29 Nisan 2019 Pazartesi

Drifter'ın düşünce balonu

Kim yahu bu adamlar? İlk 11'de galatasaraylı futbolcu diyebileceğim bi Muslera var. Gerisi daha dün gelmiş ne idüğü belirsiz tipler... En parlak oyuncumuz gidici zaten. Bu nasıl Galatasaray, içinde bir tane numunelik Türk olmayan takım olur mu allasen? Ayrıca Fatih Sultan Terim bu arkadaşlarla nece konuşuyo mesela? Yok hiç sanmam ki şampiyon olsun bu takım. Çok zor , çok saçma olur yani.
O Diagne'ye de sinir oluyorum. Belhanda dan bile daha çok sevmiyorum.

Drifter's pick! Scrabble reklamlarına bittim!








27 Nisan 2019 Cumartesi

'konings-dag' kafası



bugun burda kral gunü;  yani kralın doğum günü!  27 nisan aklınızda olsun. Bu tarihte Hollanda'nın herhangi bir yerine yolunuz düşerse başınıza acayip şeyler gelebilir.  Parti canavarıysanız 26'yı 27'ye bağlayan gece özellikle Lahey/the hague ve Amsterdam'da deli partilere denk gelebilirsiniz.  Alışveriş canavarıysanız bütün haftasonu heryer bit pazarı, yok pahasına... akşama doğru satıcılar tüm gün bira ve benzeri şeyler içmekten hesap yapamaz hale geldiklerinden  pazarlığı hiç uzatmadan "ammman al gitsin dükkan senin diyiveriyorlar."
Ben gideyim o zaman kahvaltıda kralın beleş cupcake'lerinden kapayım..

  

25 Nisan 2019 Perşembe

günün tablosu ve bir alıntı ; Las Meninas üzerine


Theophile Gautier, Velazquez'in Las Meninas 'ını ilk kez gördüğünde , 'tablo nerede?" diye haykırmaktan kendini alıkoyamamıştır.
İlk bakışta , tablo basit bir konuyu işlemektedir. Kralın beş yaşındaki kızı infante Margarita, nedimeleri (las meninas) ve soytarılarıyla çevrelenmiş olarak tablonun ortasındadır. En dip tarafta , saray nazırının silueti görülmektedir ama biraz daha yakından ve daha dikkatle bakılınca , tabloda başka kişilerin de olduğu fark edilmektedir. Dip duvarın üzerinde bir ayna vardır ve aynadan İspanya Kralı IV. Felipe ve Avusturyalı kraliçe Maria-Anna'nın görüntüleri yansımaktadır. Ve ressamın bizzat kendisi, üzerinde çalıştığı tuvalde bize ters dönmüş olarak görülmektedir. O halde, resmi yapılan kimdir, kimlerdir? Tablonun adının belirttiği gibi , nedimeler mi, küçük prenses mi, yoksa Kral ve kraliçe mi? Tablonun mekanı nerededir? Ressamın çalıştığı atölyede mi yoksa Kral ve kraliçenin bulunduğu yerde mi? Acaba iki tablo mu vardır? Biri gördüğümüz diğeri de görmediğimiz ama yapıldığını anladığımız. Asıl tablo hangisidir? Öte yandan kral ile kraliçenin durdukları yer, aynı zamanda bizim de , seyircinin de durduğu yerdir. Las Meninas , bakanın bakılan olduğu ve tablonun kişilerinin arasına katıldığı tek resimdir. ayna kral ile kraliçenin görüntüleriyle birlikte bizimkini de yansıtmak durumundadır. 



Böylesine bir tablo , bilgiyi bir kerede ebediyete kadar verilmiş sayanları, eğer anlarlarsa , altüst edecek bir ele alış tarzına sahiptir. Bilginin bayrak yarışı gibi birikimli ilerlediğine inanan kişiler bu tabloda sadece nedimeleri göreceklerdir. 

Mehmet Ali Kılıçbay,  1993   (Kelimeler ve Şeyler ; İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi  - Michel Foucault   sunuş yazısı'ndan)


18 Nisan 2019 Perşembe

Turbo demokrasi modu: 'bişey' kafası


"Hiç birşey olmasa bile kesin bişey olmuştur biz farkında değilizdir!"

15 Nisan 2019 Pazartesi

13 Nisan 2019 Cumartesi

Beckett'in Gigi ve Dodo'sundan önce Kont'un Körleri vardı.

Dün gece müthiş bir tiyatro deneyimi yaşadım anlatmam lazım. 

Ben bu yeni interaktif tiyatro performanslarına soğuk bakan biriyim. Geleneksel tiyatro severim. Sahneye, belli bir mesafeden, mümkünse orta sıralardan, acık da tepeden bakmayı severim. İzlerken görünür olmak istemem, kalabalığın içinde, karanlıkta, statik, edilgen olmak isterim, hipnotize olmak isterim vs. 

