şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Aralık 2018 Pazartesi

DRIFTER AWARDS 2018 MABELARD YILIN ŞİİRİ ÖDÜLÜ


Benim için yılın şairi kesinlikle John Berryman yeni tanıştığım için kendisiyle buldumcuk oldum tabi. Ayrıca okuduğum hiç bir şiirini tam çözümleyemiyorum. Referansların içinden çıkamıyorum; başım dönüyor, bazen gözüm kararıyor. Bazen de gün içinde bi mısra aklıma geliyor olmadık bi yerde başıma Newton elması düşmüş gibi 'haaadi be tabii yaa oraya gönderme yapıyoooo vay arkadaş' filan gibi kendi kendime söyleniyorum.  

yılın şiiri olarak hangi birini seçsem bilemediğim için hiç birini seçmiyorum ama size Berryman's Sonnets den birini yazacağım. 

# 27 

In a poem made by Cummings, long since, his
Girl was the rain, but darling you are sunlight
Volleying down blue air, waking a flight
of sighs to follow like the mourning iris
your shining-out-of-shadow hair I miss
A fortnight and to-noon.
What you excite 
You are, you are me as light's parasite
For vision on...us.
O if my syncrisis 
Teases you, briefer than Propertius'in this paraphrase by Pound - to whom I owe three letters-
why run through me like a comb:
I lie down flat! Under your discipline I die.
No doubt of visored others, though..
the broad sky dumb with stars shadows me home.


Neyse sonra 
NewYorker bu yıl A.E. Stallings adlı şairi seçmiş, Berryman çeviremiyorum (sıkar tabi biraz) bari Stalling çevirmiş olayım
buyrun:

After a Greek Proverb

Ουδέν μονιμότερον του προσωρινού
We’re here for the time being, I answer to the query—
Just for a couple of years, we said, a dozen years back.
Nothing is more permanent than the temporary.

Şimdilik buradayız diyorum cevaben
bi kaç yıl için dedik bi düzine yıl önce
hiçbişey geçiciden daha kalıcı değil.

We dine sitting on folding chairs—they were cheap but cheery.
We’ve taped the broken window pane. tv’s still out of whack.
We’re here for the time being, I answer to the query.

katlanır sandalyelerde yiyorduk yemeğimizi- ucuz ama neşeli diye
kırık camları bantladık, televizyonunsa hala ayarı bozuk
şimdilik buradayız, hiçbirşey gecici kadar kalıcı değil.

When we crossed the water, we only brought what we could carry,
But there are always boxes that you never do unpack.
Nothing is more permanent than the temporary.

suyu geçerken ancak taşıyabileceğimiz kadar almıştık
ama heryer asla açmayacağın kutularla dolu.
hiç bişey geçici olan kadar kalıcı değil. 

Sometimes when I’m feeling weepy, you propose a theory:
Nostalgia and tear gas have the same acrid smack.
We’re here for the time being, I answer to the query—

bazen ağlak olduğumda ortaya bi teori atıyorsun
nostalji ve göz yaşartıcı gaz aynı acıtan şaplak etkisine sahip
şimdilik buradayız diyorum cevaben

We stash bones in the closet when we don’t have time to bury,
Stuff receipts in envelopes, file papers in a stack.
Nothing is more permanent than the temporary.

kemikleri dolapta istifliyoruz gömmeye zamanımız olmayınca
faturalar zarflarda , dosya kağıtları zula.
hiçbişey geçiciden kalıcı değil.

Twelve years now and we’re still eating off the ordinary:
We left our wedding china behind, afraid that it might crack.
We’re here for the time being, we answer to the query,
But nothing is more permanent than the temporary.

12 yıl sonra şimdi ve hala sıradanı yiyoruz
düğün takımlarımızı geride bıraktık çatlayacak diye
şimdilik buradayız diyorum da cevaben sorguda
hiçbişey geçiciden daha kalıcı değil.



Fekat bu da yılın şiiri değildi!

yılın şiiri !
Cevat Çapan'dan. Eski bir şiiri bu yıl karşıma çıktı onun için bu yıl karşıma çıkan dizelerden en hoşu olarak onu seçtim.


Buradan 
Bu külrengi düzenden uzakta
Fenikeli martılar olmalı
Sevişen
Sevişmeyi düşünmeden.

