Tom Waits etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tom Waits etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2020 Pazar

John Baldessari kimdir? Bırakayım da Tom Waits anlatsın mı?



Demek ki neymiş?  İsmail Abi'den önce gemilere el sallayan biri daha varmış.

22 Aralık 2019 Pazar

ROMANTİK MARATON #6 BİLEKKESENLER : BİR AŞK HİKAYESİ



Etgar Keret'in Kneller's Happy Campers (Kneller'in Mutlu Kampı) Tanrı Olmak İsteyen Otobüs
Şoförü kitabının kapanış öyküsu. Bilek kesenler de bu öykünün filmi, ama bence bir bağlantı kurmaya çalışmadan izlemelisiniz. (tabi öyküyü okumuş olanlar için söylüyorum; okumayanlar da okuyacaklarsa, filmden bağımsız düşünerek okusunlar bence.)

Baştan sulandıracağım bu kez kusura bakmayın; öyküyü okuduğumda da, filmi seyrettiğimde de  dedim ki kendi kendime, bir gün olur da 'Etgar Keret intihar etti' filan diye bir haber okursam asla inanmam.
Hayatın içindeki acılara; umutsuzluklara; tuhaflıklara iştahlı bir ilgiyle hatta bazen öykünmeyle bakan birisi çünkü Etgar Keret. Onun için bunlar, deneyimin bir parçası ve aslolan da deneyim.  Onun için seviyoruz kendisini; Avi pardo'yu da...

gelelim filme;
(bi kere Tom Waits'in dead and lovely'si çalmaya başlıyor daha ilk sahneden bu bile filmi seyretmek için yeterli bir gerekçe. )

Diyelim ki hayatınızın anlamı olduğunu düşündüğünüz insan bir gün hayatınızdan çıkmaya karar veriyor. Sizi yalnız; hayatınızı anlamsız bırakıyor diyelim. Fazla yalnız ve anlamsız hissedince, siz de hayatınızdan çıkmaya karar verdiniz. Gittiğiniz yerin nasıl bir yer olacacağını bir düşünün bakalım.

Esas oğlan Zia (filmdeki adı bu) Desree'den ayrılmanın hayatında yarattığı boşluk duygusuyla başedemediğini  düşündüğü bir anında karar verir ve bileklerini keser. Tekrar gözlerini açtığında      ölüdür ve kendisi gibi intihar eden diğer tuhaf ötesi insanlarla birlikte dünyanın hemen hemen aynısı bir paralel dünyada bulur kendini. Her şey aynıdır sadece renksiz bir dünyadır bilek kesenlerin dünyası; insanların yüzleri ifadesiz ve donuk; gökyüzü yıldızsız, yeryüzü ağaçsız, çiçekler renksizdir filan.
Tam intihar ettiğine pişman olmak üzereyken Desree'nin de intihar edip bilek kesenler dünyasına geldiğini öğrenir ve onu aramak icin yola çıkar. Bundan sonrası tatlı bir yol ve aşk hikayesi; yolda TomWaits 'e (Kneller) rastlarlar filan....

Bilekkesenler; Bir Aşk Hikayesi'ni Romantik Maratonun bir parçası yapmamın sebebi aşkın ve aşksızlığın, içinde yaşadığımız dünyayı algılayışımızdaki etkisi üzerinde durması. Aşkı kaybetmek; dahası umudu kaybetmek; bir daha aşık olamayacağını düşünmek; asla öyle hissedemeyeceğini kabullenmek... kendini renksiz, soluk, heyecansız, anlamsız bir dünyaya hapsetmek gibi birşey olsa gerek diyor film özetle...  Bunu tatlı bir yol hikayesiyle anlatıyor.

şöyle diyaloglar filan:

Zia: You remember the other day when you were talking about missing things from life and how you wanted to go back and I told you I didn't miss anything?

Mikal: Yeah.

Zia: Well... When I'm here, with you, I kind of miss myself, the way I used to be.

Mikal: What were you like?
Zia: I was happy at a time...




ayrıca Keret'in öyküsünden farklı bir sonla kapanıyor mevzu.



Böylece geldik Maratonun son filmine yani Grease'e.... 

 

3 Şubat 2019 Pazar

günün kelimesi ve ipad'ime övgü yazısı

gecenin olmuş üçü civarı ; Saul Bellow'un Herzog'unu bulmuşum (e-pub) bir kaç sayfa okuyaraktan sızarım düşüncesiyle sayfaları çeviriyorum. Gözlerim kapandı kapanacak ama Saul bırakmıyor.

Herzog diyor; 
'kafayı sıyırmış olsa bile ona göre hava hoştu.' 

bazı insanlar onun keçileri kaçırdığını düşünüyordu ve bir süre kendisi de orada/keçilerin kaçırıldığı yerde olduğundan şüphe duymadı değil; ama şimdi... hala devam eden saçma davranışlarına rağmen kendine güvenli, neşeli, güçlü hatta kimsenin görmediğini görebildiğini düşünen bir moddaydı. Güneşin alnında oturmuş, aklına kim gelirse, ona buna mektup yazıyordu.    

gel de devam etme.