Ama Maeterlinck dediler dayanamadım. 
Maurice Maeterlinck biraz unutulmaya bırakılmış aslında çok mühim bir Sembolist şair ve tiyatro yazarı. Belçikalı, Ghent doğumlu. (Bu Ghent de bu sıralar sürekli karşıma çıkıyor yakınlarda ziyaret edeceğim.)

Çok enteresan bir kişilik. Hem Nobel edebiyat ödülü sahibi hem de intihalci (bildiğin daktiloya çekmiş Afrikalı bir yazarcağızın kitabını).  Bi' de Kont! üstüne üstlük. 
Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim özellikle dün yaşadığım tiyatro deneyiminden sonra...
Maeterlinck'in  'Les Aveugles' /The Blind' yani  körleri olmasaydı  Beckett'ın Godot'su Gigi ve Dodo'yu o kadar bekletmeye cüret edebilir miydi bilemiyorum. 

Sembolizm kilitse statiklik kaçınılmaz.

Statik tiyatro herkesin koşa koşa gittiği bir tiyatro türü değil elbet. Onun için dünkü performansı buradan bir kez daha imrenerek tebrik ediyorum.  

önce oyundan genel olarak bahsedeyim. 

Yaşlı bir Rahip kilise himayesinde yaşayan bir grup kör insanı doğa yürüyüşüne çıkarır. Ormanlık alanda bir tepeye ulaşırlar. Tüm bunlar aslında oyun başlamadan olmuştur. Oyun başladığında rahip ortada yoktur. Sadece nerede olduklarını bilmeyen bir grup kör insan vardır; Onların, nereye gittiğini ve ne zaman geleceğini bilmedikleri rahibi beklerken yavaş yavaş artan endişeli diyaloglarıdır oyun. 

Gelelim dünkü performansa. Tiyatro diyemiyorum çünkü öyle birşey değildi. Private tiyatro partisi filan gibi birşeydi. 15+1 ( çift sayı olsun diye komiğime gitti bu ayrıntı) kişilik seyirci kontenjanı var. 1 ay oynanacak.  

Kapıda Rahip karşılıyor bizi Kahverengi rahip kostümlü biri. Değneği var. Kapıyı açınca salona giriyoruz. Koltuk yok. sahne de yok, yani öyle bir ayrım yok diyelim. Ve karanlık. Sadece kare salonun bir duvarında boydan boya bir projeksiyon perdesindeki loş orman manzarası  içeriyi aydınlatıyor. Sanki hava kararmak üzere yıldızlar yeni belirginleşmeye başlamış. Rasgele serpilmiş bir sürü kaya görünümlü tümsek var  baya baya ağaç görünümlü ahşap sütunlar var salonda. Girer girmez olmasa da bir iki dakika içinde ormandaymışız hissine alışıyoruz.Bize mihmandarlık yapan Rahip konuşmadan eliyle istediğimiz yere oturabileceğimizi işaret ediyor.  Kimisi tümseklerin üstüne tünüyor kimisi ağaç sütunlara  yaslanıp yere oturuyor. Sadece nereye dönük oturacağımızı bilmiyoruz. Herkes yerini belirlediğinde Rahip elinde göz bantlarıyla yanımıza geliyor ve teker teker gözlerimizi bağlamaya başlıyor. Bununla kalsa iyi. Bağlama işi bittikten sonra kulağıma eğildi ve benimle gel dedi. beni kaldırdı birlikte biraz yürüdük ve beni başka bir yere oturttu. Salonun içinde farklı bir tümsek. 'Sonra istersen oyun başladıktan sonra başka bir yere de geçebilirsin. oturmak zorunda değilsin, yürüyebilirsin, ayakta durabilirsin, şimdilik burada biraz bekle' dedi. 
Bunu teker teker diğerlerine de yaptı. Böylece oyun başladığında salonun neresinde oturduğumu yakınımda kim olduğunu bilmiyordum. Yani hepimiz körleştirilip bir salona bırakılmıştık. 
Epey bi sessizlik oldu. Kimse konuşmadı bir kaç dakika. Sonra başkalarının da salona girdiğini duydum. Oyuncular olmalı diye düşündüm. herkes yavaş hareket ediyordu. Sonra biri 'sorry can I say something?' dedi. sessizlik oldu. Kimse cevap vermedi. O bişey söyleyebilir miyim diyen erkek sesi tekrar 'Priest, sir!!' diye seslendi. Yine hareket olmadı. Sustuk öyle. Bir iki dakika daha geçti galiba. Öyle duruyoruz çıt yok, artık herkes hangi hülyalara daldıysa; bekliyoruz oyun başlasın diye.   

Oyunun ilk cümlesi
Is he not coming back?