16 Eylül 2018 Pazar

Bahçeler, kediler ve başka bisürü şey!


Nereye varacağı belli olmayan bir patikanın ortasında bir kadın. Mevsim bahar, doğa renk cümbüşü... aksine siyahlar içindeki bu kadının bir elinde kağıt, bir elinde kalem. Kalem tutan eli havada ve bilinmeyen bir yere bakıyor; sanki yabani çiçeklerin bittiği kara ormana doğru... ilhamı orada bulacağını düşünür gibi...hatta sanki bulmuş gibi... Ve tabi çeşme ayrıntısı. Kadını yolundan çeviren asıl unsur.  'water of life/hayat suyu' Insanoglunun hayatta kalma , yaşama arzusunu sembolize eden Farsi kökenli -Rumi nin en çok kullandığı- meşhur metafor. Çeşmenin aynısının tıpkısı Cau Ferrat müzesinde...

Bu tablo bir Rusiñol arkadaşlar; ismi  'Alegoría de la Poesía' yani 'şiirin alegorisi'

Santiago Rusiñol  Barcelona'lı ressam-şair-ehlikeyif. Katalan modernizm akımının öncülerinden. Genç Pablo'yu en çok etkileyenlerden biri olduğu söyleniyor gerçi Picasso'nun etkilenmediği ressam yok o ayrı. 
Bahçeler, bahçeler... elit kesimden kadınlar (kendi çevresinin insanları... sonuçta hali vakti yerinde bir aileye doğmuş ) güneşli günler... hep pozitif bir sembolizm. Hayat ona güzelmiş gibi görünüyor.
Bir tablosu var yalnız; adı 'morfine' ! Morfin bağımlısı bir kadını yatakta çizmiş gerçekten etkileyici.  

Barcelona'ya 35 km uzaklıkta Sitges kasabasındaki hem evi hem atölyesi olan Cau Ferrat'ı 1893'de 'Güzellik tapınağı' ilan ediyor. 3. Geleneksel Modernizm festivali esnasında şu sözlerle;

 “the harmony the soul seeks so eagerly; it is the beauty the spirit dreams of; it is the perfumed essence that rises up like incense from the very depths of matter and takes the form of a cloud that envelops the heart of man [...] When beauty awakens, it opens the doors of the day; when it falls asleep, it lights up the stars in the sky; when it passes, the clouds know; they follow it majestically to the beyond, to the chariot of dawn or the beautiful farewell of the sunset. When it stops, it spouts poetry and sings random songs. When it dreams, all the poets dream, when it weeps, all souls tremble; and when it prays, man falls silent, the wind falls silent, the voices of the forest fall silent; and the windows to glory half open and the angels kneel"

Şair adam tabi olcak o kadar.
Cau Ferrat 1933'de public museum olarak halka açılıyor.

Sitges kasabası hakkaten şahane bir kasaba; Festivalleriyle ünlü. En önemlisi Film festivaliymiş; ekimde oluyormuş bu yıl kaçırmış oldum.


Nefis bir plajı var; falan, gezilesi bir yer. 

ama asıl Rusiñol ile ilgili başka bir yerden bahsedeceğim ben. Barcelona'ya ayak basıp oraya gitmezseniz hatırım kalır. 

Binsekizyüzlerin sonlarında Barcelona'ya yolu düşüp 'nerededir buranın ehlikeyifleri, yok mudur sohbeti güzel? diye' soran kişiye tarif edilen adres Casa Marti'nin giriş katı 'Els Quatre Gats' cafe, cabaret, bar işte ne derseniz. Barcelona modernista akımının şekillendiği bohem, sanatçı ne kadar ehlikeyif varsa toplanıp yiyip içtiği uğrak noktası. Katalanca '4 kedi' manasında ama bu bir Katalan deyimi. Marjinal, değişik, bohem insanlar için "a few people" manasında kullanılıyor.  Hani biz de deriz ya 'şunun şurasında üç beş kişi' diye... 

Buradaki 4 kedi'den biri Santiago Rusiñol. Oradan bağlanıyoruz. Fikrin hayata geçmesi ve sonrasında da hayatta kalabilmesi için sermayeyi koyanlardan başlıcası.
Fikrin babası ise Pe' Romeu; kafenin sahibi ve Kedilerden ressam, şair, yazar filan olmayan tek kişi. Ama işte fikir öyle güzel ki bir sanat akımının bir şehre doğmasına vesile olmuş.  Zamanında Paris'teki Le Chat Noir'de çalışmış.  Oradaki ortamın kralını yaparım ben Barcelona'da demiş ve Rusinol'la Ramon Casas'ı kafalayıp Meşhur Mimar Cadafalch'ın binasının giriş katına açmış cafeyi.



