10 Ekim 2012 Çarşamba

muhteşem gif


SUGARMAN kafası/ gecenin parçası/ sixto rodriguez'in akıbeti

Bu nasıl şarkı kardeşiimmm!



şimdi itiraf edin bi'çoğunuz ilk defa duyuyorsunuz bu nefis parçayı ve Sixto Rodriguez ismini...

peki sahnede bir bidon benzini üstüne döküp seyircilerin önünde kendini ateşe veren yok yok pardon silahı kafasına sıkıp intihar eden psychodelic-rock-folk star'la ilgili bir takım söylentileri duymuş muydunuz?

Sixto (Six-toe gibi söyleniyor) Rodriguez, Detroit'te doğmuş,  Meksika kökenli bir ailenin 6. çocuğu (adı o sebeple sixto yoksa altı parmak filan değilmiş.) 1970 ve 71'de politik söylemi olan ve çoğu fakir kesimin problemlerini anlatan üstelik sözü ve müziği tamamen kendine ait parçalardan oluşan iki albüm yapıyor ki bence parçaların hepsi bomba ; her nasılsa tutmayınca sırra kadem basıyor. Aslında plakları basan yapımcılar Onunla  Dylan arasındaki paralellikten çok umutlanmışlar ama olmayınca olmuyor demek ki, bir türlü halk tarafından tutulmuyor. Fakat Dünya işte; hayatında bir defa bile bulunmadığı Güney Afrika'da  iki plak da -Cold Fact ve Coming From Reality- her tür bilboard rekorunu kırmak suretiyle kendisini bir ikona dönüştürüyor. Zimbabwe , Yeni Zellanda ve Avusturalya'da da albümleri açık arttırmalarda filan satılıyor.


sonra bir söylenti dolaşmaya başlıyor, Sixto'nun ölümüne dair.
adamı iki albümden sonra gören duyan bilen yok! Ölümü hakkında da tuhaf söylentiler var, işte biri yaktı kendini diyor birileri sahnede beynini patlatmış diyor...böyle şeyler.



sonra bir takım sivri zekalılar bu rock efsanesinin üstelik böylesi sansasyonel ve hazin öyküsü olan bir rock efsanesinin ölümünün ardındaki giz perdesini kaldırmaya niyetleniyor...işte arayış böyle başlıyor
Sonra Malik Bendjelloul diye bir adam bu filmi yapıyor. 




ya işte hikaye böyle; bu arada Sixto maaşallah sıhatte...iki dirhem bir çekirdek bir de üstüne üstlük...Hatta şimdi bu film ve hikaye sayesinde tur bile yapıyormuş, valla bizim memlekete gelirse muhakkak giderim onu söyleyeyim baştan.

işte burada da kanlı canlı "I was never lost" diye röportaj vermiş.
http://www.guardian.co.uk/film/video/2012/jul/24/searching-for-sugar-man-sixto-rodriguez-video









9 Ekim 2012 Salı

Walk The Light




London Design Festival'de yapılan bir art performance bu. Aslında tek yaptığı ısıya duyarlı ışıkla, raylı sistemi birleştirmek, yürüdükçe ışık seni takip ediyor falan. Ama yağmurlusunu yapsalardı keşke matrak olurdu...Art performance izliycem diye donuna kadar ıslanan insanlara bakıp gülerdik hiç diğilse... 

le temps de l'amour

Bu filmi de izleyin,
olmuyosa soundtrackini izleyin!
(amma film tavsiye eden biri oldum çıktım.)








bu da acayip birşey;
https://www.youtube.com/watch?v=QxRnd_ACxJo
iyi bir kulaklıkla dinleyice daha da bir hoş oluyor!  

8 Ekim 2012 Pazartesi

Biraz Francesca'dan bahsedelim;

öyle independent movies database'ini karıştırırken WOODMANS diye bir filme rastladım. biography kategorisine atılmış 2010 yapımı bir film...önce atlamayı düşündüm isim çok çekici gelmedi ama biyografik anlatımlar beni tutuyor biraz bakayım dedim.
ilk sahnedeki elinde beyaz bir kağıt tutan ve kağıdı yırtarak çırılçıplak kalan kadını görünce jeton düştü bu woodman o woodman dedim. yani Francesca Woodman. fotoğraflarına hep hayran olduğum kadın. 1981'de binanın çatısından atlayarak intihar eden Francesca Woodman...

