, afyon ticaretini teşvik ettik, toprağı mahvettik, Kamboçya, Vietnam ve Tayland'a hem gizliden hem açıktan askeri tahakküm dayattık.

"Hür dünyayı savunma" vaadimiz gezegenin yaşama şansını yok eden korkunç bir ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.On yıllardır saldırgan savaşlara milyarlar yatırıyoruz ve dünyanın yarısı açlıktan kırılıyor. Amerika'nın yüzleşme vakti geldi çattı artık. Bu yıl üç yüz milyar dolarlık bütçenin yüz milyarı Savaş Bakanlığına gidiyor. Militarizasyonumuz öylesine ağır bir noktaya ulaştı ki artık askeri tahakkümden kaçış yok. Polis faaliyeti öylesine muazzam hale geldi ki- Ulusal Güvenlik Bürosu tüm Amerika'nın en büyük polis bürokrasisi ama yine de ne yaptığını neredeyse hiçbirimiz bilmiyoruz.- Amerika'nın bilgisayarlı polis devleti denetiminden kaçış yok.

Watergate, bataklığın üzerinde bir köpük sadece: Yaşayan bir başkanın mahkemeye çıkarılması , ne ordunun yüzlerce milyarlık gücünü, ne de polis devleti aygıtlarının kimbilir kaç milyarlık gücünü sarsabilir. Asker-Polis iktidarını durdurmaya kalkışan bir başkan ya perişan edilir ya da katledilir.

Ve ben de bu konuşmayı gerçekleri söylemek için bir fırsat olarak görüyorum: Ordumuz ülke dışında halk iradesini baskıyla sindirme konusunda deneyim kazandı ve kendisine karşı konulursa burada da aynını yapabilir. kargaşa hali yaratıp askeri darbeyle tüm ulusu ele geçirebilir ve böylece kendini kamusal düzenin koruyucusu ilan eder. Ve son on yıldır da yaptığı gibi muazzam polis teşkilatımız bu iradeyi halka da, şairlere de dayatabilir.

Ben de dahil olmak üzere hepimiz saldırganlığımızla ve kendimizi diğerlerinden üstün görerek, bu çöküşe katkıda bulunduk. Jack Kerouac ve bizim Beat kuşağından diğer bazılarının ulus için onlarca yıl önce farkına vararak , uluyarak, ağlayarak, ve reddedilmiş ama yine de ruhunu itiraf edercesine Kadiş okuyarak ilan ettiği gibi Amerika'nın kurtuluşu için umut yok artık. Bundan sonra hepimizin kafa yorması gereken şey, kendi bilincimizin, içi boş, uçsuz bucaksız ve sessiz boşluğudur. YAZIK! ÇOK YAZIK!
                                                                                                                           17 Nisan 1974


Vay arkadaş!
tekrarlıyorum "kitle iletişim araçları ve düşünce özgürlüğüne yönelik baskılar" diyor.

Bunları diyen bir Şair 1974'de...Amerika'nın Düşüşü adlı şiir kitabını basacak bir yayınevi bulmuş, yayımlamış; ödül almış ve ödül konuşmasında da böyle sıçmış sıvamış... hala baskı diyor.
Ne tuhaf değil mi?

valla ne yalan söyleyeyim ben şu 143 izleyiciden anca 3-5 kişinin okuduğu bloguma bile bunları yazmaya ürküyorum, yazar yazmaz bir ürperti geliyor üstüme...
sonra diyorum ki yahu en demokratik ülkede yaşıyorum niye korkayım canım diyorum.
hay allah ikilemler içinde daralıp duruyorum, uykularım kaçıyor... bak şu saat olmuş hala bir yer beğenemedim kendime haritadan.

Bi de herkes economist'in kapağını gördü mü? 

5 Haziran 2013 Çarşamba

26 Mayıs 2013 Pazar

BELGRAD 'STREET ART'; sırp graffitisinin ufak çaplı sosyo-tarihi analizi!! çok iddialı...