Herşeye pek bi hevesli bakıyor ama yarı kör gibi hissediyordu. Dostu- eski dostu,Valentine ve karısı - eski karısı Madeline, onun akıl sağlığının çöktüğü dedikodusunu yaymışlar etrafa. Bu doğru muydu?
...
Baharın sonlarına doğru Herzog bir izahat, kendini aklama, başka bir bakış açısı ortaya koyma , bazı düzeltmeler yapma filan gibi ihtiyaçlarının üstesinden gelmişti aslında. O zamanlar New York gece Okununda , lisans üstü öğrencilerin derslerine giriyordu. Nisanda oldukça netti de mayısta abuk sabuk konuşmaya başlamıştı. Öğrencilerin Romantizmin Kökleri namına bişey öğrenemeyecekleri ve fakat epey tuhaf şey duyacakları aşikardı. Akademik formaliteler bir biri ardına yıkılıyordu. Profesör Herzog zihni epey meşgul birinin bilinçsiz açıkyürekliliği kafasındaydı. Ve dönemin sonuna doğru dersler uzuuun duraklamalara sahne oluyordu. "Afedersiniz" diye mırıldanarak birden duruyor, ceketinin cebindeki kaleme ulaşmaya çalışıyordu. Eline geçen herhangi bir kağıda müthiş bir hırs ve ellerine yansıyan hevesle yazmaya başlıyor; masa ortadan ikiye ayrılacakmış gibi sarsıntıyla sallanıyordu.  Sanki yazdıkları tarafından yutuluyor gibiydi, gözlerinin altında koyu halkalar, bembeyaz suratı herşeyi, herşeyi gösteriyordu. Saki birşeyleri sorguluyor, tartışıyor, acı çekiyor;birden zekice bir alternatif üretmiş gibi gözleri faltaşı gibi açılıyor; sonra yeniden büzüşüyor, gözleri, ağzı herşeyi sessizce bağnazca acı bir öfkeye yöneltiyordu. İnsan tüm bunları görebiliyordu. Sınıf üç dakka, beş dakka  çıt çıkartmadan bekliyordu. 

Başlarda yazdıklarında bir izlek yok gibi görünüyordu;
misal şöyle şeyler:

ölüm-öl-yeniden yaşa- yine öl- yaşa.
insan yok-ölüm yok.
ve
ruhunun dizlerinin üstüne çökmüş? kullanışlı da olabilir. yerleri sil ozaman.


Neyse roman böyle yağ gibi kayıyordu; sonra birden 'mithridate' diye bi laf etti Saulcuğum. gecenin üçü! hey allam ! dedim önce.

kitaptan okuyor olsam, kalk bilgisayarı aç, google translate'e yaz, bu tarz kelimeler söz konusu olduğunda çeviri tam aklına yatmazsa ki genelde öyle oluyor aç başka sözlük bak filan...adamın siniri bozulurdu...
oysa ipadimin ibookundan okurken hemen tıklıyorsun kelimenin üstüne 'tanımla' diyorsun. Pıt diye tanımlıyor canım ibook. Teknolojinin böylesine bir demet papatya.

Gelelim kelimenin anlamına:
kontekste göre 'efsunlu olmak' manasında da kullanılabilinen aslında  fiilken 'zehre panzehir olmak' değilken panzehir manasında çok şık bir kelime.

kelime Pontus Kralı IV. Mithridate'den geliyormuş. Hikayesi pek güzel.  YYANİİ! 

Şöyle ki; rivayete göre ; Bu Kral Mithridate çocukluğundan beri, annesi dahil bilimum çevresindekiler tarafından zehirlenmek suretiyle tahttan indirilme teşebbüslerine karşı kendini koruma maksatlı bir hobi geliştirmiş enteresan bir karakter. Bilinen bilinmeyen bütün zehirlere panzehir bulup, kendi üzerinde denermiş. Bünye bağışıklık kazanmış bütün teşebbüsler başarısız olmuş. Epey de bi zaferi var. Sonunda, artık yaşlanıp rakibine yenileceğini anlayınca öldürülmektense intihar ederim diyor ; ama kendini zehirleyemiyor. Yani zehirliyor da bişey olmuyor ölemiyor. Vücüt bağışık ya. Böylece en güvendiği askerinden kendisini öldürmesini istiyor. Sonu bu yani.

bu da louvre'daki heykeli


 yaa
ipadimin ibookunun tanımla özelliği olmasaydı ben hayatta bu kelimeye gecenin üçünde gözümden uyku akarken kalkıp bakıp öğrenmeye çalışmazdım. Ne değişirdi hayatımda orası da konu dışı .

Bu arada Saul Bellow 'un Herzog'u çok enteresan karakter. İlerleyen günlerde vakit buldukça biraz daha çeviririm belki parça parça.


o zaman tom waits'den bi green grass dinleyelim bari. Beğenmeyen Cybelle yorumunu dinlesin. 


Herzog okurken hep Tom Waits arka fonda gibi...


12 Aralık 2013 Perşembe

The Black Rider'ı izlemek isteyen???

evet o Black Rider!
Tom Waits, Bill Burrougs ve Robert Wilson'ı biraraya getiren Black Rider.
Kar muhalefetinden evde mahsur kafalarına iyi gider diye düşündüm;
rica ederim ne demek...
 



oyun'un ilk gösterimi Hamburg'da Talia sahnesinde yapılıyor; Black Rider Der Freischütz, adlı bir Alman fabl'ından uyarlamadır.




3 Kasım 2013 Pazar

7 Ocak 2013 Pazartesi