Film yine kendimi tutamayıp tavsiye edeceğim filmlerden de;

biraz Francesca'dan bahsedeyim;

1972-80 arasında sadece fotoğraf çekmek için yaşayan bir genç kadın Francesca. 1958 doğumlu. Makinayı eline alır almaz Fotoğraf çekmeye ve fotoğrafa vurulmuş biri. Çocukken en sevdiği oyun fotoğraf çekmek ama öyle çiçek, böcek, doğa, manzara sanılmasın; çekmeyi sevdiği kendisi. Fotoğraflarında kendini model olarak kullanıyor.

 14 yaşında çektiği bu fotoğrafta elinde tuttuğu kameraya bağlı bir kablo.
 Bu fotoğraf nadir giyinik ve doğal (burası tartışılır) poz verdiği fotoğraflarından... genelde onu çırılçıplak ve hep bir mizansen içinde, kafasındaki görüntünün, hayalindeki sanatın bir objesi olarak görüyoruz.

 1975'de sanat okuluna gidiyor; sınıfarkadaşının söylediğine göre bir tek o ne yapmak istediğini biliyormuş ve yapıyormuş.

çok etkilendiğim fotoğraflarından bazıları

vitrin camının içine sıkışmış bedeni...

duvarkağıdını soydukça altından bedenim çıkıyor mu diyor? (çok sevdiğim fotoğrafı bu!)

çok sevdiğim bir diğeri...



 ve bir diğeri...(belki de en sevdiğim budur.)

böyle sürüp gider zaten öyle muhteşem şeyler çekmişki...
Neyse google images'da hepsi var bakarsınız.

bu fotoğrafları çeken birine gökten zembille inmiş muamelesi yapmadan edemiyor insan da filmde biraz daha nerde doğmuş, anası babası kimmiş (ki o da benim için tamamen sürpriz oldu pek tahmin edemezdim tahmin etmeyi denemiş olsaydım eğer) özellikle annesi kimmiş, arkadaşları, gönül durumları hakkında birazcık fikir sahibi olabiliyor... ama bu insanlar muamma doğar muamma ölür ve yukarıda saydığım çevresel aktörler ancak bir ölçüde kişiliklerinde etkilidir. 

film günlüğünü biraz karıştırıyor; şöyle şeyler yazmış mesela:

I wish I didn't waste my patience so endlessly in my living life because there is never enough left for study or play.


No!
everything is not ok!
and I don't know.
It's a matter of pride.


It shocks me that I am so obvious
I don't know what to do about it.
Perhaps a hat with a veil.


I feel like I am floating in plasma I need a teacher or a lover. 
I need someone to risk being involved with me.

en çok da şunu sevdim:

I confuse everything for myself.

sonra birgün işte yakın arkadaşını arıyor, artık fotoğraf çekmeyeceğim diyor.

filmin linki'ni yazıyorum ama üye filan olmak gerekiyor belki daha kolay yolu vardır izlemenin...

 http://www.solarmovie.eu/link/play/958237/


aynayla yaptığı işler çok etkileyici gerçekten.


5 Ekim 2012 Cuma

The Rumpus Room'dan yeni klip Lilly Allen'a

"Fuck you" diye şarkı yapan kız değil miydi bu?
bütün şarkıları sanki birbirine benziyor ama klip güzel olmuş valla.

a tale of two cities


Paris / NewYork




4 Ekim 2012 Perşembe

Dans edelim mi?







"...Böyle paranoyakça bir kurguyla karşılaştığımızda Freud'un uyarısını aklımızda tutup onu "hastalığın" kendisiyle karıştırmamız gerekir: Tam tersine, paranoyakça kurgu kendimizi sağlatma, bu ikame formasyon yoluyla kendimizi gerçek "hastalık"tan "dünyanın sonu"ndan, simgesel evrenin çöküşünden çekip çıkarma çabasıdır.  Eğer bu çöküş - gerçek/gerçeklik bariyerinin çöküşü- sürecine en saf haliyle tanıklık etmek istiyorsak, Amerikan soyut dışavurumculuğunun en trajik şahsiyeti olan Mark Rothko'nun  1960'larda, hayatının son on yılında ürettiği resimlerin yolunu izlememiz yeterli olacaktır.