Yeni bir şehirde dolaşıyorsam yanımda mutlaka fotoğraf çekebilen bir alet vardır. (genlerimde bir japonluk var mışsa demekki...)Ve şehirde dolaşırken çektiğim fotoğrafların belki %60'ı graffiti fotoğraflarıdır. Takıntı işte naapcan? Özellikle çiziminden tanıdığım bir graffiti sanatçısının bir işine rastladığımda -nooluyosa artık- çocuklar gibi mutlu oluyorum.

Belgrad'a geldiğimde daha farklı bir heyecan içindeydim; çünkü burada rastlayacağım graffitilerin, Avrupa'da rastladıklarıma benzemeyeceğini düşünüyordum.

Sebep mi?

şöyle özetliyeyim;
1992 Sırbistan yani Yugoslavya Federal Cumhuriyeti : Voyvodina, Kosova, Karadağ
1992-1995 Bosna Savaşı
2001- Sırbistan Karadağ
2006- Sırbistan (Kosova hala haritada)
2008- Sade suya Sırbistan

yani bugünün graffiti /sokak sanatçıları savaşla doğup büyüdüler. 
üstelik bugünün kültürel ve ekonomik koşullarını belirleyen 1990'larda güç ve para kimin elindeyse hala onların elinde; Miloseviç yargılanması bile bitmeden öldü; tüm olanlar ona yıkıldı haliyle ama...
bugünün sokak sanatçılarının çocukluğunda savaş vardı. 

ilk gün çektiğim fotoğraf bu;


sonraki günlerde bunları da gördüm; 





bildiğin PUTIN

Sırbistan'da üç şehri gezebildim; Novi Sad, Zerenjenin ve Belgrad. Bu üç şehirde gördüğüm graffitiler 4 farklı stile ayrılabilir.

1. Hiphop style (envayi çeşit renk sprey boyayla, devasa harfleri okunamayacak kadar artistik biçimde yanyana getirerek isim yazmaca)
2.yukarıdakiler gibi şablon çıkarıp üstünden spreyle boyamak suretiyle yapılan "Stencil Art"
3.Text stili : tamamen diyeceğini demek için; hiç bir estetik kaygı gözetmeksizin yazılan duvar yazıları- genelde politik söylem, ya da aşk söylemi diyelim; (Henüz Kril alfabesini çözemediğimden bunları hiç anlamadım zaten çok kafam bozuk bu mevzuya)
4. Leonardo style diye isimlendirdiğim (ben)  'yok artık iyiden iyiye  'Painting' bu!" tarzı duvar resimleri.

doğrusunu isterseniz tam olarak umduğumu bulamadım diyebilirim; yani Belgrad'da özgü; spesifik bir tarz, özel bişey aradım durdum; buradaki sokak sanatçılarını diğerlerinden ayıran bir farklılık göremedim.

THE DAIRY OF A POLITICAL IDIOT adlı kitapta  Jasmina Tesanoviç şöyle diyor; Ülkemde üniformalar vatandaşın söylem gücünü elinden hep almıştır. çünkü üniformalar üstünde silah taşır, halk üstünde korku taşır. Dolayısıyla siviller ve üniformalar arasında süreğen bir savaş var. Hep var."
Tesanoviç, aktivist bir yazar, feminist bir söylemi var. Bir de Anja diye bir aktivist var O da benzer şeyler anlatıyor genç nüfusla ilgili;

Savaş sürerken kültür ölmeye başladı, Rejim sub-kültürleri ve alternatifleri yok etti. "Today we have a superficial culture made of imported trends." bu cümle çok anlamlı tabi.
Etliye sütlüye karışmama durumu...

Tesanoviç şöyle diyor mesela Sırbistan'daki sokak sanatıyla ilgili
"savaş bitmiş olabilir ama bugünün silahları da kurumlar, sokak sanatçılarını avant-garde, antiulusalcı görüyorlar, yapılanı vandalizm olarak görüyorlar."
Aslında çok anlaşılabilir birşey; ama bizim çok uzağında olduğumuz bir ruh hali...
Genel durum bu...
ama olmayanı bırakalım olana bakalım şimdi..