şimdi size şu linki tavsiye ediyorum. 


Gözlerinizi kapatıp dinleyin neden bahsettiğimi anlayacaksınız. 

Bu arada Maeterlinck'e devam mahiyetinde;
üzerinde sahne tasarımcısı illüstratör Otto Reigbert'in illüstrasyonunun olduğu şu kitap pek okunası! 
 
 
  

   

  

10 Nisan 2019 Çarşamba

Kravitz forever!

Maria'yla 20 cent'e Lenny kravitz best of cd'si bulduk  işe giderken arabada sesi sonuna kadar olmasada epey bi açıp üç parçayı döndür döndür dinliyoruz.
Thinkin of you
Are you gonna go my way
Cant get you off my mind.





8 Nisan 2019 Pazartesi

7 Nisan 2019 Pazar

Aktarmalı okumaları #2

Poetry dergisi 1919, ekim sayısında yayımlanan Wallace Stevens'ın şiiri; 'The Indigo Glass in the Grass'

ÇİMLER İÇİNDEKİ CAMGÖBEĞİ ŞİŞE
Hangisi gerçek-
çimler içinde bu camgöbeği camdan şişe mi,
Yoksa sardunya saksılı peyke, lekelenmiş şilte ve güneşte kuruyan tulum mu?
Hangisi gerçekten içine almış dünyayı?
Hiç biri, ya da ikisi birden.

çeviri: Talat Sait Halman 




okumayı özlediklerim oluyor
gibi yazıyorum kendime...
-hani ıssız yolda yürürken kendine fıkra anlatıp kahkaha atan adam fıkrası var ya; arada elini sallıyormuş'geç allasen' der gibi. Ardında yürüyen adamın dikkatini çekmiş, yetişip sormuş; 'kahkaha atmanızı anladım da o arada yaptığınız el hareketi ne?' diye; ' eh bazen bildiklerim denk geliyor' demiş.
inoportuno

o günün kelimesi paraketa'ydı ve ben bu kelimeyi Sait Faik'in bir hikayesinden hatırlayıvermiştim birden!

otoparkta boş park yeri bulmak için kubera mudra. 

Barefoot in the park -James Blake feat. Rosalia  güzel parçaymış.

Sahaftan kitap almayı özlüyor insan gerçekten! Ah bir de aforizmalar olunca... lotarya çeker gibi aç hangi sayfasından istersen oradan yürü...

Lichtenberg'in Aforizmaları (Dost Kitabevi /2000 Ankara) çev: Tevfik Turan
okudukça garipsediğim bazı çıkarımlar... Enteresan.

- Şiddetli hırsla şüpheciliği bir arada gördüğüm çok olmuştur.  (benim de bir kere görmüşlüğüm var!)

- kastettiğiniz insanları pekala biliyorum: Zihinden ve teoriden ibarettirler ve bir düğmeyi bile dikemezler. Safi kafa , bir düğme dikmeye yetecek kadar olsun el yok!  (müthiş tespit çok güldüm!!!)

- insanların hala katakullilerle yönetilmesi gerektiğine göre , dünyada her şey yolunda olamaz.
(yönetildiği veya yönetilebildiği değil yönetilmesi gerektiği... ifade çok manidar)

- okuduğunun sana hükmetmesine izin verme, sen ona hükmet!

-  Çok hoştur , yabancı bir kadının dilimizi konuştuğunu ve güzel dudaklarından hatalar döküldüğünü işitmek. Erkeklerde bu böyle değil !  (hehe yalan mı?)

- yazmak her insanda uyuyan sistemi uyandırmak bakımından mükemmeldir; ve yazan herkes de , yamanın içimizde olduğu halde daha önce açık seçik farkına varmadığımız bir şeyi uyandırdığını fark etmiştir.

- şimdilerde Fransızların o kadar sık kullandığı organizasyon kelimesi pekala bilim meselelerine de uygulanabilir. İnsanın bildiklerini organize etmesi için hipotezleri ve teorileri olmalıdır. yoksa herşey bir moloz yığınından ibaret olur.

- Rousseau der ki; sadece kendi anne-babasını tanıyan çocuk onları da tanımıyor demektir.

- Bence her fırsatta vazife icabı espiri yapmadan duramayanlardan daha berbat bi insan türü yoktur.

-Her fikir erkeği dişisini buldu. Ama onun kafasındaki fikirleri ya safi erkek, ya da safi dişiydi herhalde. Çünkü hiç yeni bir fikir doğmadı. 

- Türkler kuru yoldan sarhoş oluyor, afyonla. (ahahahah bu nasıl bi tespit yahu?)

- Altın bir kural: İnsanları görüşlerine göre değil , bu görüşlerin onları neye dönüştürdüğüne göre değerlendirmeli.

.
.
destination:

.