Duvarında Ramon Casas and Pere Romeu on a Tandem isimli şu resim var.


Sağ köşesinde şöyle açıklıyor: 'bisikleti sırtın dik süremezsin' yani iyi bişey büyük bişey yapmak için biraz farklı bir çaba, biraz ağrıması, geleneğin yıkılması gerekir baabında.

Yıl 1897, cafe açılır açılmaz ilgi odağı oluyor tabi sonuçta Barcelona küçük şehir duyan geliyor. Acayip bir sanat ortamcılığı, o şekil vur patlasın çal patlasın!  yemeklere gelince vasat diyelim ayıp olmasın ama içki kalite. Kimler geliyor kimler geçiyor kimler oturup kalkamıyor aklınız durur. Picasso 17 yaşında takılmaya başlamış mekana öyle diyeyim. sokağın başındaki afişi ona tasarlatmışlar, hala duruyor.  Böyle sürüp gidiyor bir dönem tatlı hayat ama 4 kedinin dördünde de para kazanma kaygısı olmadığından ve aaaa o bizim bilmemkimin kardeşi, aaaaa bu benim atöylede genç asistan parası az, aman Santiago'nun Paris'ten arkadaşı gelmiş yok Ramon bundan hesap almayın dedi derken cafe batıyor tabi...


Bunlar sergiydi, dergiydi biraz birşeyler denkleştirmeye çalışıyorlar ama nafile... o hayata can mı dayanır? Romeu batınca cafe de kapanıyor. Adamcağız tüberkülozdan ölmüş. Rusiñol ardından şöyle dokunaklı birşeler yazmış (yine):

«that picturesque place, full of dreams, which frightened the artisan; those pictures on the walls that the girls of the house could not go to see because they liked them too much; that smoke of pipes that made the parishioners of the house drunk of ideas; friend, who you deserve you it, sleep in peace. You had only made the good, and you do not have sorrow of leaving! Yes, we will miss you, and in you we will miss a period in the one that the fantasy made us live».

Yaa işte böyle. 
sonra İspnya İç savaşı herşey herkes bir yana savruluyor filan...
70'lerin sonlarında üç gastronom girişimci bir araya gelip 4 cats cafe'nin kapılarını yeniden açıyorlar o gün bugündür  aynı adreste bir tarih yatıyor. 


bu da 4 kedi kitabından bir sayfa Romeu'yla ilgili bişeyler anlatıyor herhalde Katalanca.




23 Ağustos 2012 Perşembe

Abuk'a yorum yazacaktım ama uzayınca blogpost oldu; ilhamesk durumlar ve genel olarak şiir hakkında


Abuk, beğenerek izlediğimiz K'abuksuz Düşünceler adlı blogunda, "İlhamesk şiir ve Mabadı" başlıklı bir yazı yazmıştı geçenlerde. İlhamesk şiir de ne ola ki diye okudum hırçın yazısını, hoşuma da gitti çok,
buyrun siz de okuyun linki burada
http://kabuksuzdusunceler.blogspot.com/2012/08/ilhamesk-siir-ve-mabad.html

neredeyse her tür şiiri artniyetsiz okuyan ve fakat hadi ezbere bildiğin ve en sevdiğin bir şiir oku deseler ilk önce

öteki dünyada akşam vakitleri
fabrikamızın paydos saatinde
bizi evimize götürecek olan yol
böyle yokuş değilse eğer
ölüm hiç de fena bir şey değil.

diyebilen ben ( gerçi bu blogger camiası sayesinde hani şu  "bu evleri atla bunları da..." şiiri var ya göğe bakma durağı, ne popüler bir şiir oldu  bloggerların top ten bilboard listesi yapılsa birinci sıraya oturur.) evet ne diyordum evet ben öyle şiir hakkında fazla ahkam kesebilecek bir birikime sahip olmayabilirim, aslında ahkam kesenlere bakıldığında kesin o birikime sahibimdir de yapmayacağım :)

Neyse

Abuk'un fikirlerine paralel bir alıntım var paylaşmak istediğim.
Henry Miller'dan ki, kendisi, Nexus Sexus Plexus üçlemesi ile ilgili
"tam yazmak istediğim şeyi , yazmak istediğim şekilde yazıyorum...Kendi egom çok matah bir şey olduğundan değil! Yalnızca egosu olmayan bir insanın kendi hakkında böyle yazabileceğinin farkındasındır herhalde!" demiş bir insandır.