 Hiphop stili çok yaygın ve muhteşem örnekleri var; Tüneller, geçit altları, Tuna ve Sava'nın böldüğü toprakları birleştirmek için yapılan köprü üstleri ve altları, merdivenler, harabeler, basket sahaları, otobüs durakları vs. en çok bu tip graffititlerle dolu. İşin tuhafı sadece bu graffitilerin yoğunluğuna bakarak genç nüfusun rapçi hiphopçu özentisi olduğu sanılabilir; ancak pek öyle bir duruma rastlamadım.
Peki Turbo-Folk diye bir müzik türü duymuş muydunuz?  Tuhaf bir karışım; biraz slav müziği biraz türk müziği, biraz rock biraz pop ve oldukça hızlı bir karışım. Orda burda çalıyor ama pek hoşuma gitti diyemeyeceğim.

Graffiti'de Hip Hop stili aslında Graffiti tarihinin başlangıç noktası. 60'larda Philedelphia sokaklarında başlıyor duvara isim yazma...Cornbread ve Cool Earl bilinen ilk graffiticiler. Onlar o zaman bu işe graffiti demiyorlarmış. "Let's go writing tonight!" diyorlarmış.

Bu graffiti ismini çıkaran New York Times'mış mış...
Şey vardı bir de;
1983 yapımı bir belgesel, STYLE WARS.
orada da Tony Silver ve Henry Chalfant
"bombing" diyorlardı.
çok meşhur eski graffiticilerden Mico bir röportajında tüm sokak sanatçılarının bu işi aynı sebepten yaptığını onun da isimlerini duyurmak olduğunu söylüyor.


ve "going all city" var;
trenlerin üstüne graffiti çizmek demekmiş.
yani bu sayede trenin üstüne çizdiğin graffiti bütüt şehri bir uçtan bir uca dolaşıyor. Bu da değişik bir kafa...Belgrad'da buna rastladım. Ve fotoğrafladım.


Bu stilde yapılmış graffiti fotoğraflarını fotobloguma yükledim incelemek isteyenler buradan buyurun...

Gelelim hepimizin son zamanlarda daha çok ilgisini çeken "stencil-art" stiline.
Babası Banksy olan hani...
anslında entersesan çünkü bu stilin asıl babası Blek le Rat, ve olay Paris'te vuku buluyor ilk.  Banksy'i de etkilemiş olan odur. Ama tabi Banksy'nin anti-kapitalist söylemi, ironik zekası ve uzun süre kimliğini gizlemiş olması ve bunlar bir yana dahiane yeteneği tahtın tek sahibi yaptı onu. Geçenlerde bir haber okudum, ne kadar doğru bilmem ama, Londra'da üzerinde bir orijinal Banksy olan bir duvarın kırılıp çalınarak Miami'de açık arttırmayla satıldığını söylüyordu. "Yuh artık!" dedim. "bu iş bu noktaya dayandı demek pes!..."

Blek le Rat şöyle demiş;
"Graffiti is going to be more global than any art movement has ever been."

***
Şimdi Bu stencil işinde Belgrad'ın en meşhuru TKV
 ki kendisi 19 yaşında bir kızcağız. Hindistan'a falan gitmiş tatilde...
Bu ara, Asya kültürüne takık;  filler, bolywood film artistleri vs çiziyor...

ayrıca ben rastlamadım ama
Virginia Woolf ve Edgar Allen Poe şablonları internette dolaşıyor.
Amelie var bir de...
Onunla yapılmış bir kısa belgesel var; anlatıyor...
aşağıda...





Mir var bir de;
Johny Deep'i çok başarılı buldum.




Putin'leri de onun yaptığı söyleniyor.
Mir'in kim olduğu henüz bilinmiyormuş.

352 denilen arkadaşın işine bir yerde rastladım o da buydu:


bir de Republic Square'e çıkan sokaklarda bir fare şahane takılıyordu. Bayıldım ona...




Bu seri RATPACK adlı bir graffiti çetesine ait. Bunlar bu sene içinde yapılmış yani 2013 model.


bin basamaklı bir merdivenden inerken birden John Lennon karşıma çıktı irkildim.


kimin yaptığını bilmiyorum ama çok başarılı.