(1959)



                                         



                                         




(1962- 1963)


(1967)

(1969)


                                         
(1969)

Bu resimlerin değişmez bir teması vardır: Hepsi sadece gerçek ile gerçeklik arasındaki ilişkiye dair bir dizi renk çeşitlemesinden ibarettir. Kasimir Maleviç'in ünlü resmi Zamanın Çıplak Çerçevesiz İkonu'nun geometrik bir soyutlamayla, beyaz bir fon üzerindeki basit bir siyah kareyle sunduğu ilişkidir bu. 

THE NAKED UNFRAMED ICON OF MY TIME

'Gerçeklik' (beyaz fon yüzeyi, "özgürleşmiş hiçlik", içinde nesnelerin görünebildiği açık mekan) tutarlılığını, ancak ortasındaki "kara delik" sayesinde, yani gerçeğin dışlanması sayesindekazanır. Rothko'nun son dönem resimlerinin hepsi gerçeğin (merkezdeki siyah karenin) her yere taşmasını önlemeye, kare ile ne pahasına olursa olsun onun fonu olarak kalması gereken şey arasındaki mesafeyi korumaya çalışan bir mücadelenin tezahürleridir.Eğer kare her yeri işgal ederse, eğer figür ile fonu arasındaki fark kaybolursapsikotik bir otizmm üretilmiş olur. Rothko bu mücadeleyi, gri bir fon ile tehditkar biçimde bir resimden ötekine yayılan merkezdeki siyah nokta arasındaki bir gerilim olarak resmeder (1960'ların sonundaRothko'nun tuvallerindeki canlı kırmızı ve sarılar yerlerini aşama aşama siyah ile gri arasındaki minimal karşıtlığa bırakır.) Bu resimlere "sinematik" bir tarzda bakacak olursak , yani reprodüksiyonları üst üste koyup sürekli bir hareket izlenimi verecek şekilde hızla çevirecek olursak -sanki Rothko kaçınılmaz bir ölümcül bir zorunluluğun peşinden gitmiş gibi- kaçınılmaz sona giden bir hat çizebiliriz neredeyse. ölümünden hemen önceki tuvallerde, siyah ile gri arasındaki minimal gerilim yerini son bir kez canlı kırmızı ile sarı arasındaki yakıcı çatışmaya bırakmıştır; bu çatışma hem son, çaresiz bir kurtuluş çabasına tanıklık eder hem de sonun eli kulağında olduğunu doğrular. 

Rothko bir gün New York'taki dairesinde, bilekleri kesilmiş vaziyette, bir kan gölünün ortasında ölü bulunmuştur...
O halde, gerçeği gerçeklikten ayıran bariyer, bir "delilik" alameti olmak şöyle dursun, asgari bir "normalliğin" önkoşuludur. "Delilik"(psikoz) bu bariyer yıkıldığında, gerçek, gerçekliğe taştığında ya da bizatihi gerçekliğe dahil olduğunda ortaya çıkar. (Yamuk Bakmak - Slavoj Zizek)



                                       ( Bu 1970'de yaptığı tablo ismini sick rose koymuş, genelde isim koymuyor, bu sick rose çok sevdiğim William Blake'in sick rose'una gönderme olmalı.)

O Rose, thou art sick!
The invisible worm,
That flies in the night, 
In the howling storm,
Has found out thy bed 
Of crimson joy;
And his dark secret love
Does thy life destroy.



Neyse gece gece bunalttım mı biraz? ama hep okuduğum kitap yüzünden, geçer...

olsun biz dans edelim. 




1 Ekim 2012 Pazartesi

FUTBOL KEHANETLERİ(M)


Bu Aykut bu Alex'e o rekoru kırdırmaz demiştim.


- Bu Beşiktaş bu Sivas'ı yenemez.
- Bu Aziz Yıldırım ve yönetimi gidici. (Aykut önden buyurur.)
- Bu sezon Fener'den artık hayır gelmez.
- Bu Alex en azından Sportif Direktör olarak Fener'e geri gelir.
- Kasımpaşa bu sezon çok can yakar. (Kombinesi 150 TL.)
- Bizim takım yarın Braga'yı yener.