 şiir üzerine biraz dertlenmiş belli.

Şiir üzerine bu yazdıklarını kıymetli buluyorum.

...Ben-merkezciliğin en son aşamasına, varoluşun anatomik haline ulaştık. Böylece iflas ediyoruz. Şimdi kendimizi küçük ben'imizin ölümüne hazırlıyoruz ki böylelikle gerçek ben gün yüzüne çıkabilsin. İstemeden ve bilinçsizce dünyanın birliğine yol açtık. Fakat bu hiçlik içinde bir birlik.  Kollektif ölüm sayesinde, gerçek tekler olarak uyanmalıyız.  Lautreamont'un dediği gibi " Şiir yazımına herkesin katılması" gerektiği doğruysa, o zaman kalpte, doğrudan doğruya kalplere seslenen bir dil bulmak gerekir. Birinden ötekine ulaşan çağrı, din adamının tanrıya yönelmesi kadar dolaysız ve anlık olmak zorundadır.

Şair günümüzde ünvanından vazgeçmek zorundadır: çünkü zaten kuşkusunu açığa vurmuş, zaten iletişim yeteneksizliğini belli etmiştir. ( Bu yorumuna bittim - "şairin iletişim yeteneksizliği")

Bir zamanlar şair olmak en yüce unvandı; bugün ünvanların en değersizidir. Dünya şairin mevcudiyetine bağışıklık kazandığı için değil, tersine bizzat şairin kendisi artık kendi tanrısal muştusuna inanmadığı için. Bir yüzyıl veya daha uzun süre boyunca zaten şarkıları yanlış söyledi; artık onunla aynı koroda şarkı söyleyemeyiz. Bombanın hışırtısını hala anlayabiliriz, ama şairin hazları bize jargon gibi geliyor.Ve eğer bireysel şairin aslında ne demek istediğini dünyadaki iki milyar insandan yalnızca bir kaç bin tanesi anladıklarını iddia ediyorsa o bir jargondur.Artık ancak seçkin bir erkekler ve kadınlar kümeciği için var oluyorsa , sanatın vazifesi sona ermiştir. Çünkü artık söz konusu olan sanat değil , anlamsız bir bireyselliğin yayılmasına hizmet eden , gizli bir derneğin şifreli dilidir. Sanat insani coşkuları uyandıran , gözleri açan ve öngörü, cesaret ve inanç kazandıran birşeydir. Son yıllarda herhangi bir sözcük sanatçısı , dünyayı Hitler'in yapabildiği kadar heyecanlandırmış mıdır? ( bir anda Hitler'den dem vurması da burada enteresan oldu :) Herhangi bir şiir dünyayı , kısa süre önce atom bombasının sarstığı kadar sarmış mıdır?

Buna kıyasla şairin elinde ne gibi silahlar bulunuyor? Ya da ne gibi düşler? Çok ünlü hayal gücü nerede kaldı? Gerçek bütün çıplaklığıyla gözümüzün önünde, fakat onun anlattığı destan nerede? Ortada beşinci sınıf bile olsa, bir şair görebiliyor musunuz? Ben göremiyorum. Uyaklı veya uyaksız yazan dize kuyumcularına (dize kuyumcusu lafı çok hoşuma gitti) şair demiyorum. Ben dünyayı temelden değiştirebilme durumunda olan birine şair derim. Eğer aramızda yaşayan böyle biri varsa çıksın ortaya! Sesini yükseltsin! Fakat bu ses, bomba gürültülerini bastırabilecek bir ses olmalı. Kalpleri  eritecek ve kanları fokurdatacak bir ses olmalı.

Eğer şiir sanatının görevi uyuyanları uyandırmak ise o zaman çoktan uyanmış olmalıydık. Bazılarının uyanmış oldukları da tartışılamaz. Fakat şimdi bütün insanlar uyanmış olmalılar- hemde derhal! yoksa batıyoruz.