Novi Sad'dan sonra Belgrad'a çok uzak olmayan bir şehre gideyim dedim, Zrenjanin diye bir yer buldum haritadan, ilginç geldi. Otobüsle İstanbul- İzmit kadar bir mesafede. Gideyim bari dedim. Zrenjanin'de iki şey buldum başka hiç birşey yoktu;
biri buydu:

diğeri bir vintage dükkanının vitrinindeydi. Muhteşem bir Maxi RusStili Deri Pardesü... Benim olacaksın! dedim  görür görmez. 
Neyse dönelim Street Art mevzuuna...

Politik text stilini geçiyorum, daha önce de söylediğim gibi hiç anlamadım ne dediklerini...Bir tanesi de ingilizce yazmış olsaydı keşke....
aa aslında birtane var. O da Novi Sad'da Petrovaradin Kalesine çıkan merdivenin sağ tarafındaki duvarda...

"Will you marry me bebz?"


Fotoğraf çektirmek için gelen Gelin ve Damatlara bir tepki sanırım. 
ama bazıları onun da önünde foto çektiriyor.
bu da işin ironik yanı.


Gelelim görünce apışıp kaldığımız stile; 
ismini ben koydum "Leonardo Style" diyorum kendimce.

İlk gözünüze çarpan ve gerçekten etkileyici olan Blu'nun 2009'da yaptığı
"yapılaşma ağacı ham yapar"
manasına gelen muhteşem çalışması... 

   
Bu bina Köprüyü geçip Kalemegdan Bulvarına çıkarken solda kalıyor, görmemek mümkün değil 2009'dan beri de orada demek ki buna vandalizm olarak bakmıyor polis.
Blu'nun diğer işlerini görmek için web sitesi

Sava Nehrinin kıyısına inerken de bir başka binanın tüm cephesini kaplayan bu var: 


sonra bohemian neighbourhood dedikleri eskiden yazar ve şairlerin takıldığı caddede bir binada bu var 
en az bir 5 senelik olduğu söyleniyor:



Ve şu sıralar çok revaçta olan bir ikili, ikisi de dişi; projelerinin ismi GHOST PEOPLE OF SAVAMALA

Bu ikilinin blogu var bu adreste


Böyle de komik tipler...

En çok beğendiklerimden biri de kim yaptı bilmiyorum ama bu muhteşem bişey bence..


ve tabi ki 'Ink'in işleri...imzasını bırakıyor olmasına çok sevindim gerçekten.


sonuç olarakSırbistan'da en çarpıcı grafitiler merkezde değil onu biliyorum; muhtemelen başka şehirlere giderken yol üsütndeki tren istasyonları ve köprü altlarında muhteşem işler var..
Bunları görebilmek için o güzergahı takip etmek gerekir. 

Sırp sokak sanatçıları, tüm dünyada olduğu gibi televizyon ve internette dolaşanlardan başka herşeyden daha fazla etkileniyorlar...
TKV Banksy'le karşılaştırılınca şöyle söylüyor; 
"Banksy'yi beğeniyorum, onun yaptıklarını yapmıyorum, yapmam anlamsız olurdu...çünkü sanat çevreyle ilgilidir, onun yaşadığı çevre farklı benimki farklı; Biz üçüncü dünya ülkesiyiz ve başetmemiz gereken kendimizle ilgili daha elzem problemlerimiz var..."

demek istediği Bankys'nin daha global problemlere karşı politik bir söylem içinde olduğu...
çok yanlış da değil ama Sırp sokak sanatçısının da bu kadar etliye sütlüye karışmaması , bollywood'a düşmesi biraz garip gelmiyor değil.

4 stile ayırdığım tüm graffitileri foto bloguma yükledim sonunda ...
buyrun buradan...

24 Mayıs 2013 Cuma


"giysilerime nasıl alıştıysam düşüncelerime de öyle alıştım. Belkalınlıkları hep aynı ve ben her yerde görüyorum onları, dört yol ağızlarında bile.. en kötüsü, yolların kavşak noktalarını benden saklamaları."

yeni fotolar burada